Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Fransa’nın yarını

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bile ülkesindeki şiddet olaylarının sona erdiğine inanmıyor. Bu isyanlarda 5 bin araba ve  en az bin binanın yakıldı. Beş gün süren isyanlarda okullar, kütüphaneler, spor salonları, belediyeler, dükkanlar soyuldu, belediye başkanları saldırıya uğradı...

Küllerin altında ateş olduğuna ve bundan sonra yaşanacak sürecin kolay olmayacağına dair genel bir kanı var.

Macron'un öfkenin nedenlerini nasıl teşhis ettiğini duyarsanız, onu herhangi bir üçüncü dünya ülkesinin devlet başkanı sanırsınız. Medyayı kışkırtıcı iletişimle suçluyor, şiddet içerikli video oyunu etkisinden ve bunun ergenlerde uyandırdığı onu taklit etme arzusundan bahsediyor. Hatta ebeveynleri onları cezalandırmakla tehdit ediyor. Çünkü gece yarısından sonra çocuklarını sokaklara bırakıp ortalığı kasıp kavurmalarına göz yumuyorlar(!) Sorunun daha büyük olması ve uçurumun derinleşmesi dışında hepsi bir açıdan doğru.

Fransa zamanla demografisini değiştirdi.

Sömürge ülkeler ise tehlikeyi hissettiklerinde kapılarını insan akınına karşı kapalı tutamadılar. Fransa ise göçmen alımını durdursa üretim sektörü boğulur, felç olur. İhtiyacı olan iş gücünü kaybederse değerleri tersine döner, özellikleri değişirdi.

Paris'te yürürsün ve 20 yıl önce bildiğin Fransa'yı bulamazsın. Öğrencilerin, aydınların ve yayın arayanların uğrak noktası olan en önemli kütüphanelerin bulunduğu St. Michel Caddesi'nde bir süpermarketin önünde kutularca sebze sergilendiğini ve ayakkabıdan şarap şişelerine ve çarşaflara kadar her şeyin aynı anda satıldığı dükkânları görünce şaşırırsınız.

Varoşlarda yetişen gençliğin dertleri mahallelerine hapsoldu. Sanki kendilerinden başka kimseye bir tehditleri yokmuşçasına sinirleniyor, patlıyor ve polislerin karşısına çıkıyorlar. 12 yaşın altındaki çocuklar da dahil olmak üzere daha hızlı, daha sert, daha şiddetli, daha inatçı ve sabote etmeye daha kararlılar.

Bununla birlikte, Fransa'da pek çok öfkeli insan var ve sokakta kendilerini gösterip ifade etmeye motive olanlar yalnızca göçmenler değil. Son yıllarda bir dizi protesto dalgası gördük. Önce ‘sarı yeleklilerin’ peşine düştük, onların ardından da Kovid-19 pandemisi sürecinde aşı karşıtı gösterileri izledik. Maskeli protestocular, emeklilik sistemi reformuna karşı çıkanlar… Ayrıca Fransa'nın batısındaki Saint-Solen'de yeraltı sularını endüstride kullanmak için toplama havuzları projesini durdurmak isteyenler gibi sanayicinin açgözlülüğünden çevreyi korumak isteyen binlerce insan var.

Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, aşırı sağın yanı sıra aşırı solun da polis memurlarına karşı şiddet uyguladığını ifade ederek bunun ‘tarif edilemez ve göz ardı edilemez’ olduğunu söyledi. Saint-Solen'de, demir toplar, taş ocakları, yangın çıkarıcı malzemeler, bıçaklar ve baltalar dahil olmak üzere tehlikeli ekipman ve silahlar bulundu.

Şiddet de politiktir ve Fransa bölünmüştür. Polisi aklamak ve Nael isimli çocuğu şeytanlaştırmak için çalışanlar ile polisi şeytanlaştırıp genci güvenlik görevlisinin acımasızca işini bitirdiği bir kurban haline getirmek isteyenler arasındaki uçurum büyüyor.

17 yaşındaki Cezayir asıllı Nael'i polise uymayı reddedince öldüren polisin ailesine destek olmak için para toplayanlar var. Bazılarının ‘Gurur Fonu’, diğerlerinin ise ‘Utanç Fonu’ olarak adlandırdığı kampanyayla yaklaşık bir buçuk milyon euro toplandı. Genç Nael'in ailesi için toplanan yardım miktarı ise 300 bin avroyu geçmedi. Öfke ve devrim sahnelerini, vandalizmi, kağıttan yapılmışçasına yıkılan binaları görüp geçtiğimiz günlerde yanan arabaları izleyenler, şehirlerin ve varoşların hepsinin tıkanıklık içinde olduğunu düşünüyor.

Fransa şokta, korkuyor ve kolay görünmeyen bir gelecekten endişeli. Birbirini izleyen hükümetler, konut, eğitim, spor, sanat ve ulaşım projelerine milyonlar harcayarak varoşlarda yaşayan halka yardım etmek için çok şey yaptı. Ancak hayatlarının düzelmediğini, iş beklentilerinin daha iyi olmadığını ve okulun onları daha büyük başarılara hazırlamadığını söylüyorlar.

Paris'in Saint-Denis banliyösünün durumunun kontrol altında tutulması için geçtiğimiz yıllarda bakanlık organları tarafından neredeyse her gün ziyaret edildiği ortaya çıktı.

Ama ‘yoksulluk pislik doğurur’. Salgın, Ukrayna savaşı ve ekonomik krizlerin ardından göç sorunları ve zulüm duygusu tırmanıyor. Öte yandan, bazı Fransızlar kendilerine benzemeyen yeni bir insan kategorisi tarafından giderek daha fazla kuşatılmış hissediyorlar. Birçok yerde olduğu gibi siyasetin de vicdanı ve ahlakı yoktur, çoğu zaman yatırımdır, fırsatçılıktır, duygu sömürüsüdür.

Trajedi şu ki, bu tür ucuz, insanlık dışı sömürü, köklü demokrasilerde bile seçmenlerin kalbine ulaşmak ve sandık kazanmak için bir gerekçe haline geldi.

Geçtiğimiz günlerde protestocuların çılgınlığı ve çirkinliği, daha fazla kısıtlama, ırkçılık ve tecrit hakkında daha yüksek sesle konuşma ve katı yasaların çıkarılması için bir gerekçe olacak. Şiddet sahneleri kolay kolay unutulmayacak. Kararlı adımlar atılmalı.

Öte yandan, rengi veya kökeni nedeniyle hedef alındığını hissedecek olan insanlar da var.

Fransa iki ateş arasında kayboldu. İki taraftan da siyasetçiler, medya kuruluşları ve yazarlar yakıt ikmaline ve seferberliğe katıldı.

Süreç yangınlar, kırılma ve kayıplarla, daha fazla ırkçı konuşmayla ve çok az bilgelik ve sağlıklı düşünceyle sona erdi.