İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Çözüm, etik iş birliğidir

ABD Ortadoğu bölgesinden ne istiyor? Kalmak mı istiyor, yoksa sonsuza kadar ayrılmayı mı düşünüyor? Washington özellikle şimdi, siyasi bir huzursuzluk ve ekonomik çalkantı içinde yaşarken bir karar veremiyor gibi görünüyor.

Amerikan siyasetinin babası ve kurnaz siyasetçisi Henry Kissinger, başyapıtı olan "The World Order: Reflections on the Vanguards of Nations and the Course of History" kitabında, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, ABD'nin dünyadaki istisnai rolünü hevesle vurgulamaya devam eden tüm başkanlarının aksine, bugün kendisini kararsız diye tanımlıyor.

Bugün ABD, Başkan John F. Kennedy'nin 20 Ocak 1961'de görevi devraldığında yaptığı ve ülkesini "özgürlüğün bekası ve refahı için tüm bedelleri ödemeye, tüm yükleri üstlenmeye, tüm zorluklara göğüs germeye, tüm dostları desteklemeye ve tüm düşmanlara karşı çıkmaya" çağırdığı konuşmasında gösterdiği yüzünün tam aksi görünüyor.

ABD kökten değişti ve Ortadoğu'nun sahipleri, bölgelerini "kum, kan ve gözyaşından” ibaret bir bölge olarak tanımlayanları defalarca duydu.

Buradan, Ortadoğu'dan çekilme, bugününü ve geleceğini uzun süre kalma maliyetine katlanmadan evlatlarına bırakma çağrısı yapan izolasyonistlerin sesleri yükseldi. Amerikan politikasının şahinleri yıllarca, Ortadoğu'dan askeri olarak çekilmenin bölgede kaotik bir boşluk yaratma tehdidi oluşturacağını savundular. Ancak Beyaz Saray sakinleri ve özellikle "perde arkasından liderliği" tercih eden Barack Obama yönetimi kulaklarını tıkadı.

Ancak geçtiğimiz haftalar bize bir yandan Kissinger'ın görüşünü teyit ettirirken, diğer yandan "tek Amerikan ruhunda zıtların eşitliği" fikrine olan inancımızı güçlendirdi.

Washington askeri olarak Ortadoğu'da kalıp siyasi olarak geri çekilmek mi istiyor? Yanıtın bir kısmını, ABD Hava Kuvvetleri'nin eski yüksek rütbeli komutanı Nathan Olsen'ın 14 Mayıs'ta Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü aracılığıyla sunduğu bilgilerde bulabiliriz.

Eski Hava Kuvvetleri komutanı Olsen'in sunduğu bilgilerin konusu, ABD'nin Ortadoğu'daki askeri avantajlarını sürdürme zorunluluğu etrafında dönüyor.

Son ABD askeri stratejisinin yapımcıları, Ortadoğu'daki çıkarlarını hedef alabilecek saldırıları caydırmak amacıyla ABD'nin ulusal çıkarlarını desteklemenin yanı sıra müttefiklerini ve ortaklarını savunmayı, askeri kuvvetin ve savunma sisteminin direnme gücünü pekiştirmeyi hedefliyor.

Amerikan askeri stratejik zihinleri, bugün rahatsız bir gerçekle karşı karşıya kalmış gibi görünüyor. O da ABD hükümeti dünyanın bu bölgesinde faaliyet gösterme biçiminde büyük değişiklikler yapmazsa, üsler ve hava üstünlüğünün yanı sıra yüksek teknolojili silahlar ve tarihsel bir mirasa sahip istihbarat gibi Amerikan ordusunun Ortadoğu'da sahip olduğu avantajlar da sonunda ortadan kalkabilir.

Washington tabiri caiz ise tarihsel kazanımlarını korumak için yeni yollar açmadıkça, Ortadoğu ülkeleriyle bu askeri iş birliğinin sonsuza kadar sürmeyeceği, askeri ve siyasi Amerikan sahnesini yönetenler için bir sır değil. Özellikle de Rusya ve Çin'in Ortadoğu'daki askeri varlıklarını ve nüfuzlarını artırma, yapabilirlerse geleneksel Amerikan gücüne karşı koyma veya zayıflatma istekleri göz önüne alındığında.

Dolayısıyla Washington'ın büyük güçler arasındaki rekabetin damga vurduğu bu çağda, geleneksel avantajlarını korumak için kararlı ve ölçülü adımlarla ilerlemekten başka seçeneği yok.

Paralel bir düzeyde ve siyasi açıdan, Suudi Arabistan Krallığı ile İran arasında Çin'in arabuluculuğuyla bir ön mutabakatın imzalanması, İkinci Dünya Savaşı'ndaki büyük Amerikan zaferinden sonra olduğu gibi, Ortadoğu'nun artık tamamen Amerikan olmadığının göstergesi. Son olarak "Salte" dergisi de buna dikkat çekti ve bu değişimin, ABD'nin her geçen gün Ortadoğu'dan uzaklaştığının kabul edilmesinden kaynaklandığını vurguladı.

ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik revizyonları sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi gibi de görünüyor. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın Suudi Arabistan, BAE ve Hindistan'ı kapsayan ve Amerikan meseleleriyle ilgili gözlemcilere ve siyasi analistlere “Arkasındaki sebep nedir?” sorusunu sorduran turu, bunun kanıtı. Bu turda Sullivan, bölgesel entegrasyonun köklerini sağlamlaştırmanın yanı sıra, özellikle uzun vadeli altyapı projeleri ve Washington ile ortakları arasında ve birbirleri ile ekonomik entegrasyonun teşvik edilmesi gibi birçok önemli konuyu görüştü.

Arap Körfez bölgesi, Hindistan ve Ortadoğu'daki bazı ülkeleri birbirine bağlayan demiryolu ağları kurmaya yönelik büyük bir stratejik projeden bahsedilmesi, Biden ve yönetiminin küresel altyapı ve yatırım için yeni bir ortaklığa yönelik vizyonunun kanıtı.

Ortadoğu ABD için neden vazgeçilmez? Ekonomik açıdan bakıldığında, şimdiye kadar temiz enerji alternatifleri hakkında söylenen her şeye rağmen enerji faktörü, Amerikalıların Ortadoğu'nun önemine dair farkındalıklarında önemli bir etken olmayı sürdürüyor gibi görünüyor. Zira enerji, küresel ekonominin koşullarında halen büyük ve önemli bir rol oynuyor.

Bununla birlikte, coğrafi konum, demografik ağırlık, mevcut ve yaklaşmakta olan uluslararası kutuplar çatışması, bölgeye gelecekteki dünyayı şekillendirecek etmenler içindeki rolünü yeniden duyurma imkânı veriyor.

Cidde'deki son Arap zirvesi, Amerikalılarla doğu ve batıdaki diğerlerinin, farklı bir Ortadoğu Arap dünyasının beklediklerinden daha hızlı şekillendiğini anlamaları için bir sebep miydi? Cevap, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın zirvenin açılışında yaptığı konuşmada yatıyor: “Suudi Arabistan, Arap bölgesinin bir çatışma alanına dönüşmesine izin vermeyecektir. Araplar yeniden ilerleme ve kalkınma için yarışacaklarını kanıtlayacaklar. Bunu her gün ispatlayacaklar.” Kararsız bir ABD’ye oynanan bahis, Ortadoğu'nun geleceğine dair kendine güvenen Arap vizyonunu artık değiştiremez veya düzenleyemez.

Sonuç; Amerikan pragmatizmi artık faydasız, çözüm etik iş birliğidir.