Hasan Ebu Talib
TT

Ölümcül jeopolitik nükleer misyonlar

Son dört ayda Amerikan ve Rus nükleer denizaltılarının hareketleri, Ukrayna savaşı ve karşılıklı caydırıcılık mesajlarıyla ilgili olarak güncel olayların önemli bir bölümünü işgal etti. Ardından dalgaların altından büyük bir yangın haberi geldi. Londra merkezli The Sun’ın haberine göre pazartesi günü “HMS Victorious” füzeleri taşıyan Vanguard sınıfı nükleer denizaltılarından biri alev aldı. Denizaltının kaptanı kendisine verilen çok gizli görevi durdurmak ve alınan hasarları gidermek için İskoçya’nın Clyde kentindeki üssüne dönmek zorunda kaldı. Ayrıca ayrıntılarda, iptal edilen görevin, İngiliz Donanması’nın Kuzey Atlantik’te periyodik olarak gerçekleştirdiği caydırıcılık operasyonunun bir parçası olduğuna dair doğrudan işaretler var.
Bu hadisenin önemi, denizaltının Trident 2 nükleer savaş başlığı taşıyabilen kıtalararası balistik füzeler taşımasından kaynaklanıyor. Çünkü bunun anlamı, gizli görevin eğitim ve operasyonel verimliliği artırmaya yönelik rutin devriyeden çok daha fazlası olduğunu; aktif askeri nitelikte bir görev olduğunu gösteriyor. Bu, konuyu şu ya da bu şekilde doğrudan Ukrayna’daki savaşla, özellikle Rus nükleer denizaltılarının hareketleriyle ilgili kılıyor. Dolayısıyla bir yandan izleme ve takip, diğer yandan gerektiği takdirde çarpışma göreviyle karşı karşıyayız.
Nükleer savaş başlıkları taşıyan balistik füzelerin fırlatılmasını kontol eden elektrik devrelerine ulaşmadan söndürülmüş olsa da olayı nükleer denizaltıda çıkan bir yangın olarak düşünün. Eğer mürettebat yangını güvenli şekilde kontrol altına almayı başaramasaydı olayın olası sonuçları ağır olacaktır. Bu endişeler, subaylardan ve askerlerden oluşan operasyon ekibinin yaşamları, denizaltı çevresinde muhtemel nükleer kirlenme ve altı nükleer savaş başlığına sahip füzelerden birinin patlaması durumunda olacaklarla ilgilidir. Bu korkular, olası tehlikelerin büyüklüğünü en azından teoride yansıtmaktadır ve bu güçlü mekanizmaların yaratıcıları tarafından dikkate alınmalıdır. Son altmış yılda birçok kez Sovyet, Rus, Amerikan ve Fransız denizaltıları da dahil olmak üzere çeşitli nükleer denizaltı kazalarına tanık olundu. Bunlar arasında en meşhur ve bir o kadar tehlikeli olanı K-19 Sovyet Denizaltısı olayıdır. O dönemlerde bir deniz efsanesi olarak görülen ve Amerikan sinemasında The Widowmaker filmine konu olan Rus nükleer denizaltısı, büyük bir deniz tatbikatı sırasında Barents Denizi’nde battı. ABD nükleer denizaltı olaylarının da uzun bir listesi var. En önemlisi, 1963’te Atlas Okyanusu’nda “USS Thresher” denizaltısının batmasıdır. Bütün bu olaylarda onlarca asker ve subay hayatını kaybetti.
Yakın kazaların belki de en tuhafı, Ekim 2021’de Amerikan nükleer denizaltısı “Connecticut”ın Güney Çin Denizi'nde olası bir nükleer yakıt sızıntısı korkusu uyandıran bilinmeyen bir cisimle çarpışmasıydı. Yapılan soruşturmaların ardından tüm ekibi işten çıkarıldı. İşin ilginç yanı, garip cismin henüz belirlenememiş olması ve resmi verilere göre verdiği hasarın küçük olmasıdır. Bu olay, denizlerin ve okyanusların dibinde ne olduğunu araştırmak ve tespit etmek amaçlı modern cihaz ve teknolojilerle donatılmış olmasına rağmen bu denizaltıların garip nesnelerle çarpışma ihtimalinin yüksek olduğunu göstermektedir. Denizaltı kazaları bize bu tür deniz makinelerinin muazzam tehlikelerini hatırlatıyor. Bu olayların hepsi nükleer silahlara sahip güçler arasındaki çatışmalardan uzak barış zamanlarında gerçekleşti ve sonuçları belirli bir çevreyle sınırlı kaldı.
En büyük tehlike bir savaş durumunda iki veya daha fazla denizaltının çarpışmasıdır. Özellikle de büyük ülkelerin nükleer denizaltılarının taşıdığı balistik füzeler ve nükleer savaş başlıkları, tüm dünyayı yok edebilecek kapasitededir. Bu modellerden bazıları “Kıyamet Günü” tasvirini kendinde somutlaştırmaktadır. Geçen temmuz ayında Rus Donanması tarafından teslim alınan, Amerikan ve İngiliz gözetiminin gözünden kaybolduğunda hakkında birçok gizem ortaya çıkan Rus nükleer denizaltısı K-329 Belgorod bunlardandır. Ayrıca NATO’nun “Şehir Katili” diye adlandırılan nükleer denizaltısı inşa etme projesi devam etmektedir. Bu tür nükleer denizaltıları üretmek, füze ekipmanlarını geliştirmek ve bunları neredeyse tamamen gizlenme yeteneğiyle donatmanın nedeni, tarafların bunu bir stratejik caydırıcılık aracı olarak görmesidir. Ancak bir tarafın vazgeçilemez kabul ettiği kazanımları elde etmek için harekete geçmesi halinde elindeki en güçlü silahları kullanması geri dönülmez ölümcül sonuçlar doğurabilir.
Nisan 2021’de ABD, İngiltere ve Avustralya arasında AUKUS adı altında yeni bir güvenlik iş birliği kuruldu ve yapılan anlaşma kapsamında alınan kararlarda bazı mantıksızlıklar gözlendi. Bu anlaşmaya göre Avustralya’ya bir dizi Amerikan yapımı nükleer denizaltı tedarik edilecek, İngiltere Avustralya deniz üslerinde bir dizi nükleer denizaltı konuşlandıracak ve Avustralya’ya nükleer denizaltı üretim teknolojileri sağlanacak. Anlaşma, ABD’nin Çin’i Pasifik’te kuşatmak için üzerinde çalıştığı ittifakların bir parçasıdır. Anlaşmanın özünde, nükleer silahların kasıtlı olarak konuşlandırılması yer almaktadır ve ABD’nin “nükleer silahların yayılmasına karşı tüm ülkeler tarafından uyulması gereken temel kurallar olarak gördüğü politikalarla” çelişmektedir. Mesele çifte standartlarla bitmiyor, aksine ABD ve müttefikleri tarafından hedef alınan güçler arasında yarattığı tepkilere de uzanıyor. Bu güçlerin başında da Çin ve Kuzey Kore geliyor ki, özellikle Kuzey Kore nükleer savaş başlıkları taşıyabilen balistik füze yeteneklerini geliştirmek için hiçbir çabadan kaçınmıyor. Dünyanın en büyük denizaltı filosuna sahip olmasının yanı sıra kaç tane nükleer başlık taşıyabilen balistik füzeye sahip olduğu bilinmiyor. Yakın zamanda bir denizaltından balistik füze fırlatmayı da başardı. Washington, Seul ve Tokyo’nun tüm uyarı ve tehditlere rağmen nükleer deneme yapmaya kararlı görünüyor.