Selman Dusari
Suudi Arabistanlı gazeteci, Şarku'l Avsat eski genel yayın yönetmeni
TT

Suudi Arabistan’a yönelik Erdoğanca düşmanlık

Birkaç gün önce Japonya’nın Osaka şehrinde sona eren G20 Zirvesi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayalleri ve hesaplarına yeni bir büyük darbe indirdi. Suudi Arabistan’ın  katılımının ulaştığı boyuta, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yarattığı momentuma ve dünya liderlerinin ona yönelik büyük ilgisine tahammül edemediği için de Suudi Arabistan’a yönelik elbette “Sultan”dan yani ondan başka herkes için çözülmüş olan Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayından yola çıkarak alışılmış düşmanca açıklamalarda bulundu.
Erdoğan’ın bu Suudi Arabistan’ı kötüleme çabası ilk değildir. Zirvede ülkesinin rolünü pekiştirmek yerine bir kez daha aynı şeyi yaparak başarısız girişimlerini tekrarladı. Bununla tek amacı vardı o da: Esasen şiddet ve terörü destekleyen, herkesten önce kendi vatandaşlarını kandıran, bütün dünyanın sahte olduğunu anladığı demokrasi örtüsü arkasına saklanan, demokrasiyi uygulamaktan çok ihlal eden bir rejimin alışılmış sorumsuzca açıklamaları ile Suudi Arabistan’a düşmanlık etmek, onu hedef almak ve dünya ülkelerini ona karşı kışkırtmak. Son belediye seçimleri özellikle de İstanbul seçimleri bu eski hayalin nasıl kaybolduğunu ortaya koymuştur. İslam aleminin lideri olmayı hayal eden kişi daha içerideki konumunu sağlama almayı başaramamışken Suudi Arabistan’a karşı kışkırtıcı açıklamalar yapmaktan vazgeçmemektedir. Oysa vatandaşları, Türk dizileri kadar bile yaratıcı olamayan bu sıkıcı diziden bıkmış bir durumdadır.
Hedefine ulaşmak konusunda başarısızlığı birçok kez kanıtlanmış olmasına rağmen Erdoğan Suudi Arabistan’a karşı düşmanlığını neden sürdürüyor? Bana göre Türk rejiminin benimsediği bu aşırı tutumun arkasında 3 temel neden vardır.
Birincisi; Erdoğan’ın Suudi Arabistan’a yönelik düşmanlığı 2010 yılında başlayan ve Arap Baharı adı verilen olaylara uzanmaktadır. Kendisi bütün gücüyle Müslüman Kardeşlere yakın parti ve rejimleri darbelerle yönetimi ele geçirmeleri için destekleyip bu yöndeki bütün çabaları başarısız olurken, Suudi Arabistan istikrarı desteklemeyi sürdürdü. Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin müdahalelerine ve Arap halkların seçimlerini etkilemelerine izin vermedi. Dolayısıyla Erdoğan, Arap halklarına nüfuz etme ve kendisini onları lideri olarak benimsetme çabalarını başarısızlığa uğratan Suudi Arabistan’ın bu tutumunu hiç unutmadı.
İkinci neden; bu düşmanlığın Riyad’dan çok Ankara’yı etkilediğini görmesinin ardından Suudi Arabistan’ın Erdoğan’ın kendisine yönelik düşmanlığını karşılık vermemesidir. Erdoğan; Suudi Arabistan’ın kendisine hoşgörü ve müsamaha göstermesini, dalkavukluk etmesini çok bekledi ama Suudi Arabistan’ın bunu karşısına çıkan birçok küçük taştan biri olarak görüp yoluna devam ettiğini şaşırarak gördü.
Üçüncü neden ise, diğer müttefikleri Katar ve İran ile ilgilidir. Dünyada onlardan başka dostları kalmamışken Erdoğan, bu 2 müttefiğinden vazgeçecek bir durumda değildir. Dolayısıyla bütün çabaları, planları ve komploları başarısız olsa da özellikle ülkesinin şu anda nispeten perişan olduğu gerçeği de göz önüne alındığında olur da kendisini duyacak biri ya da en azından rejiminin onurundan geriye kalanları koruyacak bir arabulucu çıkar umuduyla düşmanlık ve gerilimi tırmandırma yolunu sürdürmekten başka çaresi yok. Çünkü ülkesi, İran ile ittifağında daha küçük ortak olarak görülmektedir. Rejimi; Suriye’nin kuzeyindeki Afrin’de Kürtlerle bir savaş içerisinde ve bu savaş belki 2 yıl sürebilir. Libya, Sudan ve Suriye’de ise büyük başarısızlıklar yaşadı. FETÖ üyesi oldukları gerekçesi ile ordu ve yargı mensupları ile öğretmenleri tutuklamasını ve halkından onbinlerce kişiyi cezalandırmasından bahsetmeye ise gerek bile yoktur. Buna bir de Rus S-400 hava savunma sistemi nedeniyle kendisini hedef alması beklenen ABD yaptırımlarını, ABD ile ilişkileri oldukça gerilmiş olan Ankara’nın aksine Washington-Riyad arasındaki mükemmel ilişkileri eklediğimizde Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve askeri olarak zayıf bir konumda olduğu ve bu durumdan kurtulma umuduyla sorunlarını dışarıya ihraç etmeye çalıştığı rahatlıkla söylenebilir.
Erdoğan’ın kaynağı Osmanlı tarihi olan emelleri olduğu ve ülkesinin İslam dünyasının lideri olmasını istediği bir sır değildir. Ama hem coğrafya hem de tarih konusunda bilgisiz olduğu için karşısında sadece Suudi Arabistan’ı değil, Arap ve İslam ülkelerini bulmuştur. Buna bir de uygulamaları ve egemenlik sahibi ülkelerin iç işlerine yönelik açık müdahaleleri nedeniyle artık uluslararası toplumdan da izole edildiğini eklemeliyiz. Bu yüzden; bunun hatalı bir bahis ve ucuz bir ticaret olduğu gerçeklerle kanıtlanmış olsa da, Suudi Arabistan ve halkına yönelik Erdoğanca düşmanlık devam etmektedir. Hatalı bahis oynayanların eninde sonunda davranışlarının ve eylemlerinin sonuçlarına katlanmak zorunda kalmaları da doğaldır.