Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Mutlu yolcu ve bataklıkların muhafızları

Mutlu yolcu ve bataklıkların muhafızları
Komşum uzun bir süre kağıtlarına daldı ama okyanus üzerindeki yolculuk uzun ve sıkıcıydı. Bir diyalog penceresi açtı ben de itiraz etmedim. Singapur'dan ABD'ye giderken Londra'da urduğunu söyledi. Doktor ve araştırmacı olduğunu, konferansta kanserle mücadelede ilerleme ile ilgili bir sunum yapacağını açıkladı. Kanserle mücadeleye katılımını hayatının en önemli yönü olarak gördüğünü, çünkü bunun hayatına kariyer gelişimi veya mali gelirin ötesine geçen bir boyut kazandırdığını vurguladı. Adamın asil, titiz amaçlar taşıdığını hemen sezdim ve bana yolculuğumun amacını sormamasını diledim. Bir tür utanç hissettim. Ben heyecanlı bir hikâye arıyordum, komşumsa kansere çare arıyordu.
Her gencin istifa etmeye çalıştığı bir ülkeden geldiğim için bu yolcuya mücadelesini sürdürebileceği Londra veya New York'ta ikamet etmeyi düşünüp düşünmediğini sordum. Cevap olumsuzdu. Ülkesinde mutlu olduğunu ve yaşamak için saygın bir yer olarak gördüğünü hem istikrar hem de ilerleme politikası izleyebileceğini hissettiğini söyledi. Gelecekle ilgili iyimserliğini artıran şeyin ülkesine komşu ülkelerin şu anda ekonomik durumlarını iyileştirmek için mücadele ediyor olmaları olduğunu söylemesi dikkatimi çekti. Malezya'da neler olduğundan bahsetti ama geçmişin sözlüğünden ayrılan, yüzleşme arayışını bırakan, çabalarını turist ve yatırım çekmeye adayan Vietnam'da olup bitenlere de hayranlıkla değindi. Küçük ülkesinin komşularının ilerlemesinde gerçek bir çıkarı olduğuna dikkat çekti, çünkü ona göre ekonomik ilerleme, özellikle de sakinleri refahın ve ilerlemenin meyvelerini tattıklarında, devletlerin politikasındaki saldırganlık düzeyini azaltır.
Adam benim dinleyici rolünü konuşmacı rolüne tercih ettiğimi fark etti ve bu onu mutlu etti. İradenin ilerlemede ilk rolü oynadığını söyledi. Gelecek, bir kararla başlar dedi. Singapur'un tüm çeşitleriyle doğal kaynaklardan yoksun bir ülke olduğunu, halkının yüksek yoksulluk ve suç oranlarının küçük adanın topraklarında bir arada yaşayan etnikler arasındaki hassasiyetlerin tesiri altında kıvrandığını anlattı. Ülkenin fiili yöneticisinin, yolsuzluk adındaki bir numaralı düşmanı olduğunu ekledi. Kanser bir kişiyi öldürürken yolsuzluk bütün bir halkı öldürebileceğinden, yolsuzluğun kanserden daha tehlikeli olduğuna işaret etti. Bu durumda, Singapur'u başarısızlıklar dünyasından öncülük dünyasına taşıyan sürecin gerçek lideri Lee Kuan Yew'in adının ön plana çıkmasının kaçınılmaz olduğunu belirtti. Konunun dürüst, vizyon sahibi, karar alıp uygulayabilen bir hükümet gerektirdiğini söyledi. Biraz utandım. Ülkemde bu tür kelimeleri duymayalı epey zaman geçmişti; vizyon sahibi, karar alıp uygulayabilen dürüst bir hükümet. Singapurlu komşum daha da ileri gidip bana “Lübnan neden Singapur gibi değil? Neden ters yöne yelken açtı?” diye sormadan önce kaptanın emniyet kemerlerimizi bağlamamızı istemesini temenni ettim.
Muhatabım, ülkesindeki kamuoyunun yolsuzluğa asla müsamaha göstermediğini ve başarısızlığa asla göz yummadığını söyledi. Bilhassa eğitim seviyesindeki iyileşme, modern nesiller ürettiği, yaratıcılık ve çağın gereklerine uyum sağlama olanaklarını ikiye katladığı için bu gerçeğin vatandaşa, çocuklarının kaderinin yetenekleri iyi kullanan emin ellerde olduğu hissini verdiğini ifade etti. İyi eğitim, gelişmiş sağlık hizmetleri, fırsat sunumu, finansal ve mali konum ile teknolojik ilerlemeye katılımın, bir Singapurlunun daha iyi günler hayal etmesini sağlayan unsurlar olduğuna, ilerlemeye devam etmek için umudu sürdürmek gerektiğine dikkat çekti.
Singapur yoksulluk, suç ve bataklıklar altında uyurken, birkaç on yılda ilham verici bir başarı öyküsüne dönüştü. Yaratıcı yönetim, etnik farklılıkları ekonomik ilerleme potasında eritmeyi ve insanların yaşam standartlarını iyileştirmeyi başardı. Hükümet, vatandaşlardan miraslarından vazgeçmelerini talep etmedi, ancak mirası çocuklarının üzerinde patlayan bombalara dönüştürmemeleri, yaşanabilir bir ülke inşa etmeleri için onları teşvik etti.
Mutlu yolcu bana ülkemin durumunu da sordu. Neyse ki, ayrıntılara vakıf değildi, zira bana şunları sormasından korktum: Bir halk kafası kopuk bir cumhuriyette yaşamayı nasıl kabul edebilir? Bin koltuk değneğine dayanan, yürüyemeyen bir yönetim altında yaşamayı nasıl kabul edebilir? Merkez Bankası Başkanı’nın, yıkımı yaratan ve kalıcılığını koruyan sistemdeki geniş ortak ağı ile yolsuzluk ve “kara para aklamaya” karıştığı yönündeki iç ve dış suçlamalara rağmen, işinin başında kalmaya devam ettiği bir ülkede yaşamayı nasıl kabul edebilir?
Kıskandım. Neden toprağımız cimri ve sadece tuzaklar ve mayınlar üretiyor? Bu toprak neden Lee Kuan Yew'e benzeyen bir adam doğurmuyor? Neden kendi mezhep kampı dışında güvenilirliğe sahip, gelecek vaat eden bir lider doğurmuyor? Neden irade, dürüstlük ve hukukun üstünlüğü sözleri kayboldu da günler bataklığa dönüştürüldü, dağların kayaları satıldı, aşağılanma ülkenin sakinlerine genelleştirildi, gençleri “ölüm botlarıyla” bile olsa göçe zorlandı?
Dönüm noktası yaratan bir adam, uygulanacak fikir üretmeyen cimri bir ülke. Yoksulluk, fanatizm, patlayıcılar ve İHA’lar içinde bir tabur yarıklarla dolu haritalarda bocalayan iç karartıcı bir ülke. Sanki tarihten bize bu korkunç çöküşten başka bir şey miras kalmamış gibi. Sanki bu kanserli çöküş ve intihar etme arzusunun tutsağıyız. Geleceğin kanı, yozlaşmış ve başarısız olanların dişlerinde parlıyor.
Singapurlu arkadaşıma kanserle mücadele konferansında başarılar diledim. Mutlu bir yolcuydu ve sonunda istikrarlı ülkesine geri dönecekti. Pasaport satın alma veya alternatif bir vatan kiralama ihtiyacı hissetmiyordu. Çocuğu olursa suçluluk duymayacaktı. Adasında umut, hukuk, polis, mahkeme, yarışan ve ilerleyen fikirler vardı. Bir insanın hafızasının iç savaş hikayeleri, haritaları bataklığa çeviren acımasızların yaratıcılıklarıyla dolu olması yerine, hayatının bir bölümünü bu tür asil bir amaç için harcaması hoşuma gitti. Bataklıkların muhafızları tarafından yönetilen yarıklarla dolu, vatandaşlarının yakalandıkları kanserleriyle ömürlerini tükettikleri, gamlı doğup aşağılanmış olarak öldükleri haritalar ne kadar acımasızdır.