İnsan, kendisini içinde bulduğu, saf olarak seçtiği ve kendisini aidiyet hissettiği şey üzerinden kendisini, hayatını, yaşamın şartlarını, diğerlerini, olayları, olguları ve değerleri yorumlayarak kendini iyi hisseder.
Bu bir safta bulunmanın derin hazzı ile ilişkili bir durumu gösterir. İnsan, kendi yalnızlığında çaresiz bir şekilde bilinç kırılması yaşar. Bu yüzden birileri ile birlikte ve toplumsal bir zeminde varlığının anlamını bulur. Bu yüzden bir yerde olmak insana iyi gelir. Bu iyi gelme, neresi olduğu anlayışı veya arayışını da belirleyen temel bir yaklaşımdır.
İnsan, tercih ederek mi, yoksa şartlar gereği bulunduğu yeri olumlayarak mı safını seçer?
Kişi, safını belirlerken içinde bulunduğu şartları dikkate alarak yarar ilkesini gözettiğini izhar eder. Ama kişi, değer üzerinden safını belirleme arayışını gösteriyorsa bu da onun anlam arayışının doğal sonucu olur.
Her iki tutum iki farklı bakış ve yöntemi işaret eder. Yarar ve değer karşıt kutuplar olarak mı değerlendirilmeli, yoksa birbirini tamamlayan unsurlar olarak mı görülmelidir? Bu soruya cevap bizim kavramlara nasıl yaklaştığımızın ipucunu verecektir.
Tabi ki insanlar genel itibarıyla yarar veya değer üzerinden bir betimleme yaparlar. Ancak bu yaklaşım, bütüncül bir bakışın eseri olmaktan çok, mevcut koşulların baskısı altında etkilenilerek verilecek bir cevaba gönderme olur.
Şunu biliyoruz ki yarar ve değer belirli koşullar altında bir değişim gösterir ve her değişim gösterdiğinde ise tercihin de değişime uğradığı ve safı değiştirdiği gözlemlenir. O zaman meseleyi daha derinlikli ele almakta yarar var.
Yarar ve değerde var olan istikamet meselesini daha derinlikli ele alarak sorunu çözüme kavuşturma arayışını sürdürebiliriz. Yararı, sürekli olumsuz ve sadece çıkara dayalı bir anlam üzerinden değerlendirmeye bir son vererek işe başlanmalıdır.
Yarar her zaman kötüye değil, sadece bencilce kendi yararını veya yakın bulduğun kişilerin yararını dikkate alındığında kötü olarak vasıflandırılmalıdır. Yarar ve değer kavramlarını içinde var oldukları şartların dışında kendi otantik yapılarını dikkate alarak tanımaya çalıştığımızda sorunu anlama ve çözüme ulaştırma vasatı kazanılır.
Değer kavramının içeriğini indirgeyerek ideolojik bir vasata dönüştürüldüğü zaman insanın yanlışa sürüklenmesine zemin oluşur. Bu yüzden üst bir anlam dünyasına olan ihtiyaç açığa çıkar.
Ne yapılmalı ki her kavramın kendi otantik yapısını bulacağı bir zemin oluşsun?
Hakk'ın safında olmak ve hakikate doğru bir yolculuk yapmak kişinin kendisi olarak kendi varlığının anlamını bulmasında temel bir vasattır. Kişilik, başkasına göre belirlenen değil, bilakis, Hakk’a ve hakikate göre belirlenen olmalıdır. Ki kişiyi tam bir özgürlüğe taşısın...
Özgürleşme ve sorumluluk sahibi olma, kişinin kendisi olma özelliği ile birebir ilişkili bir durumdur. Özgürlük ise kendisini var olan her şeyden bağımsız kılacak bir zihni, psikolojik ve düşünce zeminine ihtiyaç duyar.
Böylece kendisi dışında olup biten her şeyin kendisi ile bağıntılı ama kendisinin o bağıntıyı kuracak özelliğe sahip olan özgür ve sorumlu kişi olarak varlığının tescilinin gerekliliğidir. Böylece kişi, kendi tercihi ile hak ve hakikat üzere oluşu ile kendi bağımsızlığının otantik yapısını kurmuş olur. Bu durum artık neyle karşı karşıya kalırsa kalsın, nasıl bir tepki vereceğinin zeminini kurduğu gibi bağımsızlığına halel getirmeden yapabilme becerisini de sağlar ona…
İslam düşüncesi, batı düşüncesi ve birlikte el an içinde var olduğumuz düşünce yapısı ile de bir hesaplaşma bu özgürleşmiş kişi üzerinden yapılmalıdır ki hak ve hakikat ortaya çıkartılabilsin…
Bugünün insanını en çok belirleyen şey ‘klişe yargılar’dır. Klişe yargılar, kendi otantikliği içinde oluşmayan, sadece bir sosyal mühendislik faaliyeti açısından gerekli olan yargıların propaganda aracılığıyla yerleştirilmesi arzulanan yargılardır. Bu yargılar üzerinden toplumsal değişim ve yönelim istenilen şekle göre biçimlendirilmek istenir. Siyasi, iktisadi ve kültürel hegemonya açısından bu vazgeçilmez bir durumu işaret eder.
İslam Düşüncesi tarihi açısından herhangi bir akımı değerlendirmeye çalışırken, o akımın, kendi metinleri üzerinden yorum yapmanın vakti geldi, geçiyor. Çünkü o akımlar üzerine söylenen sözler daha çok klişe haline dönüştürülmüş yargılardan müteşekkildir.
İster Eşari, ister Mutezile, İster Maturidi veya fıkhi mezhepler üzerine söylenen şeyler olsun fark etmez. Hepsi yanıltıcı yorumlar taşıyor. Ayrıca şahıslar, akımlar ve çokça öne çıkan şahsiyetler açısından da durum bu... Kimden söz edilirse edilsin, onlara yönelik muhalif tutumun yaptığı değerlendirme yerine, o şahsiyetin ve içinde yer aldığı akımı kendi tanım ve betimlemeleri ile değerlendirmek asıl olandır.
İslam düşüncesi tarihsel sürekliliği içinde sürekli kendi safının doğruluğunu gösterme adına farklı ve muhalif her düşünceyi reddetme ve karalama propagandası yapılmıştır. Örneğin; tarihsel bir şahsiyet olan Ekberi tarikatın banisi İbn-i Arabî gibi bir şahsiyeti Ya Ekfer Şeyh veya Ekber Şeyh olarak okumak zorunda bırakılıyoruz.
Hâlbuki bu bakışa sahip olmanın yöntemi bir etkileşim olmadan kişinin kendi çabası ve okumaları üzerinden oluşan düşüncesi ile ulaşması gereken bir durak olmalıdır. Herhangi bir kişiyi, akımı veya düşünceyi elbette ki önce şartları içinde anlamak çabası önemlidir. Ancak bu kişi, akım ve düşünce aynı zamanda şartlardan bağımsız bir özelliğe de sahip olabilir. O zaman şartlardan mücerret bir yaklaşım içinde onu anlamak ve değerini ortaya koymak adalet ve hakkaniyet ölçüsü içinde anlamlı olandır. Yani bir kişi, akım ve düşünce bir boyutu ile şartlarla bağımlı olmakla birlikte şartlardan bağımsız özelliği de içinde taşır, taşımalıdır da…
Özellikle müsteşrik bakışın temel bir değerlendirme biçimi kazandığı veya farklı bir yöntem üzerinden diğer bir yöntemi eleştiriye tabi kılan bir metne göre yorum ve değerlendirmede bulunmak adalet ve hakkaniyet ve ayrıca objektiflik açısından yetersizliği işaret eder.
Son iki yüz yılın hikâyesi böyle başlar. Emperyalist bakış, kendi dışındaki bütün düşünce ve fikri akımları kendi bakış açıları içinde tanımlayarak işlevsizleştirme arayışını göstermişlerdir. Elbette ki buna rağmen yine de bağımsız bakış ve yaklaşımlar öne çıkmış ve daha adaletli yaklaşımlar vardır. Ama oryantalist yaklaşım, baskın karakteri oluşturduğu için klişe yargıların varlığını güçlendirmiştir.
Hatta akademik hayatta bu yaklaşımın prim yaparak öne çıkartılması yerli bir oryantalist yaklaşımı da beslemiştir. Bu noktada içerden bir hatayı da dikkate sunmalıyız; bu oryantalist ve yerli oryantalist yaklaşım yüzünden koruma/muhafazakâr yaklaşım, klişe yargılara benzediği için birçok doğru bakış ve yaklaşımı da peşinen yargılayarak yok saymayı marifet addetmiştir.
Hâlbuki meseleyi derinliğine ele almanın yöntemi; bir şeyi ret ve kabul ederken, o ret ve kabul üzerinden oluşmuş yargılara sahip olmamayı içermesi esas şart olmalıdır. Çünkü o zaman ret ve kabulün anlamı olacaktır.
Tarihsel birçok akımın ve kavramın yeterli düzeyde bilinmeden yargılara kurban edildiği çok açık; kader, cebriye, akıl, tenzih ve teşbih kadar özgürlük, içtihat ve benzeri birçok kavram bugün bilindiği kadarıyla sorunlu ve eksik bilgilere dayalı olarak kabul gördüğü açıklık kazanmıştır.
Tasavvuf ve Eşarilik çok sarsıcı eleştirileri neden olmaktadır. Ama elimizde onlara dair söylenen şeyleri onların kendi metinleri üzerinden doğrulama imkânımız da yoktur. Daha çok muhalifler üzerinden veya bugün sahip olduğumuz bakışın yöntemi ile bu görüşleri serdettiğimiz bir gerçekliktir.
Peki, bu savunduğumuz görüşlerin doğruluğunu ispat etme gibi bir olgu söz konusu mu? Hayır! Ama çok büyük laf kalabalıkları ile modernliğin ürettiği kültür üzerinden elde edilen klişe yargılara dayanarak sufi kültür müşriklikle itham edilebilmektedir.
Hâlbuki bu ithamı yapan insanlar, varlık ile bilgi ve alanları hakkında herhangi bir arayışları, metin okumaları veya müzakere yapabilme zeminleri olmadığı bedihidir. Buna rağmen kocaman laflarla yargılar ortaya koymaktan kaçınmamaktadırlar. Bu yaklaşım biçimi değiştirilmeden sağlıklı bir düşünce zeminine kavuşmak neredeyse imkânsız gibi görünüyor.
Açıkçası, tam karşıtı olan bir fikri akımın eleştirisini okuyarak o akım hakkında yargıda bulunmak en azından haksızlığı işaret eder. Doğru olan ise her fikri akımı, bizzat kendisini nasıl ifade ettiğini dikkate alarak anlamaya çalışmak daha doğru olana tekabül edecektir.
Örneğin, çokça tartışılan ve hem lehte hem aleyhte yorumlar yapılan Mutezile ile ilgili yorum ve değerlendirmelerin kaynağını görerek yorum yapan var mıdır? Kaynağı gören ise kendi yöntemi ile mi yoksa Mutezile kendisini nasıl ifade ediyorsa öyle mi kabul ederek değerlendirme yapıyor? Bu soruya verilecek cevap bizi doğru noktaya taşır.
Bugün modern kültür ve post modern kültür üzerinden de aynı mesele konuşulabilir. Elimizdeki veriler, otantik kendi metinleri olmalıdır. Yoksa batı içi fikri akımların birbirlerine yönelik yaptıkları eleştiriler üzerinden onları okumak sadece bizi yanıltır. Ve doğruya taşımaz.
Çözüm açıktır: her halükarda herhangi bir düşünce veya fikri akım üzerine çalışma yapılacağı zaman; öncelikle o düşünce ve fikri akımın kendisini nasıl anlattığı dikkate alınmalıdır. Ve bizim bakışımız da sadece hak ve hakikat arayışı ile kayıtlı bir akışı taşımalıdır ki düşünce ve fikir akımını nesnel bir zeminde değerlendirerek doğru yargıya ulaşalım… Zor gibi görünse de çok kolay bir durumdur. Yeter ki kişi, özgüleşmiş bir yapı ile hakikat ve hak arayışını temellendirsin…
Çok yalın bir gerçeklik vardır; yargılarımızı askıya almak ve empati üzerinden bağ kurarak parçaları ve bütünlüğü arasındaki ayrım ve birliğini kavramak, hayal gücümüzü harekete geçirerek onun ruhunu kavramak ve öylece bir yargıya ulaşmaktır. Bu da bizi adil kılar. Doğruya ulaşma zeminini inşa eder. Bize düşen ise bu yolda olmaya çabalamaya devam etmektir.
TT
Safımız belli olsun…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة