Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Ufuksuz

Fransa 1960’lı yılların başında Cezayir'den ayrıldıktan sonra birkaç yıl Paris'te ‘Minute’ (dakika) adlı bir gazete yayınlandı. Minute, tabloid boyutunda, kaba yazılmış, kâğıt ağırlıklı, grotesk bir tarza sahip ve içerik olarak iticiydi. Fransız aşırı sağını temsil ediyordu, çok şiddetli ve aptalca içerikleri vardı.

Charles de Gaulle, cumhurbaşkanı olarak her sabah Fransa'nın bütün gazetelerini okumak zorundaydı. Ama karısı ona karşı nazik davranarak sabah gazete koleksiyonuna ondan önce gider ve Minute'i çöpe atardı. Minute ile başlayan bir gün hayal edin. Bu önemsiz ve gergin sözlü şiddetten, sosyal ve politik şiddet ve geri kalmışlık doğdu. Ancak ‘ışık şehri’ Paris’te Minute, saygı görmeyen marjinal bir gazete olarak kaldı. Sonra bu kategorideki diğer yayınlar, sol ve sağ, onunla birlikte çıktı. Fransız tarzında sözde merkez sol galip geldi ve sinirlilik olgusu ve iddialarda ve safsatalarda elitist hastalık belirtileri genel olarak azaldı. Bu bayağılıkların doruğunda, Jean-Paul Sartre büyüklüğünde bir entelektüel, Maoizm ve Çin'deki ilk meselesi klasik resim ve müziğin yok edilmesi olan ‘Kültür Devrimi’ ile yakınlaştı. Söz konusu devrimde en az iki milyon insan öldürüldü.

Bir bakıma Sartre, insan dinginliği ve kültürel düzeyler konumunda Minute ile eş tutulmuştur. Aşırı aptal sağ ile aşırı önemsiz sol arasında anlamlı bir fark yoktu. Çin gibi Fransa da coşkulu müzik gibi gösterilere eşlik eden saçmalık, şiddet, nefret ve ateşin bedelini ödedi.

Göç, tüm Avrupa'da çok ciddi bir sosyal ve politik sorundur. Ve şimdi Tunus, Libya, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerde sorun olmaya başlıyor. Çözüm uzak, ama çözümün uzak ya da yakın olması fark etmez. Bu krizin çözümü şiddetle ve sokakta olmamalı.

İnsani meselelere tek gözle bakmak günümüzde artık uygun değil. Zira hayat bütündür, yarım değil. Şiddet bir çözüm değildir. Sorunlar artık sömürge zamanlarındaki gibi siyah beyaz değil. Her vaka, diğer yirmi vakayla örtüşüyor. Şimdi her şehrin bin kimliği, yirmi dili ve bin rengi var.

İnsanın özümseme konusundaki yetersizliğinin bir örneği olan Fransa, yok olmayı reddeden bir geçmiş ve var olmayı reddeden bir gelecek arasında bulunuyor. Sosyal farklılıklar arttıkça ve gecekondu mahalleleri çoğaldıkça ikilem daha da karmaşık hale geliyor. Rahat mahallelerde bir arada yaşamak daha kolaydır ve her iki grup (ülkenin yerlisi ve yeni gelen, yabancı, yerinden edilmiş, mülteci ya da kısaca ‘Bidoon’ dediğimiz diğeri) için de kırgınlık daha azdır. Tüm bunlar ufuksuz hale geldiğinde, sorun çözüm kapsamının ötesine geçer.