Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Gannuşi... Derviş ve iktidar

2011’in sonunda devrim patlak verdiği sırada, Müslüman Kardeşler merkezli Tunuslu Nahda hareketinin lideri Raşid Gannuşi, Zeynelabidin bin Ali rejiminin yıkılmasının ve sadece Tunus’a değil, iktidar, otorite ve nüfuz koridorlarına geri dönüşünün sevinci yaşıyor ve Arap ülkelerinde monarşi rejimlerinin çöküşünün müjdesini veriyordu. Gannuşi, Tunus hakkında konuşmanın ötesine geçerek, Müslüman Kardeşlerin tek bir ülke ile sınırlamadığı ve tüm ülkeleri tek bir millet olarak kabul ettiği eğilimini yansıtan konuşmalarda bulunuyordu.
Arap sokağından bir öfke kasırgası geçti ve bu aşamayı daha büyük bir ekonomik ve sosyal kalkınmayla aşan istikrarlı monarşiler hariç Arap ülkelerindeki hükümetler ve rejimleri süpürdü.
Gannuşi, Müslüman Kardeşler'in dervişleri Hasan el-Turabi, Yusuf el-Karadavi ve Hasan el-Hudaybi’ye benzer. O da grubun düşüncesini ideolojik olarak temellendirdi ve onu siyasetin İslamileştirilmesi için benzersiz bir sistem olarak sundu. O da o dervişler gibi hayatını sürgünde ya da hapishanelerde geçirdi, huzursuzluk ve komplo yaratmakla suçlandı. Gannuşi bir din hukukçusu projesiydi ancak başta Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır olmak üzere sosyalistlerden, ardından Libyalı Albay Muammer Kaddafi'den ve milliyetçilik konuşmalarından etkilenmiş ve sonunda “Müslüman Kardeşler” yaklaşımında karar kılmıştı. Kendisini hapse atan ve idam edilmesini isteyen laik Cumhurbaşkanı Habib Bourguiba ile aynı fikirde olmaması doğaldı. Zeynelabidin bin Ali iktidara gelince onu hapisten çıkardı ancak Gannuşi bir müddet sonra hapse geri döndü.
Siyasi faaliyetleri nedeniyle Bin Ali ona kızgındı. Siyasal İslam'ın sembollerinin misafirhanesi olan Sudan'da misafir edilen Gannuşi, kız kardeşiyle evlenen ve ona Sudan vatandaşlığı veren grup arkadaşı Hasan el-Turabi tarafından kabul edildi. Ancak Gannuşi, 2011'de işsizlik ve yolsuzluğa karşı gerçekleşen sokak devrimiyle Tunus’a geri dönene kadar yirmi yıldan fazla bir süre Londra'da sürgünde yaşadı.
Nahda hareketinin Tunus'taki on yıllık iktidarı, sosyal adaletin yok olmasıyla, mali ve idari yozlaşmayla sonuçlandı. Tunus caddelerine on yıl sonra yeniden öfke hâkim oldu. Ancak halk bu sefer anayasaya, hukuka, orduya ve cumhurbaşkanına dayanıyor. Müslüman Kardeşler Mısır, Sudan ve Tunus'ta hüküm sürdüler. Rejimlerin İslamlaştırılması ve coğrafi sınırların kaldırılması yönünde onlarca yıldır devam eden ideolojinin, uygulama sahasında büyük bir başarısızlığa uğradığını görmek ve Müslüman Kardeşler kimliğinin devlet yönetimi ile uyum sağlayamayacağını anlamak için farklı zaman dilimlerindeki bu iktidarlara bakmak yeterli.
"Müslüman Kardeşler"in siyasi sahneden çekilmesine vesile olan, istedikleri rolü oynamalarını engelleyen ve muhaliflerinin onların aleyhindeki yargılarının haksız olmadığını bizlere gösteren tüm şartlara minnettarız... Müslüman Kardeşler’in yönetimdeki deneyimini test etmek için hepimiz önemli bir aşamaya şahit olduk. Tüm bölgesel ve uluslararası koşullar onların lehine olsa da on yıl boyunca üç ayrı ülkede başarısız oldular. Üç ülkedeki her bir Arap sokağı, değişimin ne olduğunu belirlemeden herhangi bir değişim için can atar hale geldi. Müslüman Kardeşler, bu değişim için öne çıkmaya en hazır gruptu. Bu pazarlamanın meyvesini on yıllarca kendisi topladı. Bu, görülmesi ve anlatılması gereken bir deneyim olarak bir kenarda dursun.
Tunus’ta başlayan hikâye Tunus’ta mı bitecek? 25 Temmuz'dan önce Gannuşi, işlerin elinden kayıp gittiğini, sokakların tıka basa dolu olduğunu, sabrının tükendiğini ve sokağın egemenliğinin geçerli olduğunu biliyordu. Nahda lideri, Tunus'taki hükümet sisteminin, cumhurbaşkanının otoritesini devre dışı bırakacak şekilde tamamen parlamenter bir sistem olarak değiştirilmesini istedi. Nahda Hareketi’nin parlamentodaki sandalyelerin çoğunluğunu elinde tutmasına güveniyordu. Başkanlığını yürüttüğü mecliste "Nahda" kelimesinin devleti yönetmede en üst merci olmasını istiyordu. Gannuşi'nin Türkiye'nin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişini bizzat tebrik etmesi de garip bir ironi.
Tunuslu “Müslüman Kardeşler” ve Nahda halkı şunu anladılar ki, hareketin hastalığı liderliğinde yatıyordu ve bir revizyon gerekliydi. Hayatta kalma mücadelesi, fedakarlıklar ve fırtınaya karşı eğilmeyi gerektiriyordu. Gannuşi'nin, DEAŞ’daki gibi aşırılık yanlıları da dahil olmak üzere yarım milyon yasadışı Tunuslu göçmenle Avrupa'ya yönelik tehdidi işe yaramayacak ve işleri daha da kötüleştirecekti. Şiddet ve terör tehdidi, grubun kendisine hizmet etmedikçe barışı tanımadığını ve kendisini desteklemediği sürece hukuku tanımadığını kanıtlıyor.
Gannuşi, ikilemlerinin parlamenter veya başkanlık sisteminin doğasında yattığını düşünüyor. Her yönde büyük çelişkiler ve kafa karışıklığı, vizyonsuzluk, anavatana sadakat karşılığında gruba sadakat yükünden kurtulamama manzaraları yaşanıyor. Nahda hareketinin ulaştığı sonuç önceden okunabilirdi, bunu göremeyen tek kişi Gannuşi idi. Bugün Nahda, her düzeydeki saflarında büyük bölünmeler yaşıyor ve tüm muhalifler Gannuşi’nin yanından kaçmayı hedefliyor.
Çin Seddi'ne yaptığım bir geziden hatırlıyorum, elektrikli teleferiklerle dağlara tırmanmak kolaydı ama aşağı inmek üzereyken saatin geç olduğunu ve teleferikleri çalıştıran işçilerin paydos ederek evlerine gitmiş olduğunu fark ettik. Yaya olarak inmemiz gerekiyordu. İnmenin çıkmaktan çok daha zor olduğunu işte o zaman öğrendim. Müslüman Kardeşler de teleferiklerle kolayca yükseldiler ancak zor olan inmeleri oldu.