Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Suriyelilerin Lübnan’daki sığınmacılık çilesi!

Lübnan’daki fırınlardan birinin sahibinin Suriyeli olduğu için kendisine ekmek satmayı reddetmesi üzerine maruz kaldığı aşağılanma karşısında içerleyişini ve öfkesini, gözlerindeki yaşlar gizleyemedi. Başını kaldırdı ve hüzünle kız kardeşine baktı. Bu sırada kız kardeşi sürekli “Nereye döneceksin? Aklını mı kaçırdın?” şeklinde aynı soruyu tekrarlıyordu.  Anlayışla yaklaşmaya çalışarak konuşmasına şöyle devam ediyordu:
“Evet, burada hayat berbat. Ancak burada kalmamızın bizim için daha az kötü olduğunu biliyorsun. Ayrıca ne kadar çok Lübnanlının bize sıcak yaklaştığını ve zorluklarda bize yardım eli uzatmakta gecikmediğini de biliyorsun.”
Sadece soğuk ve aşırı sıcağıyla doğa faktörlerinden, yardımların azalmasından, kamplardaki yaşam koşullarının kötüleşmesinden veya milyonlarca çocuğun geleceğinin kaybolmasından değil, aynı zamanda toplumların yabancılara olan tutumlarının değişmesinden de Suriyeli mültecilerin endişe etmesi anaşılabilir bir durum. Suriyeliler kendilerine yönelik dışlayıcı tavırlardan acı ve sıkıntı duyuyor. Bazı Lübnanlılar tarafından bu tavırlar zaman zaman saldırgan bir boyuta evriliyor. Çoğu zaman bunlar öyle bir noktaya vardı ki, Suriyelilere sanki kimsesizlermiş gibi insanlık dışı bir muamele yapılması basit bir şeymiş gibi görülmeye başladı. Ancak durumun sosyal paylaşım sitelerinde #LübnandaSuriyelilereHayır şeklinde bir tag açılarak genelleştirme noktasına varması ve Hizbullah’ın ‘stratejik’ müttefiki ve ülkenin en yüksek otoritesi olan Mişel Avn’ın Suriyelilerin Lübnan’dan çıkarılmasını teşvik etmeye cüret etmesi kabul edilebilir bir şey değil. Bunu yönlendiren şey, Hizbullah'ın kanlı Suriye çatışmasına doğrudan müdahalesi ve ana mülteci bloğunun terör lanetinin peşini bırakmadığı ve Lübnan topraklarında en-Nusra ve DEAŞ grupları tarafından yürütülen her eylemin bağdaştırıldığı bir ‘mezhep’e mensup olmasıdır. Bu, Suriye rejimi ile ilişkilerini normalleştirme ve uzlaşma eğiliminde olan Lübnanlı siyasi ve ekonomik tarafların ve güvenlik kurumlarının Suriyeliler üzerindeki artan baskılarıyla bağlantılı olarak, Suriyeli karşıtı toplumsal ve psikolojik bir havanın beslenmesini büyük ölçüde kolaylaştırdı.
Fırından öfkeyle döndükten sonra kız kardeşine, Suriye'ye dönmek isteyenler listesine adını yazdırmaya karar verdiğini söyledi. Belki de kendini cesaretlendirmek için “Yüzlerce oldular. Zarar görmeyeceklerine veya tutuklanmayacaklarına dair güvenceler veriliyor. Neden korkuyoruz? Sen 10, ben 9 yaşındayken ülkeyi terk etmedik mi? Sorumluluk alacak kadar çevremizde olup bitenlerin farkında mıydık?” diye sordu.
Kardeşi kararlı bir şekilde sözünü keserek “Bizi gözetleyen birçok kişi olduğunu ve Suriye rejiminin buradaki ajanlarının bizim hayatımız ve tutumumuz hakkında raporlar göndermiş olabileceğini düşünmüyor musun? İçlerinden biri rejime yönelik bazı eleştiri ve hakaretlerimizi ya da muhaliflere gösterdiğimiz yakınlığı ifşa ettiyse bizi nasıl bir akıbet bekliyordur? Şeytan kulağına dönme fikrini her fısıldadığında sana senin yaşında ülkeden çıkan arkadaşın Ahmed’in başına gelenleri ille de hatırlatmam mı gerekiyor? Suriye'ye döndükten bir yıl sonra kendisi, babası ve erkek kardeşinin akıbeti biliniyor mu? Annesi onlar hakkında bir bilgi edinmek için dili damağına yapışmış bir şekilde nefes nefese o güvenlik şubesi senin bu güvenlik şubesi benim koşturmuyor mu? Ayrıca dönmek isteyen o yüzlerce kişi nerdeymiş? İlk gün 700'den fazla kişinin dönmek istediğini açıklayan Lübnan makamlarının ikinci gün açıkladıkları sayının iki basamaktan öteye geçmediğini duymadın mı?” diye sordu. Sonra şefkatle erkek kardeşinin başına yaslanarak “Beni burada yalnız bırakır mısın?” diye sordu ve ekledi:
“Her gün anne babamı ve kız kardeşimi enkazın altına gömenlere bakıp gülümsemek zorunda kalacağım o cehenneme geri dönmeyeceğimi bilmiyor musun? Ayrıca nereye başımızı sokarız? Ailemizin mülkiyet haklarını nasıl geri alırız? Evimizi ve içindekileri yakıp yıkmadılar mı? Topraklarımıza el koymadılar mı? Amcamız Halid’i evini ve toprağını tekrar isterse hapis ve ölümle tehdit etmediler mi?”
Bu herkesçe bilinen bir gerçek. Halihazırdaki evlerin ve mülklerin hepsine el koymak, Suriye'de ‘büyük zaferin’ sahipleri arasında yaygın bir gelenek haline geldi. Özellikle uzun süreli kuşatmalara tanık olan bölgelerde hakkını almaya çalışan ve mülküne sahip çıkmaya cüret eden herkesi bela, yıkım ve büyük şeyler bekliyor. İşin en tehlikeli yanı da belirli ‘mezhepçi’ grupların, kontrolü güçlendirmek için güvendikleri aynı’ mezhepçi’ çizgide bir nüfus homojenliği yaratmak için dini ve güvenlik açısından ilgilendikleri mahalleleri ve beldeleri ele geçirmek gibi gizli niyetlerinin olması.
Kız kardeş bir an için konuşmasının umduğu gibi bir hissiyat oluşturmadığı ve kardeşini geri dönme fikrinden alıkoymadığı düşüncesine kapılarak devam etti:
“Döneceğimiz ülkenin şartlarını düşündün mü? Hayatımızın en basit ihtiyaçlarını nasıl sağlarız? Oradaki insanlarımızın yaşadığı açlık durumunu, yiyecek, giyecek ve ısınmayı karşılayamamalarını, iş imkanlarının olmayışını ya da kendilerine yapılan yardımların çalınışını unuttun mu? Silahlı kişilerin insanların haklarını ve onurunu çiğneyip onlara saldırdığı hikayelerini unuttun mu? Ufak tefek sebeplerle aşağılanmaya, şantaja ve ölene kadar işkenceye maruz kalan masum vatandaşlara ve bunu onlara yapanların hiçbir hesap vermediklerine veya ceza almadıklarına dair hikayeleri unuttun mu?”
Suriyeli mültecilerin krizinin daha da kötüleşmesinden rejimin sorumlu olduğunu vurgulamakla birlikte, rejim onlara karşı düşmanca tavrını değiştirmeyecek ve homojen toplumunda onlara veya haklarına yer olmadığını yüksek sesle dile getirmeye devam edecektir. Aynı şekilde Suriye muhalefetinin bu meseleyle uğraşmadaki olumsuz rolüne ve yıllardır mültecilerle sağlıklı iletişim ve işbirliği kanalları oluşturamamasına vurgu yapmakla birlikte, bunun sebebi muhalefetin bu meseleyi askeri ve siyasi çalışmalarının öncelikleri karşısında ikincil planda görüyor olması olabilir. Ya da rejime bu mültecilerin sorumluluğunu yüklemek kendi omuzlarına almaktan daha kolay olduğu için de olabilir. Lübnan'daki mültecilerin, Suriye rejimine karşı iki zıt siyasi tavır arasında Lübnan toplumundaki kronik bölünmenin insafına kaldığı gerçeğini ve mültecileri korumak ve yaşamlarını sürdürmeleri için yapılan uluslararası yardım ve desteklerdeki gözle görülür düşüşü de eklersek, Lübnan'daki bu felaketzede Suriyelileri bekleyen durumu ve seçenekleri hayal edebiliriz.
Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin çektikleri acıları, yaşam koşullarının kötüleşmesini, onlara yönelik artan aşağılayıcı tavırları ve saldırıları bir insani felaket olarak değerlendirmek doğru olsa da sebep ve sonuçları itibariyle bu siyasi bir meseledir. Başka bir deyişle, onların koşullarına ve çektikleri acılara dikkat kesilmek ve en önemli insani ihtiyaçlarını karşılamak için acılarını ve baskılarını görmek gerekli bir durum ancak yeterli değil. Buna şunların da eşlik etmesi gerekiyor; Suriye’deki gerilim noktalarını söndürecek siyasi bir yol bulmak, yabancı güçleri ülkeden çıkarmak, Birleşmiş Milletler (BM) 2254 sayılı karar uyarınca mevcut çatışmayı kökünden halletmek, Suriyelilerin beklentilerini ve haklarını dikkate alan bir çözüm oluşturmak ve milyonlarca mültecinin anavatanlarına ve evlerine onurlu bir şekilde geri dönüşü için cesaret verici güvenlik, siyasi ve ekonomik koşulları sağlamak.