Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Muhammed Umâra ve Arap aydınlarının değişimi

Mütefekkir Muḥammad Umâra (Ammara/Imara)*, birkaç gün önce Kahire’de vefat etti. Uzun yaşamı boyunca, gece ve gündüz ilmi çalışmalar yaptı. Dr. Umâra, ardında üç yüze yakın eser bıraktı. Bu eser sayısıyla, Abdurrahman Bedevi ve Hasan Hanefi gibi Mısırlı aydınları geçmeyi başardı. Bizim nesil ve bizden sonra gelenler, 1960’larda ve 1970’lerde Amara’nın bu yüksek verimliliğinden fazlasıyla faydalandı.
Umâra, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Mübarek, Kevakibi ve Kasım Emin gibi düşünürlerin eserlerini ve yazılarını derli toplu bir şekilde okuyucuya sundu. Yazdığı basitleştirilmiş anlaşılabilir önsözlerle, Batı emperyalizmi ve modernizmi karşısında, Arap-İslam kalkınmasını temsil eden bu yazarları aynı çerçeve içinde değerlendirmeyi başardı.
1970’li yıllarda Umâra ile bir dizi tartışmam olmuştu, ancak yumuşak huylu bir entelektüeldi, bana darıldığını ya da hakkımda kötü hisler beslediğini zannetmiyorum. Umâra’ya göre her şey ya siyah ya beyazdı, İslam’ı ve ümmeti savunurkenki tutumu her zaman çok netti.
Umâra’nın üç farklı düşünsel evresi olmuştu. Siyasal yaşamına bir Sosyalist olarak başladı, ardından Arap milliyetçisi oldu, son olarak da İslam’ı tercih etti. Umâra solcu iken, İbn Rüşd, Mutezile, Ahmed bin Hanbel, Eş'ariler ve İbn-i Teymiye’nin solcu yönlerine değinirdi.
Arap milliyetçisi olduğu dönemde, bu isimleri Yunan egemenliğine ve popülerliğe başkaldırmış şahsiyetler olarak tanımladı.
1980’lerde İslamcı olduğunda, bu isimler İslami geleneğin bayraktarı haline geldi ve yanlarına İbn-i Hazm, İbn-i Haldun ve Şâtıbi gibi isimler katıldı. Bütün düşünsel evrelerinde, hayatının sonuna kadar, Muhammed Abduh, güzel, değerli ve asil olan şeylerin temsilcisi olarak Umâra’nın düşünce dünyasının merkezinde yer aldı.  Amara her konuda ve her şeye dair yazdığı için, okuyan çevrelerin sıklıkla başvurduğu bir kaynak mesabesindeydi. Okuyucuları, din, modernizm ve gelenekle ilgili karşılaştıkları sorunların çözümlerini eserlerinde bulabiliyordu. Bazı Arap düşünce tarihi uzmanları, Umâra’yı, "çelişki barındırmayan ve tartışmaya açık olmayan her türlü keskin yanıtı içinde barındıran" Mısır Arap-İslam kültürünün temsilcisi olarak görüyor.
Kuzey Afrika/Mağrip entelektüelleri de, son elli yıl içinde Mısır’daki aydınların bu keskin yargılarına karşı eleştiriler vermiştir. Ancak bu eleştirilerin biraz acımasız olduğunu düşünüyorum, zira Mısır, 20. Yüzyılın ikinci yarısında, birçok farklı düşünce ekolünü barındırmıştır. Bu ülkede, bir kısmı siyasi bir kısmı düşünsel olmak üzere çok değerli tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmaları gerçekleştiren aydınlar, Muhammed Umâra’yı kendilerinden biri olarak görmüyordu, ancak tüm taraflar Umâra’nın okur yazarlar üzerindeki inkar edilemez olumlu etkisini teslim ediyordu.
Genel ifadelerden özel örneklere geçmemiz gerekirse, hatırladığım kadarıyla teoloji öğrencileri arasında, Mutezile, insanın özgürlüğü ve yönetim biçimine dair yazdığı kitaplar hakkında bir tartışma yaşanmıştı. Ben bu konularda, Amara’nın da üstadı olan Prof. M. Ziyauddin Rayyıs’ın "İslam'da Yönetim Sistemi ve Temelleri" kitabını tercih ediyordum. Rayyıs geleneksel İslam medreselerinde de siyasi düşünce ekollerinin olduğunu savunuyordu. Umâra ise sadece Mutezile'de ve İbn Rüşd’de siyasi bir düşünce eğilimi olduğunu iddia ediyordu. Şüphesiz Umâra’nın çelikten bir hafızası vardı ancak henüz Müslüman kelamcıların bazı eserlerini okumamış olmalıydı. Örneğin Eş'ari’nin Makalâtı’nı, Şehristani’nin el-Milel ve’n-niḥal’ini (Dinler ve Mezhepler Tarihi) okuma fırsatı bulmamıştı. Biz Ezherliler, geleneksel kaynaklara vakıftık, hatta birçok metni ezbere biliyorduk. 1960’lı yıllarda, (şüphesiz Umara’nın da dolaylı yardımıyla) İslam tarihindeki siyasal teorilerin, filozof ya da kelamcılardan çok fakihlerce şekillendirildiğini tartıştık. Maverdi’nin eserlerindeki siyaset teorileri de bu düşüncemizin kaynağını teşkil ediyordu.
Umâra, Mutezile’nin İslam düşünce dünyasının temeli olduğunu savunuyordu, Maverdi’yi de bu bağlamda değerlendirmek istiyorsak, bu mümkündü, çünkü ona göre Maverdi de Mutezile ekolüne mensuptu. O gün bazılarımız, Müslümanların da diğer halklar gibi siyaset meselesine kafa yorduğunu ancak İslam dininin belirli bir yönetim şeklini dikte etmediğini ve hilafet meselesinin Ali Abdurrezzak’ın da vurguladığı gibi tarihsel bir yönetim biçimi olduğunu söyleme cüretinde bulundu. Üstad Umâra bu konuda çok hassastı ve hilafet meselesi ona göre kırmızı çizgiydi. Zaten Ali Abdurrezzak’ın ‘İslam ve Yönetim Biçimi’ kitabının Taha Hüseyin tarafından yazıldığına inanıyordu. Kitapta din ve devlet işlerinin ayrılması savunulduğu için, laik bir eğilim taşıyordu ve bu İslam tarafından kabul edilemezdi.
Hatırladığım kadarıyla ben Almanya’dan döndükten sonra ‘Akılcılığın anlamına’ dair Umâra ile aramızda bir tartışma yaşandı. Umâra, İbn Rüşd ve Mutezile’nin akılcılığını benimsiyordu. Kendisine modern rasyonalistlerden bahsettim ve meselenin Mutezile ya da İbn Rüşd ile sınırlı tutulamayacağını söyledim. Birden öfkelenerek, “Sizin zihniniz Batılı düşüncelerle bulanmış, Allah aklımı da dilimi de korudu’’ demişti. 
Dr. Umâra İslamcı dönemi de dâhil olmak üzere, asla radikalizm yanlısı olmadı. Ebu'l Al'a Mevdudi ve Seyyid Kutub’un tezlerini eleştirdi. Ancak ‘Şeriat’ın Uygulanması’ meselesinden asla ödün vermedi. Ona bir defasında: Şeriat nedir? diye sormuştum; Akaid, ibadet, ahlak ve muamelat değil midir? Tüm bunlar zaten Müslümanlar tarafından uygulanmıyor mu? Abdurrezzak Ahmed es-Senhûri, Hilafet tezi ve İslam hukukunun modernleştirilmesi düşünceleriyle bizi uzun bir filmin içine soktu, sonra da Sahaviler (Sahveciler/Dirilişçiler) meseleyi şeriat devletine evirdiler, bu da ancak Siyasal İslam’ın düşlerinden ibarettir. dediğimde, beni cehaletimden ötürü mazur görür gibi sesini kısarak şöyle söyledi: ‘’Kardeşim, niçin şeriatın tatbik edilmesinden rahatsız oluyorsun, sen Ezherli değil misin?”diye cevaplamıştı.
Üstad Umâra’yı 1960 ve 1990’lı yıllar arasındaki Arap aydınlarının dönüşümüne bir örnek olarak göstermemiz mümkün mü?
Umâra’nın değişimi İslami çözüm yönündeydi ancak geçmişteki aşamalarından izler taşıyordu. Dolayısıyla hiçbir taraf onu tam olarak benimsemedi. Bu gerçeği ona söylemeye kalksanız, samimi bir şekilde çocukluğundan beri hiç değişmediğini savunurdu. Dolayısıyla Umâra’yı Arap-Müslüman aydınların değişiminin bir örneği olarak göstermek mümkün değildir. 

Editörün Notu: Merhum mütefekkir Umâra'nın soyadı Türkiye'deki farklı yayınevleri tarafından Umâra, Imarâ Amara, Ammara şekillerinde tercüme edilmiştir. Ancak kendisi ve Mısır kamuoyunun telaffuzu Umâra şeklindedir.