Rusya’da ağustos ayına genellikle, yaz ayının sonunu ve güz ve kıştan oluşan uzun bir ikili yolun başlangıcını temsil eden belirsiz bir mevsim nazarıyla bakılır.
O yüzden yakın zamanda gerçekleştirdiğim Moskova ziyaretimde bu genel belirsiz havanın Rus seçkinlere egemen siyasi atmosfere yansıdığını görmek şaşırtıcı olmadı.
Elbette bu genel belirsizlik halen oluşum aşamasında. Mevcut hükümeti destekleyen yetkililer ve entelektüeller, Vladimir Putin’in takip ettiği ‘güç’ politikalarını savunurken eksiksiz özgüvenli, belki gururlu ve kibirli görünmeye devam ediyor.
Bununla birlikte Rusya’daki siyasi duruma dair yapılan konuşmalar ve tartışmalar, çok geçmeden belirsizlik, sorgulamalar ve belki de endişe için üç kaynak ortaya koyuyor.
Endişenin birinci kaynağı şu: Putin’in mevcut Başkanlık döneminin halen dört yılı daha varsa da mevcut iktidar seçkinlerinin Putin’in yerine yerleştirmek üzere benzer özelliklere sahip birini bulabilecekleri kesin görünmüyor.
Bu demek oluyor ki 'De Gaulle'cülük’ ve ‘Peronculuk’ gibi karizmatik bir kişi etrafında oluşan diğer ideolojik yönelimlerde olduğu gibi ‘Putincilik’ de sona erebilir.
Endişeye kaynaklık eden ikinci unsur Putin’in özellikle dış politikada gerçekleştirdiği bazı büyük ‘başarıların’ ne kadar sürdürülebileceği ile alakalı sorular.
Putin, sadece Kırım yarımadasını değil, Güney Osetya’yı, Abhazya’yı ve 2008 yılında Gürcistan topraklarının bir kısmını da ilhak etti. Ayrıca Müslüman çoğunluğa sahip olup bağımsızlığını yeni elde eden Kosova’nın BM’ye katılmasını engellemeyi de başardı.
Buna ek olarak savaşın paramparça ettiği Suriye’de merkezi bir oyuncu olarak Rusya’nın konumunu pekiştirdi.
Üstelik bunu sadece İran’ı değil, Türkiye ve ABD’yi de ikinci plana atarak yaptı. Putin’in taraftarları, onun, bir yandan Tahran Mollalarına baskı uygulayıp onlardan eşi görülmemiş tavizler koparırken diğer yandan da ABD’ye karşı İran kartını oynamadaki başarısından özel bir övünç duyuyorlar.
Soru şu: Bu başarılar ve elde edilen kazanımlar ne kadar sürdürülebilir?
Zafer esnasındaki ilk göz alıcı parlaklığı sönmeye başlayınca Kırım yarımadası göze, yaşı geçkin çirkin bir kadın gibi görünmeye başladı.
Yeni bir köprü yapımı da dahil olmak üzere altyapı masrafları göz önüne alınca Kırım’ın Rusya’ya maliyetinin senelik 18 milyar dolara ulaşacağını görürüz.
Batı ülkelerinin vatandaşlarına Kırım’a yolculuk yasağı koyması nedeniyle gelirlerde yaşanan keskin düşüş hesaba katıldığında turizm gelirlerinin, bu masrafların olukça küçük bir oranını karşılayacağı söylenebilir.
Moskova’nın yıkılan Beşşar Esed rejimini kurtarma çabasıyla kan ve para şeklinde üstlendiği Rus yatırımlarının geri dönüşleri ise turizm gelirlerine bakıldığında belki daha azdır.
Esed, Rusya’ya, Suriye’nin Akdeniz sahillerinde bulunan büyük bir hava-deniz üssünü uzun süreliğine kiralama sözü verdi tamam da en azından askerî açıdan bakıldığında bu üs, şu iki sebepten pek de öneme sahipmiş gibi durmuyor:
Birincisi, gelecekteki herhangi bir Suriye rejiminin, bu sözleşmenin imzalandığı sırada ülkenin küçük bir bölümünü elinde bulunduran zalim bir yöneticinin attığı imzayı kabul edeceği kesin değil.
İkincisi, sakinlerinin kendisine düşmanca duygular beslediği topraklarda bir üssün bulunması, bu üssü daima oldukça tehlikeli bir durumda bırakacak ve stratejik bir varlık olarak uygun olduğuna dair güvenli hissettirmeyecek.
Kimileri de Putin’e, Tahran Mollalarını Kazvin (Hazar) Denizi’ni Rusya’nın arka bahçesine dönüştürecek bir anlaşmayı imzalamaları konusunda ikna etmedeki başarısından ötürü hayranlık duyuyor.
Putin’in iç çevresinde yer alan ve İran da dahil olmak üzere Hazar Denizi’ne bakan ülke çevrelerinde anlaşmanın reklamını yapan Rus heyetine yakın olan Recep Safarov, Kremlin’in, Mollaları, İran’ın Hazar Denizi’ndeki tüm tarihi haklarından vazgeçip İran’ın herhangi bir katılımı olmaksızın Rusya Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan metne imza atmaya mecbur etmedeki başarısı karşısındaki şaşkınlığını gizlemedi.
Ancak Hazar Denizi düzlemindeki bu zafer çok uzun sürmeyebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin anlaşmayı imzalaması, İran üzerinden Rusya karşıtı halkçı duygu dalgasını harekete geçirdi.
Bu durum da ülkeyi yöneten Mollaları, anlaşmaya yasal bir dayanak sağlamak için gerekli olan yasama sürecini ağırdan almak zorunda bıraktı.
Her halükârda baskı altında imzalanmış olması ve koşulların değişmesinden ötürü gelecekteki herhangi bir İran rejiminin bu anlaşmayı kabulleneceği kesin değil.
Hazar Denizi’ne bakan diğer ülkelerin yani Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın da Moskova’nın kendilerine dikte ettiği bu anlaşmaya razı olmadıkları göz önünde bulundurulunca İran’ın Hazar Denizi ülkelerinden oluşan ve Hazar Denizi’nin daha adil bir şekilde paylaşılmasını talep eden bir koalisyona liderlik etmesi mümkün.
Bugünlerde Moskova’da hissedilen endişenin üçüncü kaynağına gelecek olursak bu, Rusya ekonomisinin, 2012-16 yılları arasında yaşanan ekonomik gerilemenin ardından sergilediği zayıf performansla ilgili. Nitekim yoksulluk içinde yaşayan ailelerin oranı, 2010 yılına göre yüzde 3 artışla yaklaşık yüzde 18’e yükseldi.
Daha da kötüsü Dünya Bankası’nın yayınladığı en yeni raporlara göre Rus ekonomisi, istihdam alanı açmayı neredeyse bıraktı. Bu esnada Rusya’nın küresel sermaye pazarlarına erişim gücünün azalmasına sebep olan Batı yaptırımların acı verici yansımaları belirmeye başladı. Hem de ülkenin, yabancı gelirin ana kaynağını oluşturan biyoenerji üretimini korumak adına dev yatırımlara ihtiyaç duyduğu bir zamanda.
Özetle bugünlerde Moskova’yı ziyaret eden bir kişinin edineceği genel izlenim şudur:
Putin’in, fırsatçı taktikler ve başta Avrupa olmak üzere Batıdan gelen zayıf tepkiler ile pekiştirdiği Rus kibrinin olumsuz çağrışımları kendini göstermeye başlamış.
Putin rejiminin omurgasını oluşturan Rus varlıklıları, Batı dünyasında artık hoşça karşılanan arkadaş muamelesi görmedikleri için öfkeleniyor. Aynı şekilde servetten daha az nasiplenen Ruslar da ülkelerini Suriye, İran, Venezuela ve Kuzey Kore gibi pek çok ‘üçüncü dünya ülkesi’ ile aynı pota içerisinde görmekten dolayı kızgın.
Moskova’da siyasi çevreler, artık tabulardan, hatta eski komünist dönemde formüle edilen ‘bir adım geri, iki adım ileri’ taktiğinden oluşan dış politikanın gözden geçirilmesini konuşmuyor.
Bu, Batılı güçlere, Putin’in önderliğinde yoldan çıkmış ülkeyi yeniden uluslararası safa itmek üzere Rusya’ya yönelik siyasetlerini yeniden düşünme fırsatı sunuyor.
Her ne kadar bu hedef Çar Putin’in yarattığı kibir ve kendini beğenmişlik havasında bugünlerde hayal ürünü gibi görünse de.
Bununla beraber bu aralar Moskova’yı ziyaret eden biri oradan şu izlenimi edinmiş olarak çıkar:
Moskova, ‘En iyisi, pişman olsan da bir şey yapmış olmandır’ felsefesini, ‘Pişman olabileceğin bir şey yapma’ felsefesine tercih edebilir!
TT
İki görüş arasında kalan Rusya
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة