Sam Mensa
TT

Söz çok eylem az ve eski eskisi gibi

Son dönemde ABD'den Avrupa, İsrail, İran ve Türkiye'ye, bölgemize olası yansımalarını sorgulamaya sevk eden önemli gelişmelere tanık olduk. Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğun Cumhuriyetçilere geçmesiyle birlikte Başkan Joe Biden yönetiminin bazı iç meselelerde sınırlı bir şekilde kısıtlanmasına rağmen Washington'da siyasette - kırılgan da olsa - bir denge sağlayan ABD ara seçimleri sonuçlarıyla başlayalım. Biden yönetiminin sınırlı olarak kısıtlanması, Başkanı yetkilerinin izin verdiği ölçüde dış meselelere daha fazla önem vermeye sevk edebilir.
İkinci gelişme, kurulmakta olan- ki İsrail tarihinin en aşırı sağcı hükümeti olacak- İsrail hükümetinin başına Binyamin Netanyahu'nun geri dönmesi. Bu, hükümetin birden fazla düzeyde ve başta Amerikan müttefiki olmak üzere birden fazla tarafla sorunlar ve karşıtlıklar üreticisi olacağı anlamına geliyor. Buna bir de Filistinlilerin koşulları ve onlarla olan ihtilafın bir şekilde çözülmesi umudu, İsrail ile ilişkilerini normalleştiren veya normalleştirmeyi düşünen Arap ülkeleriyle ilişkiler üzerindeki olumsuz yansımaları ekleniyor. Nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması konusunda hayal kırıklığı yaratan gerilemenin arka planında İran'a yönelik pozisyona gelince, Tel Aviv ile Tahran arasındaki gerilimi tırmandıracak tüm bileşenler mevcut.
Eski ve yeni üçüncü gelişme, İran'ın nükleer dosyadaki tırmandırmaları ve dış müdahaleleri. İran, Fordo nükleer tesisinde uranyumu yüzde 60 saflıkla zenginleştirmeye başladı. Rusya'ya Ukrayna'ya karşı kullanması için İHA tedarik etti ve silahlı insansız hava araçları da tedarik etmeye ve hatta onun için kendi topraklarında üretmeye hazırlanıyor. Ayrıca, hassas güdümlü mühimmat stokunu desteklemek için kısa menzilli balistik füzeler ve karadan karaya füzeler tedarik etme sözü de verdi. Tahran, hayati önemdeki su koridorlarında tankerlere saldırmaya, kaçakçılığa ve Yemen'deki Husileri desteklemek için deniz yoluyla gelişmiş konvansiyonel mühimmat göndermeye devam ediyor. Son olarak, Irak’ın Kürdistan bölgesini bir dizi şiddetli füze saldırısıyla harap etti. Tüm bunların ortasında, Mahsa Amini adlı kızın " başörtüsünün uygunsuz olduğu" gerekçesiyle tutuklanmasının ve ölümünün ardından İran'ı kasıp kavuran halk protestoları ikinci ayına girdi. İranlı sivil toplum kuruluşu İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre rejimin sert tepkisi, 43'ü çocuk olmak üzere en az 326 kişinin ölümüne ve yaklaşık 14 bin kişinin tutuklanmasına neden oldu.
Diğer tarafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki Kürtlere yönelik hava operasyonlarının sadece başlangıç ​​olduğunu, Türkiye’nin uygun bir zamanda orada bir kara operasyonu başlatacağını, güney sınırlarını bir “güvenlik koridoru” ile güvence altına alacağını vurguladı.
Tamamı Ukrayna savaşı ve bu savaşa saplanan Rusya ile kıyasıya mücadeleye girişmiş Batılı ülkelerin ve özellikle de ABD'nin bu gelişmeler karşısındaki tutumu nedir?
Bugün bile reddetme, kınama ve tehdit pozisyonlarının eylemlere üstün geldiği aşikâr. Washington'da Beyaz Saray son pozisyonunda "İran'ın nükleer faaliyetlerini büyük bir endişeyle izlemeye devam ettiğini" duyurdu. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi ile Washington'da yaptığı görüşmeden sonra ikisi: "İran ve vekillerinin oluşturduğu tehditler dahil olmak üzere Ortadoğu'yu etkileyen güvenlik sorunlarını ele alma konusundaki ortak kararlılıklarını teyit ettiler." Başkan Biden'ın, İran'ın nükleer silah edinmemesini sağlama taahhüdüne bağlı olduğunun da altı çizildi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı Genel Komutanı General Michael Korella, insansız hava uçuklarına karşı yenilikçi girişimleri test etmek amacıyla bir merkez geliştirmeye yönelik ABD-Suudi ortak planını açıkladı.
Türkiye meselesiyle ilgili olarak ABD, gerilimi artırmanın Suriye'de DEAŞ’la savaşma hedefini etkileyeceğine dair ciddi korkularını Türkiye'ye bildirdi.
Avrupa tarafında, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Manama Diyalog Forumu’nda söyledikleri "geç bir itiraf" olarak nitelendirildi. Avrupa Komisyonu Başkanı, Avrupalıların “ bölgeye yönelik İran tehdidinin sadece nükleer silah programından değil, aynı zamanda balistik füzeler ve insansız hava araçlarından da geldiğini” çok geç anladıklarını söyledi. İngiltere Dışişleri Bakanı James Cleverly, Şarkul Avsat gazetesine verdiği röportajda, ülkesinin "İran'ın bölgede istikrarı bozan eylemlerini önlemek için tedbirler almak" amacıyla müttefikleriyle çalışmaya devam edeceğini söyledi.
Tüm bunlar, Amerikalı ve Avrupalı ​​yetkililerin Tahran'a karşı tutumlarının ivmesinin yükseldiğini, ama eylem düzeyinde İranlı kişi ve kurumlara karşı daha fazla ABD ve Avrupa yaptırımı ile sınırlı kalacaklarını teyit ediyor. Bu yaptırımların sonuncusu 14 Kasım'da açıklandı. Bunlar, Avrupa başkentlerinin göstericilere baskısı, nükleer müzakereleri engellemesi ve Rusya'ya silah sağlaması nedeniyle Tahran üzerindeki baskılarını artırdıklarını gösteriyor.
Bu gelişmelerin, kronik İran kaygısının yanında daha az tehlikeli olmayan diğer kaygılardan muzdarip olan bölgenin koşullarına yansımaları nelerdir? Yukarıdakilerin tümü, Washington'ın politikasında somut eylemlere dönüştürülecek bir değişikliği mi gösteriyor? Bununla, askeri bir harekattan ziyade, Washington'ın bölgeden ne istediği ve bölgenin Washington'dan ne istediği konusunda net politikalar benimsemeyi kastediyoruz.
Konuşmadan eyleme geçmenin önünde üstesinden gelinmesi gereken pek çok engel bulunuyor. Birincisi, Biden'ın kalan iki yılındaki politikasına ve ikinci dönem adaylığına ilişkin kararına bağlı ki bu, kalan iki yıldaki performansı üzerinde önemli bir etkiye sahip olacak.
İlave olarak, Ukrayna savaşının gidişatı ve sonucu ile birlikte Çin ile yüzleşme önceliği bu aşamada en önemli Amerikan endişesi olmaya devam ediyor. Bu, esasında ABD'nin önceliği olmayan İran, uygulamaları ve nükleer dosyası dahil olmak üzere bölge meselelerini Washington’ın öncelikleri sıralamasında düşük bir mertebeye yerleştiriyor.
İsrail değişkenine gelince, yeniden Netanyahu'nun ve onunla birlikte aşırı sağın iktidara gelmesi, Demokrat Biden yönetimi ile ilişkilerde olası bir gerilim anlamına geliyor. Netanyahu'nun, ABD yönetiminin ilgisini çekmek ve onu pozisyonlarını desteklemeye sürüklemek için İran ve Filistinliler ile -sınırlı da olsa- sorunlar çıkarabileceği varsayılıyor.
Avrupa-ABD ilişkileri durağı da öne çıkıyor ve bugün Donald Trump'ın yönetimi dönemine kıyasla en iyi durumda. Bununla birlikte, Biden yönetiminin iktidara gelişinden bu yana Japonya, Tayvan, Güney Kore, Hollanda ve Çin ile teknoloji ticareti bulunan diğerleri gibi geleneksel müttefiklerle daha iyi ilişkiler kurma sözü verdiğini hatırlamakta fayda var. Ne var ki bugün, Ukrayna'daki savaş nedeniyle Avrupa ülkelerinin maruz kaldığı ekonomik baskılara ek olarak Biden yönetimi, müttefiklerini iki taraftan birini tercih etmeye zorluyor gibi görünüyor ki bu da Atlantik'in iki yakası arasındaki ilişkilerde yarıklar oluşturabilir.
Son durak olan bölge ülkelerine gelince, Arap evinin dağılmasının ardından her biri kendi ulusal çıkarlarına göre yolunu ve politikasını seçti. Böylece Amerikan müttefikleri ile ilişkileri değişti ama bu ona karşı çıkmak değil, aksine onu her konuda desteklememek anlamına geliyor. İsrail bile Washington'a karşı tutumunu değiştirdi. Keza ABD’nin de İsrail’e karşı tutumu değişti.
Mesele şu ki, Batı meşgul, Tel Aviv ve Washington arasındaki ilişkiler soğuk ve daha da soğumaya aday, Arap evleri birbirinden uzak, bölgesel güvenlik sistemi, İran'ın saldırganlığını sürdürmesi ve kendi ölçülerine göre olmasını istemesi nedeniyle ulaşılamaz durumda olduğu sürece, bu gelişmeler bölgeye olumlu yeni şeyler getirmeyebilir. En azından öngörülebilir gelecekte. Bölgenin kronik ve yeni sorunları hala çok sayıda ve içinden çıkılmaz durumda. Dünyanın tanık olduğu büyük siyasi ve ekonomik değişimlerle birlikte, Washington'ın Ortadoğu'ya öncelik verdiği zamanının geçtiğine şüphe yok. Kısa vadede, yönetim ister Demokrat ister Cumhuriyetçi olsun, pratik Amerikan desteğinden yoksun kalmaya devam edeceğiz, çoğu zaman ne ileri ne geri götüren sözlü destekle yetineceğiz.
Proaktif olmaktan ziyade alıcı konumuna dönüşen bu Amerikan politikasının değerlendirmesi ne olursa olsun, tünelin ucunda bir ışık varsa, Negev ve Şarm el-Şeyh'teki zirve ve toplantılara benzer şekilde Arap Körfez ülkeleri, Mısır, Fas ve Ürdün'ü bir araya getiren ama İran'ın bölgedeki yayılmacı politikalarının oksijeni olan ideolojik açıdan radikal aşırı sağ ile müttefik Netanyahu'yu dahil etmeyen stratejik bir ittifak çerçevesinden geçiyor olabilir.