Vahdettin İnce
Yazar
TT

Ne olacak şu İslam aleminin hali?

Gün geçmiyor ki İslam alemi yeni bir olayla sarsılmasın. İşgallerin, darbelerin, göçlerin, kaçışların, iç çatışmaların, terör saldırılarının ardı arkası kesilmiyor. Bir zamanlar bu kaotik ortamdan kaçıp herhangi bir batı ülkesine sığınanlar kurtulmuş sayılırlardı. Son Yeni Zelanda katliamı gösterdi ki dışımızdaki dünya da bizim için artık güvenli değildir. Uğursuz bir saldırı altındayız ki önümüzü göremiyoruz. Bir karanlık çökmüş üzerimize bu nedenle el yordamıyla yürüyoruz ve ayakta durmaya çalışıyoruz. Aslında İslam alemi sosyal, siyasal, özellikle düşünsel anlamda grogi vaziyetindeki bir boksör gibi hedefini bulamayan, dışarıdan bakınca yürek burkan çırpınıştan öteye geçmeyen davranışlar sergiliyor uzun zamandan beri.
Bu açıdan kırılma noktası birinci dünya savaşı olsa da bunun geçmişi çok eskilere dayanır. Oryantalistlerin bölgeye yoğunlaştıkları dönemlere kadar götürebiliriz. Birinci dünya savaşında yaşanan askeri yenilgi asırlar öncesinde başlayan ve oryantalistlerin etkisiyle oluşan ruhsal hezimeti sadece perçinledi, alenileştirdi.
Bu yüzden dünyanın gidişatını, kendi durumumuzu sağlıklı olarak okuyamıyoruz. Siyasal, sosyal ve en önemlisi düşünsel bir krizin girdabında çırpınıyoruz. Boğulduğunu hisseden insanımız da can havliyle kendini dışımızdaki dünyanın tel örgülü sınırlarına vuruyor, denizlerinde boğulmayı göze alıyor.  
Dünyanın şu veya bu bölgesinde yaşayan Müslüman azınlıklara yönelik Yeni Zelanda’dakine benzer bir saldırı yaşandığı zaman da bu krizi yönetecek bir kolektif aklımızın olmadığını fark ediyoruz. Tepkilerimiz ciddiye alınmayacak kadar cılız, bölük pörçük ve sonuçsuz kalıyor bu yüzden. Belki de bu son kriz bağlamında Yeni Zelanda başbakanının sergilediği tavır bu nedenle her hangi bir İslam ülkesinin liderinin tavrından çok daha dikkat çekti, çok daha ağırbaşlı olarak belirginleşti.  
Akıl, Arapça bir kelime olarak “bağlamak” anlamına gelir. “Zeka” kavramı içinde değerlendirebileceğimiz bedensel güçlerin etkinliklerini, duyuların algıladıklarını bir sonuca bağlama yeteneği olduğu için bu isim verilmiştir. Uzun zamandır gözlemlenen davranışları, bir türlü aşılamayan krizleri düşündüğümüz zaman kolektif aklımızın devrede olmadığını söyleyebiliriz bu yüzden. Duyularımızın algıladığını, düşünürlerimizin ortaya koyduğu bilgileri bir değere dönüştürecek mekanizmanın eksikliği işte bugünkü gibi bir dibe vurmuşluk olarak kendini gösteriyor. Gücümüz var, ekonomik imkanlarımız dünyanın herhangi bir yerinden eksik değildir. Parlak fikirler ortaya atan düşünürlerimiz az sayılmaz. Ama bugünkü tükenmişlik haline de bir çare bulmaktan fersah fersah uzaktayız sosyal akıl yoksunluğundan.
Yapılacak şey aklımızı başımıza almaktır. Burada bireysel akıldan bahsetmediğim açıktır. Bu çöküş döneminde bile bir uçtan bir uca İslam aleminin her tarafında çok parlak düşünürler çıkmıştır, çıkmaya devam ediyor. Ama ben kolektif aklın yokluğundan söz ediyorum. Bu parlak düşünürlerin ulaştıkları sonuçları bir değere dönüştürecek mekanizma olmayınca biz değil, yine başkaları onlardan istifade ediyor nitekim.
Şu halde bir durum tespiti yapmamız kaçınılmazdır. Ne oldu bize?
Bazılarının iddia ettiği gibi İslam’ın dünyaya söyleyecek bir sözü mü kalmadı? Yoksa İslam’ın miadının dolduğuna inanmamız için mi bu günkü kaotik ortam oluşturuldu? Ben, ta başından beri emperyalizmin bölgemize yönelik tüm faaliyetlerinin bu amaca yönelik olduğuna inananlardanım.
Önce yukarıda söylediğim gibi oryantalistlerini gönderdiler; bizi bilimsel araştırma adı altında didik didik araştırdılar. Zayıf ve güçlü noktalarımızı tespit ettiler. Sonra bilimsel saha araştırmaları adı altında topladıkları bilgileri akademiyalarında bilimsel teorilere dönüştürdüler. Ordularını işte bu bilgiler ışığında üzerimize gönderdiler. Bu son askeri saldırıların haçlı ve Moğol istilasından bile daha kalıcı olmasının sebebi işte bu güya bilimsel verilerdir. Başarılı da oldular. Çünkü tarih boyunca maruz kaldığımız bütün saldırılar en nihayetinde ordularımıza veya ekonomimize yönelik olurdu. Can kaybımız olurdu ama yeniden toparlanmamızı sağlayacak kolektif aklımız yerinde olduğu için de kısa süre de toparlanırdık. Bu son saldırı da ise kolektif aklı temsil eden tüm değerlere topyekun bir saldırı düzenlendi ve böylece şu anda yaşadığımız kaotik süreç kalıcı hale geldi.
Birinci dünya savaşından sonra parçalı bir bölge armağan ettiler bize. Yüz senenin sonunda coğrafi sınırların aslında zihinlerimize, ruhlarımıza çizildiğini anladık. Soğuk savaş döneminin ardından çizilen bu sınırların içinde iyice atomize olacak şekilde iç bölünme sürecini devreye soktular. Arap baharı dediğimiz süreç bunun için altın bir fırsat oldu. Hezimetimiz bir kez daha pekişti ve bu sefer dışımızdaki sınırların benzeri yüreklerimize çizildi. Şimdi kendi kendini imha etmeye çalışan bir medeniyet görüntüsü veriyoruz. Çözülüyoruz, dağılıyoruz. Tedbir alınmazsa tükeneceğiz. Bizim için bir tarihin sonu, bir eskatoloji hazırlamışlar.
Tedbir, kesinlikle şiddeti dışlamakla başlar. İslam aleminin her köşesinde her türlü şiddet ve silahlı kalkışma şartlar ne olursa olsun devreden çıkarılmalıdır. Teenniyle, ağır başlılıkla, sabırla hareket etmeliyiz. Bireysel akıllarımızın ürettiklerini değere dönüştürecek kolektif aklın oluşması için gerekli kurumlarımızı yeniden ihya etmeliyiz.
Aklımızı başımıza almalıyız.