Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

İsrail Arafat’tan, Rabin’den ve barış sürecinden kurtuldu!

Şu anda Filistin-İsrail barış süreci tökezlemiş durumda.
İsrail yönetimi Mescid-i Aksa'daki Filistinli görevlilere baskı yapmaya, onları soruşturmaya çağırmaya devam ediyor.
İsrail ayrıca Kudüs’te Filistin’in herhangi bir onarım yapmasını engellemeyi sürdürürken İsraillileri yoğunlukla Arapların yaşadığı Doğu Kudüs’e yerleştirmek amacıyla Filistinlileri zorla göç ettirmek için çeşitli yöntemler izlemeye devam ediyor.
Bu da ABD’nin ve aynı şekilde Mısır ile Ürdün’ün bazı çabalarına rağmen ‘barış süreci’ olarak anılan şeyin artık çok uzak olduğu anlamına geliyor.
Zira kutsal İslam bölgelerinde yerleşimcilik faaliyetleri devam ediyor. Filistinliler ve Arap dünyası tarafından sürekli uluslararası kararların uygulanması ve İsrail işgaline son verilmesi yönünde çağrılar yapılmasına rağmen bu faaliyetler durmuyor!!
İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in Filistin Ulusal Otoritesi’nin yıkılmaması için özen gösterileceği hatta İsrail’in kendisine mali yardımda bulunacağı yönündeki iddialarının aksine burada asıl amaç, hepsi olmasa da dünya üzerindeki çoğu ülkenin istediği hatta ABD’nin bile ısrarcı olduğu iki devletli çözümden kaçınmaktır.
Dolayısıyla solcuları ve tabii ki sağcıları da dahil olmak üzere İsraillilerin arzu edilen Filistin devletinin kurulmasına karşı olduğu açıkça ortaya çıktı. Tabi solcu olarak kabul edilen ve bazıları tarafından ‘solculuğu’ sadece açık bir oyun olarak görülen Meretz Partisi dışında!!
Meretz Partisi’nin bu duruşunun gerçek olup olmadığı hususunda gerek İsrail gerek Arap gerekse uluslararası düzeyde ‘şüpheler’ olmasına rağmen Meretz’i gerçekten solcu bir parti olarak görenler, İsrail işgaline ve Filistin-İsrail çatışmasına karşı duruşunun ciddi olduğunu ve 1967 sınırları esas alınarak Kudüs’te hem Filistin’in hem de İsrail’in başkentinin olacağı iki devletli çözümü desteklediğini düşünenler var. Buna ek olarak partinin son seçim kampanyasında Arap Barış Girişimi’ni desteklediğini ilan ettiğine işaret edenler de var.
Burada Meretz’den daha önemli olan şey 1967'de Araplara karşı ve üç cephede zafer kazanan İsrail Ordusu'nun Generali İzak Rabin'in gerçek bir barış savunucusuna dönüşmüş olmasıdır. Görünüşe göre Rabin bu düşünceye bu savaştaki zaferinden hemen sonra varmıştı. Bazıları bu kararı Kudüs'teki kutsal yerlerin ‘merdivenlerinde’ tek başına otururken aldığını söylüyor. Daha sonra Rabin’in Mısır ve Ürdün Haşimi Krallığı ile bir barış süreci savaşına girdiği biliniyor. Görünüşe göre daha sonra İsrail işgalinin başkent Şam’a yaklaşmasına rağmen ‘muhalif’ duruşunu devam ettiren Suriye ile birlikte de bir barış süreci savaşına girmeye çalışmıştı.
Ancak savaş düşüncesinden barış düşüncesine geçiş yapan Rabin bunun bedelini ağır ödedi. 1995 yılında İsrail'in Kralları Meydanı'nda düzenlenen ‘barış’ mitingi sırasında İsrailli sağcı güçler tarafından kışkırtılan İsrailli radikal bir ‘genç’ tarafından yanında Şimon Peres varken vuruldu. Aldığı yara ölümcüldü. Yigal Amir adlı bu katil ise milli kahraman olarak kabul edildi ve sadece kısa bir süre cezaevinde kaldı.
Bu şekilde İsrail’in beşinci başbakanı ve Altı Gün Savaşı’nın galibi İsrailli general, savaş düşüncesinden barış düşüncesine geçmesinin bedelini ağır ödedi. İsrailliler Rabin’i öldürdüğünde barış sürecini de öldürmüş oldular. Şu anda Kudüs’te olan da tam olarak bu. Zira İsrail’in Yediot Ahronot gazetesi sağcı bir İsrail hükümetinin Batı Şeria yerleşimlerini ‘ulusal öncelik’ adlı listeye almayı hedefleyen bir planını ortaya çıkardı. Gazete, İsrail Din İşleri Bakanı'nın bu yerleşim yerlerinde ve İsrail yerel meclislerinde daha fazla 'sinagog' kurmak için yeni planlara imza attığını yazdı.
Bazı Filistinlilerin güvendikleri her şeyin aksine İsrail Başbakanı Naftali Bennett’e yakın bir isim yaptığı bir görüşmeden sonra, “Filistinliler ve İsrailliler arasında devam eden bir barış süreci yok ve bu asla olmayacak” ifadelerini kullanmıştı. Bu da demek oluyor ki, İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz da dahil olmak üzere üst düzey İsrailli yetkililer ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Ebu Mazen) arasındaki görüşmelerin hiçbir değeri yok.
Ne Meretz partisinin ne de iki devletli çözüme verdiği desteğin hiçbir kıymeti yok.
İsrailliler ile Filistinliler arasında fiili ve pratik olarak asla bir güven bağı yok.
Burada şahit olduğum bir diyaloğu hatırlıyorum. Ebu Mazen -Allah uzun ömürler versin- ile Ebu İyad (Salah Halef) -Allah rahmet eylesin- arasında barış süreci hakkında bir görüşme gerçekleştirilmişti.
Mahmud Abbas ‘silahlı mücadeleye’ karşıyken -tabi ki bunun nedeni barış sürecini takip etmekten sorumlu olmasıydı- Salah Halef ise Filistinliler ile İsrailliler arasında gerçek bir barış olana kadar silahlı mücadele yapılması taraftarıydı.
Rabin barış sürecine ilişkin düşüncesinin bedelini ağır ödediği gibi Yaser Arafat (Ebu Ammar) da bu sürecin bedelini hayatıyla ödedi.
Burada şuna değinmek yerinde olacaktır: Ben Yaser Arafat Ramallah’tan Paris’e tedavi görmek üzere nakledilmeden bir gün önce kendisi ile görüşmüştüm. Konuştuğumuzda kendisine sıhhatini sormuştum. Bana “Azizim, benim hakkımdan geldiler” şeklinde cevap vermişti. Burada İsraillileri ve barış sürecini reddeden İsrail’in İzak Rabin’den kurtulduğu gibi kendisinden de kurtulduğu gerçeğini kastetmişti. Bu yüzden ufukta asla bir barış gözükmüyor. Kudüs’te bütün bunları yapan biri barış değil sadece Filistinlilerin ‘pes etmesini’ istiyordur. İçinde bulunduğumuz dönemde Filistin devleti diye bir şey yok. Aksine bazı Filistinlilerin vicdanını rahatlatmak için ‘ulusal’ denilen bir ‘otorite’ var!
En nihayetinde Mahmud Abbas’ın tüm bunları gerek Filistinli gerekse Arap olsun herkesten daha iyi bildiği kesin. Ancak yakında bazı değişkenler olacağına dair bahse giriyor. Zira Abbas’ı ilgilendiren tek şey Filistin halkının anavatanına bağlı kalması ve mücadele yürüyüşünü sürdürmesi gerektiği.
Bu işgalciler tıpkı unutulup gitmiş eski dönemdeki ‘haçlılar’ gibi. Zira hiç şüphesiz bu işgalcilerin Filistinlilerin anavatanından çıkıp kendi ülkelerine geri dönecekleri gün gelecek. Bu sadece hayal, dilek ya da vehim değil, bilakis tarihçilerin bildiği, tarih kitaplarının yazdığı ve İsrailli üst düzey yetkililerin herkesten daha iyi bildiği gerçeklerdir!