İnsan, içinde yaşadığı keşmekeşlik içinde genellikle kaybolur. Bu da kendi insanlığını azaltan bir şeydir. Bu yüzden içinde mevcut olduğu durumu, içinde yer alması gerektiği durum ile değiştirme çabalarına aralıksız devam etmeli ve bu konudaki iradesini sürekli beslemelidir. İnsan, istemediği bir şeyi yaşamaya mecbur bırakıldığında veya olduğunda güçlü bir yabancılaşma hissi tarafından sarmalanır. Böylece anlamsızlık gelip boğazına saplanır. İlişkilerini sorunlu hale getirir. Meselenin özü, yaşadığın gibi değil, yaşamayı düşlediğin gibi olmaya çalışmak insanı daha çok insan kılar...
İnsanlık kendi katline ferman verirken, insanlar nasıl bir oyun ve oynaşta olmaya devam ediyor?
Modern ve post modern göreceliliğin hakikati indirgeyen ve öznelleştirerek, şartlara bağımlı kılıp parçalayarak ortaya koyması düşünsel bir kaos ile birlikte eylemde de bir kaos oluşturmaya başladı. İşte bu kaos aynı zamanda sosyal mühendislik faaliyetleri içinde verimli bir zemin oluşturmaktadır. Yani insanlar, birbirlerinden uzaklaştırılarak ve yabancılaştırılarak birbirine karşı ilgisiz varlıklara dönüştürülerek istenilen kıvamda dilenilen noktaya sürüklenen varlıklara dönüştürülüyorlar. Bunun yolu ise; her kişinin kendi kutsallığına inanması ve kendisine olan inancının tamlığı ile kişiye bulunduğu zeminin doğruluğuna ikna kabiliyetidir. Böylece kendi doğrusundan emin kişilerin farklı doğruları kabul etmesi engellendiği gibi o doğrulara düşmanca tavır takınmasının temeli de atılmış oluyor.
Tarihsel sürekliliği içinde kavramlar kendi düzeneği içinde anlam kaymalarına uğrar ve bu durum tarihçiler araştırmacılar tarafından tespit edilerek yeniden o kavramın tashihini sağlayacak bir zeminin kurulmasına imkân tanınırdı. Tarihsel süreçte elbette ki ideal düşünce reel durum ile karşılaştığında bir indirgeme oluşur ve buna dayalı olarak yeni bir anlama kapı aralanırdı. Bu çok yadsınacak bir durum olmazdı. Bu kavramdaki anlam kaymaları üzerinden yeni bir düşüncenin varlığı kesinlenir ve ona yönelik övgü veya eleştiri gerçekleştirilebilinirdi. Ama bugün böyle değil! Çünkü kavramların anlam kaymaları veya kavramın yeniden tasarımlanması kendi otantik doğası ile uyumlu bir değişim değil, mühendislik faaliyeti sonucu toplumsal yapının yeniden reorganizasyonu ile ilişkili olarak gerçekleştirilmektedir. Bu da durumu yapay bir olguya taşımakta ve yabancılaşmayı beraberinde taşımaktadır.
Bu yeni süreç, süreklileşen bir şekilde toplumsal mühendislik faaliyetlerini ilerletmek adına dinamik bir düşünsel zemin ve bu zemine dayalı değişim kodunu eksene almaktadır. Kendi içinde, kendisi için bir değişim yerine dışarıdan baskı ile gerçekleşen bir değişimden bahsediyoruz. Bu durum ise yabancılaşmanın doruğa ulaşmasına imkân tanırken, kişilerin hem ilişkilerindeki güveni ortadan kaldırırken kendi özgüvenlerini de zedelemektedir ve hem de travmatik sonuçlara neden olmaktadır. Bugün toplumun neredeyse ekseriyeti psikolojik yatıştırıcı ilaçlar aldığı gerçeği bu noktayı işaret etmektedir.
Değişimin hızını ölçmek için aşağıdaki satırlar yeterince fikir verir sanırım… Nelerin olup bittiğini anlamak için bu yeterli olacaktır.
Önce gerçeklik var olandır dediler. Şimdi gerçeklik diye bir şey yok; gerçeklik ötesi diye bir kavram öneriyorlar, insanlar ise şaşkınca bakınıyorlar. İnsanlar yaşamın merkezinde ve yaşam insan için vardır dediler, şimdi pişman oldular, insan yaşam için vardır ve parçasıdır demeye başladılar, insanlarda bir kıpırtı yok... Uyuşmuş veya hipnoz olmuş gibi sadece kendilerine söylenene bakınıyorlar, anlayıp anlamadıklarına dair bir emare yok ortada...
İnsan, akıllı ve iradeli bir varlıktı, böyle kabul görerek kendini diğer varlıklardan farklı hissederdi. Bugün ise sahip olduğu şeyi elinden alarak onu robotlaştırmak istiyorlar, ama insanın umurunda bile görünmüyor, ya da anladığı halde kendisine sunulan yalancı cennette yaşamayı tercih ediyor.
Bir zamanlar Akıllı tek varlık insandı. Bugün akıllı cep telefonundan başlayarak akıllı evlere kadar akıllılığın girmediği bir alan kalmadı. Sonra bir adım öteye taşınarak bütün varlığın akıllı olduğu görüşü bilimsel bir görüş olarak ortaya atıldı. İspatı da kendisinden mülhem olan bu durumun kabulü ise zorunluluk oldu. Nerede akıllı insan? Cevabı olmayan bir soruya dönüştü... Çünkü varlık akıllı olunca insan aklını yitirdi... Değil diyen varsa, etrafına bakınıversin...
Bilim insan içindi. Dünya hayatını mamur edecekti, medeniyet getirecekti. Her şey barış içinde, güllük gülistanlık bir dünya olacaktı. Ancak iki dünya savaşı, sonra bölgesel yıkımlar ve milyonlarca insanın ölümü ile neticelendi. Ama hepsi insanın gelişmesi içindi. İnsanı insan için yok etme, bu döneme mahsus bir şey oldu...
Felsefe insanın mutluluğunu ortaya koyacaktı. İnsanın ihtiyaçlarına anlamlı çözümler bulacaktı. Ama felsefe hiçliği mekân eyledi. İnsanı açmazlara ve kaosa sürükledi. İnsanın anlamını yok ederek onu yokluğa tevdi eyledi. Ama hala felsefe kurtarıcı rolünü oynamaya devam ediyor. İnsan ise felsefenin ne olduğunu anlamadan onun sonuçlarına katlanmak ve yaşamak zorunda bırakılıyor.
Din, insanın hayatını anlamlandıran bir olguydu. Onun davranış kodlarını belirlerdi. Bugün din, insanın isteklerinin gerçekleştirilmesine zemin oluşturan bir bakışa dönüştürüldü. Din, din olmaktan çıkarıldı. Felsefe, felsefe olmaktan çıkarıldı, bilim ise bilim olmaktan çıkarıldı ve insan sadece seyrediyor, suskun bir şekilde teslimiyet ile beklemektedir.
Bu okuma biçimi, olan üzerinden yapılmıştır, olması gerekeni ise aklında tutmuştur...
Meseleyi olması gereken üzerinden de bir okumaya tabi kılmanın imkânları vardır. Mevcut durumun analizini ve eleştirisini de bu düzeyden yapabiliriz. Ama acıtıcı gerçeklerle yüzleşme adına bu bakışı önceledim. Çünkü sürekli oluşturulan sanal bir gerçeklik zemini üzerinden uyuşturuluyoruz. Tıpkı hipnoz olmuş kişiler gibi…
Olayı, olguyu, durumu olduğu gibi görerek ancak ona karşı bir tepki üretilebilir. Zaten sürekli insanların çoğunluğunu kendi görüşlerine ikna edecek potansiyeli hep harekete geçirmekte pek mahirdirler. Bu yüzden bir uyanış, ancak onların oyunlarına çomak sokarak gerçekleştirilebilir. Bu biraz acıtıcı olmalı ki bir farkındalık oluştursun. Bu yüzden, sorunu fark eden kişi veya kişiler, sürekli güçlü bir şekilde acıtacak bir şekilde konuyu gündeme taşımalı ve olup bitenin içyüzünü kesin ve keskin ifadelerle gündeme taşımalıdır.
İnsan hiçbir dönemde olmadığı kadar bugün kendisi olmaktan uzaklaşıyor. Etrafı sürekli duvarlarla örülüyor. Bu duvarları ise özgürlük sanısı içinde normalleştiriyor. Böylece gönüllü bir boyun eğme ile karşı karşıya kalınıyor. O zaman bir şok tedavisi uygulamak tek imkân olarak önümüzde duruyor.
Bana kendi dünya görüşünü dahi değerlendirirken karşı tarafa geçerek eksiğini ve zaaflarını söyleyebilecek cesarette adamlar lazım... O zaman hakikat kapısını sonuna kadar aralayacaktır. Her düşünce veya yöntem sınırlar çizerek kendi alanını daraltmaya rıza gösteriyor. Bu düşünce ve yöntem sahipleri de aslında bu durumu bilerek o dünya görüşünü, düşünceyi ve yöntemi kabulleniyor. Ama ne yapılıyor? Sanki hakikat sadece orada temerküz ediyor gibi davranılıyor. İşte bizzat bu durum hakikatin düşmanı olmaya yeterdir.
Ed din ile din arasındaki fark önemli ve dikkate alınmalı...
İnsanın yüzü kendisine döndürülmelidir. Bu gerçekleştirilmeden ona bir şeyler anlatmak ve onun kabulünü sağlamak neredeyse imkânsızdır. İlahi yardımı celbedecek olan şey, bizatihi kişinin kendi hatasını kabul etmesi sonucudur. Bu hem bireysel çapta ve hem de toplumsal çapta böyledir. Bu noktada hem bireysel bir arınmaya ve hem de toplumsal bir arınmaya ihtiyacımız fazlasıyla vardır.
Lehimize dönük söylenen her kavram ve cümle bizi bizden uzaklaştıran bir cinse sahiptir. Bu temel gerçeklik görülmeden ıslah olma bir hayal olur. O yüzden ‘kirlenmek güzeldir’, ‘insan kendisi için var olmalıdır’, ‘her şey insanın mutluluğu için olmalıdır’, ‘sana yararı olmayan şeyin seninle ilişkisi yoktur’ gibi motto cümleler ile insan zihni iğdiş edilmekte ve onun hayatını diledikleri şekilde düzenleme imkanına kavuşmaktadırlar. Kim bunlar? Dediğinizi duyar gibiyim…
Meselede tam bu ya! Kim bunlar sorusunun karşılığı hep muğlâk olacaktır. Çünkü bir isim telaffuz edemezsiniz. Hukuk var. Kendileri kendi eliyle bir iş görmezler, maşalar her zaman en kullanışlı olandır ve bolca kullanırlar, maşaların işi bittiğinde ise atılır giderler. Bu yüzden asli düşmana ulaşmak zorlaşır gibi görünüyor. Ama uyanış, idrakin açılması ve duyarlılık bize olup bitenin iç yüzünü göstererek asli olanın bizim kendimize düşmanlık ettiğimizi anlamamız olacaktır. Böylece kendimizle barışık olmayı öğrendiğimizde ve kendi özgüvenimizi sahih ve sahici kıldığımızda sorun kendiliğinden çözülecektir. O yüzden çare dışarının değişiminden çok içerinin değişimine bağlıdır.
TT
Düşünmedeki Karmaşa…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة