Sam Mensa
TT

İsrail iç çekişmesine dair bir okuma

Ortadoğu, İsrail'deki benzeri görülmemiş protesto hareketiyle çok önemli bir olaya tanık oluyor. Protesto hareketi İsrail’i üstünlüğünün iki payandasını, yani ekonomi ve orduyu etkileyen yansımalarıyla birlikte şimdiye kadarki en ciddi anayasal, siyasi ve sosyal krizlerinden birine soktu. Protestolar Adalet Bakanı Yariv Levin’in, yasama ve yürütme erklerini denetleme yetkisinden kurtulmak için yargının ve özellikle de Yüksek Mahkeme'nin yetkilerini kısıtlama planını açıklamasıyla patlak verdi. İsrail’in yazılı anayasası olmadığı için Yüksek Mahkeme denetleme görevini üstleniyor ve bakanın açıkladığı plan, mahkemenin yasa dışı bulduğu yasaları iptal etme yetkisini, mahkemeye mantıksız bulduğu herhangi bir hükümet kararını iptal etme yetkisi veren ‘makullük’ argümanını ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Ayrıca parlamento üyelerinin salt çoğunlukla mahkeme kararlarını reddetmesine olanak tanıyor ve politikacılara yargıçları atama konusunda daha fazla yetki veriyor.
Protestocuların İsrail demokrasisi için ‘sonun başlangıcı’ olarak nitelendirdiği bu plan, iktidara neredeyse sınırsız yetkiler tanıdığı için ülkedeki siyasi kutuplaşmayı pekiştirdi. Devletin kimliğine ve siyasal sisteminin biçimine ilişkin farklı görüşlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan keskin bir siyasal-toplumsal bölünmeyi ifade etti. Bu gelişmeler, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'u yaklaşmakta olan bir iç savaş uyarısında bulunmaya sevk etti.
Bölgemizde hararetli tartışmaların konusu olan İsrail ve demokrasisi konusundaki tutumumuz ne olursa olsun, onu içine alan fırtına, kuşkusuz iç çatışmaya kapıyı sonuna kadar aralayacak. Etkileri Ortadoğu ile sınırlı kalmayıp, İsrail'in genel olarak dünya ülkeleriyle ve özel olarak da dünya Yahudileriyle ilişkilerine de uzanacak daha geniş jeopolitik sonuçlarla tehdit edecek. İsrail, üçüncü dünya ülkeleri lanetine yakalanıp, iktidarı kendi ölçülerine göre şekillendiren dinci fanatikler ve aşırı milliyetçi dini partiler tarafından yönetilen otoriter bir devlete mi dönüşecek? Bunun bölgesel düzeydeki riskleri nelerdir?
İç boyut açısından mevcut kutuplaşma, İsrail'deki Yahudi demografisinin çeşitli kesimleri arasında kaybolmayan bir keskin çekişme geçmişi arka planından kaynaklanıyor. Buna bir de aşırı muhafazakarlar (Harediler) ile sekülerler arasındaki dinsel bölünme, Aşkenazlar (Batı ve Avrupa Yahudileri) ile Seferad (Doğu Yahudileri) ve yeni olan Aşkenazlar ile Falaşa (Etiyopya Yahudileri) arasındaki etnik-sınıfsal ayrışma tarihi ekleniyor. Bu noktada İsrail Araplarının mevcut harekete dahil olmadıklarını belirtmeliyiz, yani protesto hareketi tam anlamıyla bir İsrail hareketi. Yahudi elitleri arasındaki çoğulluk ve çelişkiler konusundaki anlaşmazlıkta onların hiçbir yeri yok. Bu pozisyonun tartışmalı olduğu bilinmeli.
İsrail’deki kutuplaşmayı sadece mevcut yargı darbesi değil, Filistinlilere karşı tam bir küstahlık ve haklarına yönelik artan ihlallerle geçen, Batı Şeria topraklarının yavaş yavaş ve kademeli olarak ilhak edilmesinin temellerinin atıldığı, yolsuzluğun yönetim piramidinin en tepesinden en alt tabakasına kadar yayıldığı 10 buçuk yıllık sağcı Binyamin Netanyahu yönetimi doğurdu. Bu dönemde dini köktendincilik o kadar güçlendi ki, bu kargaşanın ortasında, medeni yasalarda Yahudi şeriatını referans gören bir yasa kabul edildi. Bunun yanı sıra Netanyahu'yu yarı otoriter popülist bir lider olmaya yaklaştıran bir politikayla, ifade özgürlüğüne, sivil topluma ve azınlıklara sağlanan korumaya zarar veren yasalar kabul edildi. Bugün ise Netanyahu, İran'ın düzenli ordu ve güvenlik servislerine paralel ordu ve güvenlik servisleri yaratma stratejisini taklit ediyor; kabinesinin Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Ulusal Muhafız adında bir güç kurma planını duyurdu.
Netanyahu'nun mirası ve yaklaşımının sürekliliği, bugün İsrail toplumunda gördüğümüz parçalanmanın önünü açtı. İsrail'in dünyaya sunduğu bölgedeki tek demokratik ülke olduğu klişesini sarstı. İsrail’i elitleri kovan bir ülke haline getirdi; İsrail İstatistik Bürosu'na göre 2013'ten bu yana Avrupa ve ABD'ye beyin göçü yüzde 26 oranında arttı. Parçalanma, İsrailliler arasında birleştirici unsur olarak kabul edilen orduyu da etkiledi. Ordunun çatışan tarafları birbirine yaklaştıracağına bahse girenler oldu, ancak anlaşmazlıklar ona da uzandı. Aşkenazların çoğunluğunu oluşturduğu yedek askeri birlikler hizmeti vermeyi reddetti ve protestolara sivil kıyafetli olmak şartıyla bazı askerler de katıldı. İsrail parçalanma etkenlerini kendi içinde taşır hale mi geldi? İsrailliler kendi devletleri için en büyük tehdide mi dönüştüler? Yoksa İsrail yaralarını iyileştirip, Üçüncü Tapınağın devrilmesini engelleyecek mi?
Bizi ilgilendiren bölgesel boyuta gelince, bu olayın bölgenin güvenlik ve istikrarına yansımaları Ukrayna'daki savaşın Avrupa’nın güvenlik ve istikrarına tehlikesi ile paralellik gösteriyor. Bu iki olay belki de üçüncü milenyuma girdiğimizden beri yaşadığımız en ciddi olaylar. Yeni İsrail sahnesi karşısında şu ana kadar iki Arap pozisyonu şekillenmiş bulunuyor; birincisi, hesap edilmeyen risklere aldırış etmeden sevinçten havaya uçarak İsrail'in çöküşünü izlemeyi bekliyor. İkincisi, gerek İsrail ile normalleşmiş gerekse normalleşmemiş bölgesel barış ve istikrarı destekleyen güçlerin pozisyonu. Bu güçler aşırıcılık ile bağnazlığın yeniden canlanması açısından yaşananların ciddiyetinin tam anlamıyla farkındalar ve yaşananlara karşı bilge, gerçekçi, olumlu ve dengeli bir yaklaşım benimsiyorlar.
İç koşullar, nükleer programın arka planında İsrail'in İran'a karşı büyük bir askeri eylemde bulunma şansını büyük ölçüde azaltmış olabilir. Özellikle de Suudi Arabistan-İran anlaşmasının başarı ile taçlandırılması halinde. Ancak öte yandan, bölgede gizli ve aktif güçlerin bastırılmış yanılsamaları ile hayallerini harekete geçirebilir. Bu güçler arasında yer alan İran ve araçları, Hamas ve müttefikleri, menşei bilinmeyen terörist gruplar, gaspçı İsrail oluşumunun yok olması hayaliyle yaşayan nesiller, şimdi İsrail'e karşı sınırlı veya geniş çaplı düşmanca eylemler için fırsatın uygun olduğunu düşünebilirler. Bu durumda bölge yeniden ve uzun süreli bir şiddet döngüsüne girecek. Bilhassa bazı Arap ülkelerine hakim olan belirsizlik durumunun gölgesinde, radikal güçlerin uyanışı ve beklentilerinin tavan yapması, şiddet içeren ve sınır ötesi doğasıyla tüm Arap ülkelerinin ulusal ve milli güvenliği için stratejik bir tehdit oluşturacaktır. Direniş eylemlerinin geri dönüşü -ki burada hak sahibinin direniş hakkını yok saymıyoruz-  İsrail içini de etkileyecek. Netanyahu ve müttefiklerini güçlendirecek, projesini takviye edecek ve aşırı sağın iktidarda tutunmasını sağlayacak. Bunlar ise ilk önce Filistinliler ve İsrail Arapları, ardından bölge ülkeleri ve özellikle de barış ve istikrar arayışında olan ülkeler üzerinde olumsuz etkiler yaratacak.
Bölgede beklenen güç dengesizliği ve bunun özellikle belirsiz stratejileri, Çin'in yükselen gücü nedeniyle bir dizi müttefik ve dengeli bölge ülkesiyle ilişkilerinin soğuk olduğu bir zamanda, Washington'un politika ve çıkarları üzerindeki yansımaları da ön plana çıkıyor. Aşırı sağcı bir iktidar altındaki İsrail'de iç karışıklık devam ederse ABD ne yapacak? İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı, ABD Başkanı’nın açıklamalarına karşılık "İsrail bağımsız bir devlettir, Amerikan bayrağındaki yıldızlardan biri değildir" yanıtını verdi. Ondan önce de Netanyahu'nun oğlu, Washington'u protestoların arkasında olmakla suçlamıştı. Performansı Washington tarafından boykot ve tecrit edilen rejimlerin performansından pek de farklı olmayan müttefik bir İsrail hükümetinin uygulamaları karşısında ABD nasıl hareket edecek? Yüksek Mahkeme'yi siyasi bir yapıya dönüştürmeye çalışan, seçimlerin ve güvenlik kurumlarının güvenilirliğini sorgulayan Amerikan aşırı sağının izinden giden, popülist, aşırı sağcı bir koalisyon ile nasıl yüzleşebilir? İsrail'in geçmişte olduğu gibi artık Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler arasında bir uzlaşı meselesi olmaktan çıktığı gerçeğini göz ardı edemeyiz. Buna ilaveten, özellikle ABD ve Fransa'daki Yahudi diasporası, İsrail için bir meşruiyet kaynağı olan demokrasinin yıkılmasından, devletinin sivil devlete düşman bir teokrasiye dönüşmesinden büyük bir korku duyuyor.
İsrail'in çehresinin değiştiğine şüphe yok ve iki dönemi de yaşamış olanların çoğu, kurucular kuşağının ölümüne atıfta bulunarak, şimdiki İsrail’in geçmişte tanıdıkları İsrail olmadığını söylüyorlar. Öte yandan, Arap ülkelerindeki karar vericilerin ulusal çıkarlarını korumak için inisiyatifi ele alma kararlılıklarıyla birlikte Arap sahnesi değişti. Ancak aşırılık sadece aşırılık doğurur ve istikrarsız bölgesel ve uluslararası koşullar, büyük güçler dengesindeki bozukluk gölgesinde, Netanyahu’nun bu yolda devam etmesi, bölgeye dizginlenemeyen yeni şiddet dalgaları vaat ediyor.