Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Öğrencilerin zor soruları

Ünlü düşünür Dr. Abdullah Al-Ghathami’nin 10.12.2022 tarihli “Güç Olduğunda Bilgisizlik” başlıklı makalesinde ele aldığı konuyu sanırım çoğumuz duymuştur veya belki de zaman zaman buna taraf da olmuştur.
Al-Ghathami hikayeyi şöyle anlatır:
“Öğrenci hocasına, ‘Arap dilinde serbest şiir yazan ilk kişi kimdir?’ diye sorar. Hoca bu sorunun cevabının olmadığını, tarihte ilk şairin kim olduğu sorusu gibi bir soru olduğunu söyler.”
Elbette tarihteki ilk şairi kimse bilemez. İlk bakışta hocanın cevabını kabul edip kendi kendinize şöyle demiş olabilirsiniz: Doğru, kimsenin cevaplayamayacağı sorular var ve bu nedenle de sorulmaması gerekiyor. Ancak Al-Ghathami başka bir hususa dikkat çekiyor ve yönünü hocaya çevirerek şunu söylemek istiyor: “Cevabı bilmiyorsanız, basitçe bilmiyorum deyin. Tartışmayı meselenin aslıyla ilgili olmayan başka bir yere taşımayın.”
Bu bana, gençlik dönemimde yazdığım bir çalışmayı hatırlattı. Bunu bir panelde sunmuş ve bu sunumum izleyicilerden güzel övgüler almıştı. Hoca da içerdiği bilgilerin ve analizlerin yeniliği için çalışmamı fazlasıyla övmüştü. Ancak son değerlendirmede, konunun temel önermesini ele alamadığım için vasatın altında olduğunu düşünmüştü. Bunu, çalışmanın her bölümünün kendi başına mükemmel ama birbiriyle irtibatsız olduğunu söyleyerek açıkladı. Bu cümle, hikayeden aklımda kalan tek şeydi. Takip eden yıllarda bunu defalarca okudum ve duydum. Dürüst olmak gerekirse, bilimsel tartışmalarda alaka ve ilgisizlik keşfetmeye bayılırım.
Peki, bugün bu konuyu gündeme getirmenin gerekçesi nedir?
Aslında Al-Ghathami’nin hikayesi dikkatimi bizde çokça bilinen diğer bir hikayeye çekti ki, bu da cevaplanması zor ya da doğası gereği uzun tartışmaları gerektiren soruların kınanmasıdır. Arapça bilgi işlem alanında uzman Adnan Eidan ile, tartışmaların çoğunun neden sözlü şiddete dönüştüğü ve neden fikirlerin eleştirilmesinden çok insanların kınanmasına yöneldiği hakkında tartışmıştım. Kendisi bunu, çoğu Arap vatandaşının, ifadelerin ve terimlerin farklı yüklemleri arasında ayrım yapmasına engel yetersiz dil stokuna bağlamıştı.
Eidan, herhangi bir üniversite mezununun en az yarım saat boyunca, kelimeleri veya cümleleri tekrar etmeden ve bağlamlarının dışına çıkarmadan konuşabilmesi ve tartışabilmesi gerektiğini düşünüyor. Örnek olarak, yabancı dil öğrenip aynı kelimeleri bir sohbette defalarca kullanmak zorunda kalanları veriyor ki bu da onların kelime dağarcığının yetersiz olduğunu gösteriyor.
Prof. Eidan’ın görüşünü takdir etmekle birlikte, bizdeki hakim kültürel üslubun fikrin mantıksal yapısını pek umursamadığına ve onunla benzer ya da farklı fikirler arasındaki ilişkiyi açıklığa kavuşturmaya önem vermediğine inanma eğilimindeyim. Bunun yerine sunumdaki estetiğe ve güzelliğe odaklanılıyor. Nitekim sözlerin etkisini artırmak adına sık sık şiir, tarihsel deliller ve din dili kullanılıyor. Ancak sözün gerçeklikle olan mantıksal bağlantılarına veya bahsi geçen kanıtların tartışmanın etrafında döndüğü fikrin özüne uygun olup olmadığına bakılmıyor. Buna ek olarak hakim değerler sistemi, görgüyü itaatle güçlü bir şekilde ilişkilendirme eğilimindedir. Ebeveynlerin, öğretmenlerin ve din adamlarının çoğu için edepli çocuk, şüpheci denilen ve her konuda çokça tartışan inatçı veya huysuz çocuğun aksine, iyi dinleyen ve itaat eden çocuktur. Bu nedenle, gençlerin uzun süre sakince tartışmadıklarını veya soruların çokluğundan, özellikle de bahsi geçen Al-Ghathami’nin sorusu gibi zor sorulardan nefret ettiklerini gördüğümüzde şaşırmamalıyız.