Dr. Yasir Abdulaziz
TT

Pragmatik bir lider ve sefil bir medya

Peşpeşe gelen haberler Türkiye’nin geçtiğimiz haftalarda Mısır’a ve bölgedeki bir dizi ülkeye dostluk işaretleri göndermeye çalıştığını gösteriyor. Analistler bunu “Ankara’nın sert ve zıtlaşma politikaları nedeniyle karşı karşıya olduğu sorunların daha da kötüleşmesinin ardından bölgede kendini yeniden konumlandırma girişimi” olarak yorumluyor.
Bu dramatik bir dönüşüm ve stratejik bir değişim değil. Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bizi, yönetimi ve ülkesinin menfaatine olacağını düşündüğü bir şeyi elde etmek için yaptığı taktiksel hareketlerine ve hızlı değişimlerine alıştırdı. Ayrıca ülkeler arası ilişkilerin her zaman tekdüze devam etmediğini, birçok dostluğun düşmanlığa dönüştüğünü ve bunun tam tersi olduğunu da tabii ki biliyoruz. Yaklaşık yedi yıl süren iletişimsizlik ve acı darbelerin yanı sıra siyasi baskı ve tuzakların ardından Mısır ile ilişkilerini yeniden kurmaya çalışan Erdoğan, ihtilaf unsurlarından birine, belki de Kahire için en gürültülü ve en rahatsız edici olanına dikkat kesildi: İstanbul’dan yayın yapan muhalif kuruluşlar ve Müslüman Kardeşler (İhvan) Örgütü’ne ait üç uydu kanalı. Bunlar; eş-Şark, Vatan ve Mekameleen.
Bu kanallar geniş çapta “terörizmi destekleyen platformlar” olmakla suçlanıyor. Birçok araştırmacı ve analist, paylaştıkları içerikler “kışkırtma, yalan ve nefret yayma ile dolu” olduğu için bu kanalları “medya kuruluşlarından” saymıyor.
Bu kanalların bazı yayınlarını takip ettim ve gerçekten de sürekli ağır eleştiri bağlantıları ve ayaklanma çıkarma, isyan etme, Mısırlı askerleri ve polisleri öldürme ve hatta terör faaliyetleri yapmaya davet ettiklerine kadar medyatik bir içerik paylaşmadıklarını gördüm.
Bu kanallar aynı zamanda sundukları içeriğin bir kısmı muhaliflerin sahadaki hareketlerine hizmet ettiğinden net istihbarı rol oynuyor.
Bu kanalların oynadığı rolün objektif bir analizi, yalnızca Mısır’daki devleti zayıflatmaya, şiddeti ve nefreti kışkırtmaya, geniş kapsamlı bir kaos uyandırmaya çalıştıklarının yanı sıra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’e saldırmak için uygun bir yer edindikleri gerçeğine ulaşılabilir.
Mısır Dışişleri Bakanlığı altı yıl önce Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na bu kanalların yayınlarını durdurmaları çağrısında bulunmuştu. Ancak Ankara “basın özgürlüğü” ve bu kanalların “diğer Avrupa ülkelerinde yayın lisansları” olduğu gerekçesiyle Mısır’ın bu talebini reddetmişti.
Bu görüş, medya alanı organizasyonundaki ulusal egemenlik ilkesiyle çelişiyor. Ulusal egemenlik, yetki alanı içinde yayınlanan her şeyi kesinlikle kapsayan bir egemenliktir. Ayrıca Türkiye bizzat, kendisini hedef alıyor ve çıkarlarına hitap etmiyorsa bu gibi benzer herhangi bir faaliyete izin vermiyor.
Şimdi fark ediyoruz ki o zamanlar Türkiye’nin bu cevabı bir atlatma ve aldatma girişiminden başka bir şey değilmiş. Zira Türk yetkililer geçen hafta bu kanalların temsilcileri ile oturup onlardan Mısır Devleti’ne karşı zarar verici ve kışkırtıcı faaliyetlerini durdurmalarını istedi. Bu yetkililerden bazıları bu direktifleri aldıklarını ve bunlara yanıt verdiklerini söylediler.
Bu gelişmeler bize Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetiminin medya dosyasını nasıl ele aldığını gösteriyor. Ankara daha önce yurtdışında yayın yapan bazı muhalif kanallara savaş açmıştı. Bu kanallar hükümetlerini kendilerine zulmedip haklarından mahrum bırakmakla suçlayan Türkiye’deki Kürtlerinin sözcülüğünü yapsa da Ankara bu kanallara ev sahipliği yapan ülkelere yayınlarını kapatıncaya dek baskı yaptı. Erdoğan, Belçika’da Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) ait bir kanalı, Danimarka’da ise üç kanalı kapatmayı başardı. Ayrıca Erdoğan Danimarka’yı, ülkede bulunan muhaliflerden 12’sini tutuklayıp mahkemeye çıkarmaya zorladı.
Erdoğan, bu iki ülkeye bu kanalları kapatmaları için her yönden baskı yaptı ve ayrıca ülkenin içinde yayın yapan kanalları da kapattırdı. Erdoğan’ın yandaşları belli bir nüfuzu olan gazete ve medya kuruluşlarını ele geçirdi ve Cumhurbaşkanı’na muhalefet ettiğini ve baş düşmanı Fethullah Gülen’in görüşlerine hizmet ettiğini düşündükleri için bunların Türkiye içinde program yapmalarını engelledi.
Erdoğan bununla da kalmadı. Yedi yıl önce popüler sosyal medya sitesi Twitter’a ve Youtube’a erişim yasağı getirdi. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) söylediği gibi Türkiye’yi “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine” dönüştürdü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın medya ile nasıl ilgilendiğini şimdi anlıyoruz; düşmanlarına saldırmak için medya araçlarını kullanmaya çalışırken, muhalif platformu kapatmaya çalışıyor ve bu araçları veya temsilcilerini kar getirecek veya bir menfaat sağlayabilecek herhangi bir taktik takasında kenara atıyor.
Erdoğan’ın bu sefil medyayı yönetme tarzı bu şekilde. Bu tarzı “pragmatik” olarak addetmek, onu doğru bir şekilde tanımlamaktan kaçınmaya yönelik bir girişim olacaktır.