Sam Mensa
TT

İsrail zayıflığı

İsrail'deki protesto hareketi ya kasıtlı ihmal nedeniyle ya da olayın bölgedeki öneminin ve gelecekteki yansımalarının farkında olunmamasından dolayı Arap medyasında gerektiği boyutta yer almıyor. Öncelikle bu radikal hükümetin politikasının ve Knesset'in yargı reformu kararının mevcut siyasi ortamla ilgili bir sapma mı yoksa krizin sırrı olan İsrail demokrasisinde bir dönüm noktası mı olduğunu sormak gerekir.

7 Ocak 2023'ten bu yana ülkenin dört bir yanındaki şehirler, hükümetin kapsamlı yargı reformu dediği şeye karşı yüz binlerce kişinin katıldığı geniş çaplı gösterilere, grev ve açlık grevine tanık oldu.

Yasa tasarısına itirazlar, tasarının geçmesi halinde görevlerini yerine getirmeme sözü veren İsrail Hava Kuvvetleri ve diğer seçkin ordu birimlerindeki binlerce yedek askere kadar vardı. Bu şiddetli muhalefete rağmen Knesset oylaması, yargı reformunun hızla devam ettiğini gösterdi. Bu bağlamda şu ana kadar kanlı ve şiddetli bir darbe girişiminin yaşanmadığını belirtmek gerekir. Bununla beraber, hakkında sık sık konuşulan mayalanmış bir "iç savaş", işlerin gidişatını düzeltecek köklü bir değişikliğin olmaması durumunda olası ihtimal olmaya devam ediyor.

İsrail'deki krizin sonucu için pek çok olasılık var ve bunların üçü öne çıkıyor; kriz yönetimi ve yerinde sayma, bir dış tehdit veya bir dış düşmanla savaş yoluyla krizi ihraç etmeye çalışacak İsrail’in içinden çılgınca bir eylem riski.

Her ne kadar bazıları krizin çözülebileceğine ve ilk çıkış yolunun altıncı kez seçimlere gitmek olduğuna inansa da ilk olasılık en büyük ihtimal olmaya devam ediyor. Ama bildiğimiz gibi seçim deneyimi, anlaşmazlığı çözmedeki başarısızlığını kanıtlamış bulunuyor. Merkez ve solun seçimlerde başarılı olması halinde, bu kez protestolar soldan daha şiddet yanlısı ve agresif olan sağa kayacak. Bu durumda en başa, yani yerinde saymaya ve ihtilaflara, grevlere, gösterilere, hukuki çekişmelere ve istikrarsızlığa geri dönülecek.

Bu çıkarım, keskin bölünmeye ve çeşitli güçler arasındaki denge nedeniyle seçimlerin tekrarlanmasının beyhudeliğine dayanıyor. Bu ise krizin ucunun açık olduğuna gösteriyor. İsrail toplumunun büyük kesimlerinin bağlı olduğu demokratik süreci önemli ölçüde daraltmaya yönelik girişimlere rağmen, siyasi sistemin doğası gereği, bir partinin meseleleri kendi lehine çözme kudretine sahip olduğunu tasavvur etmek de zor. Sonuç olarak, kriz nihai çözümlere ve uzlaşmaya açık olmaktan ziyade bir kriz idaresi ve kontrolü süreci yaşamaya aday.

İkinci olasılık, tek başına İsraillileri birleştirebilecek olan dış tehdittir. Ama İsrail'i kendi içine düştüğü durumdan kurtarmak için bu fırsatı ona kim sunacak? Bölgede böyle bir maceraya aday olabilecekler, İran, Hizbullah ve Hamas gibi müttefikleri ile onun bayrağı altında toplanan diğer gruplardır. Ancak özellikle İsrail'in çökmekte ve yok olmakta olduğuna, bunun bir an meselesi olduğuna dair kesin kanaatleriyle hiçbirinin bu tür bir maceraya atılması pek olası değil.

Üçüncü olasılık, İsrail hükümetinin, ileriye doğru kaçmak amacıyla çılgınca eylemlere başvurmasıdır. Sorunu ihraç ederek ve örneğin nükleer faaliyetleri bahanesiyle İran'a saldırmak yoluyla sorunu bir iç meseleden dış savaşa dönüştürmesidir. Başbakan Binyamin Netanyahu'nun pervasızlığı ve hatalarının boyutu ne olursa olsun, bu aşamada tamamen uzak bir ihtimal olan bir Amerikan yeşil ışığı olmadan bu eylemi gerçekleştirmesi pek olası değil. Gazze ve Cenin'de olduğu gibi Filistinlilere yönelik askeri operasyonların genişletilmesi ise muhalefet lideri Yair Lapid'in desteğine rağmen, Cenin'deki son operasyonun gösterdiği gibi muhalefetin ilgisini saptırma konusunda gereken etkiyi yaratmayacaktır.

İsrail'de olup bitenler, dini, kültürel ve sosyal faktörlerin iç içe geçtiği tehlikeli ve karmaşık olaylardır. Bunların yaşanacağını nihayetinde ne İsrail'in müttefikleri ne de muhalifleri düşünüyordu. Verdiği ve vereceği zarar büyük ve sonuçları geniş kapsamlı olabilir. Bunların en göze çarpanı, İsrail'e Yahudi göçünü durdurması ve tam tersi göçü, özellikle de beyin göçünü teşvik etmesidir. Asıl tehlike burada gizli, çünkü en etkili ve aktif kesimlere uzanacak ki bu da İsrail'in statüsünü, bilimsel, mali, teknolojik ve hatta askeri konumunu olumsuz yönde değiştirebilir. Bu ise tabii ki uzun bir süre sonra zayıflamasına, birden fazla yönden ve seviyeden tehditlere açık haline gelmesine yol açacaktır. Beyin göçünü Batılı ve liberal yönelimli yatırımların ve toplumsal tabakaların göçü takip edecek , hatta bu, beyin göçünden de önce gerçekleşebilecektir. Orta ve uzun vadede bu durum, dini fanatik ve şiddet yanlısı radikal güçleri güçlendirecek ve İsrail toplumunun kalan liberal kimliğini sonsuza dek gömecektir.

Bu iç çatışma henüz başlangıç aşamasında ve rakip güçler hâlâ şekilleniyor. Sağ, Knesset'teki çoğunluğuna güveniyor ve belkemiğini, ultra-Ortodokslardan Haredi Yahudileri ve dindar milliyetçilere kadar her türden dini grup oluşturuyor. Netanyahu onların desteğine güveniyor ve kampanyasını yeni seçkinlerin eskilere karşı, haklarından mahrum bırakılanların ayrıcalıklılara karşı bir sınıf mücadelesi olarak tasvir ediyor.

Resmi tamamlamak için seyirci kalan Filistin pozisyonuna da atıfta bulunulmalıdır. Filistinliler içinde bulundukları vahim durum nedeniyle bu yaşananlara seyirci kalıyorlar. Muhalefet, yargı reformu ile hükümetin Filistinlileri kontrol etme politikası arasında doğrudan bir ilişki olduğunu açıkça belirtemese bile bu mesele, bazı muhalif güçlerin yerleşim yerlerini ilhak etmeye devam etmenin imkansız olduğunun farkına varması yönünde netlik kazanmalı. İsrail muhalefeti ayrıca daimi ikamet izni olsun ya da olmasın Doğu Kudüs’teki Filistinlilere uyguladığı gibi Batı Şeria'dakilere de kalıcı kuşatma dayatmasını sürdürmenin imkansız olduğunu anlamalı. İsrail toplumunda meydana gelen bu kademeli dönüşüm, Filistinlileri kontrol etmeyi arzulayan savaş çığırtkanı bir toplumdan, barış ve adaleti destekleyen bir topluma geçiş için gerekli olan nadir bir olumlu işarettir.

Bu durumda şu problem ortaya çıkıyor: İsrail'in zayıflığı Arapların çıkarına mı?

Cevap karmaşık. Çünkü halkların ve rejimlerin İsrail ve geleceğine yönelik tutumları mutabık olmak zorunda değil. Ancak her halükarda asıl tehlike, İsrail'de istikrarsızlığın hakim olması durumunda bölgedeki güç dengelerini etkileyebilecek istikrarsızlık ve bunun Ürdün, Mısır ve bazı Arap Körfez ülkelerine yansımalarıdır. Aşırı sağın muhalefetle mücadelesini kendi lehine sonuçlandırması halinde olacaklardan bahsetmiyoruz bile, çünkü o zaman pişmanlığın ne Araplara ne de İsraillilere bir faydası olmayacak.