Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Filistin'de Araplaştırma ve Yahudileştirme

Filistin davası her zaman coğrafya ve demografi arasında gidip geldi. İlk yönüyle, 1947’deki ilk Taksim Kararından Arap-İsrail savaşlarına, 1948’deki ateşkes anlaşmalarından 1993’teki Oslo Anlaşması, Arap barış girişimleri ve diğerlerine kadar anlaşmazlık ve çatışmanın etrafında döndüğü bir davaydı. İkinci yönüyle, Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmelerinden, Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmek için göç etmesi ve Filistinlilerin İsrail içinde ve dışında işgal altındaki topraklarda direnme ve büyüme yeteneklerine kadar sahada yaratılan gerçeklerin ve oldubittilerin etrafında döndüğü bir davaydı.
Genel olarak, Arap dünyası savaş ve barışta ilk yöne odaklandı ve Taksim Kararının tarihsel bir uzantısı olan iki devletli çözüm çağrısında bulundu. Bununla birlikte, Arap ve Yahudi sakinlerin bir arada yaşaması konusunda kafası karışıktı, hatta Filistin Filistinlilerden, İsrail de İsraillilerden daha önemli hale geldi. İsrail ise Siyonist fikri, jeopolitik bir gerçekliğe dönüştürdü. Bu gerçeklik şuna dayanıyor; Siyonist proje ile orantılı olarak ne kadar küçük olursa olsun yasal olan her şeyin kabul edilmesi, yasadışı olanın bazen silahlı güçle genişletilmesi, bazen de Arap ve Filistin ihmal ve dikkatsizliğinin istismar edilmesi, her durumda müzakerelerde faydalı, daha da genişlemeye yardımcı bir oldubitti oluşturmak için zamanın bir müttefik olarak benimsenmesi.
Arap-İsrail çatışmasının 70 yıldan fazla bir süre, Filistin-İsrail çatışmasının ise ondan daha fazla bir süre devam etmesinin ardından, sahadaki demografik gerçekler yeni bir gerçeklik oluşturuyor. Bu gerçekliğin temeli, sahadaki jeopolitik gerçekler ne olursa olsun, demografik gerçeğe göre Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında, yani bölünmeden önceki Filistin topraklarında 13 milyon insanın yaşadığı ve bunların yarısını Filistinli Araplar, diğer yarısını İsrailli Yahudilerin oluşturduğudur. İkinci gerçek, bu coğrafi alan içinde, bölünme ve çatışma gerçeğini ezici bir şekilde aşan bir karşılıklı bağımlılık ve günlük etkileşim süreçlerinin yaşandığıdır. Aslında, Yeşil Hattın her iki tarafında tek bir para birimi, ortak bir işgücü piyasası, yakın mali ve gümrük sistemleri olan bir ekonomik bölge var. Güvenlik açısından, Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz'ın görüşmelerinde açıklığa kavuşturulduğu üzere, 1948 sınırları içinde İsrail ile birlikte üç bölümüyle (A - B - C) Filistinli Batı Şeria tek bir güvenlik bölgesi teşkil etmektedir.
Pek çok Filistinli gözlemci, bu gerçeği ister konfederasyon, ister federasyon, hatta demokrasi ve eşitliğe dayalı merkezi yönetim şekli alsın, tek bir devletin kurulmasının başlangıcı olarak görüyor. Bunun gerçekleşmesi için Filistinlilerin koşulu, önce bir Filistin devletinin kurulması, ardından mevcut gerçekliğe uygun başka siyasi biçimlerin düşünülebileceğidir. İsrailli gözlemciler ise, Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devlete sahip olmalarına dayanan Siyonist hayallerini gerçekleştirmekten İsraillileri mahrum bırakacağı gerekçesiyle bu gerçeklikten korkuyorlar. Bu korkuya rağmen, İsrail'de ibreyi sağa doğru iten siyasi gelişmeler, mevcut demografik gerçekleri ele alma konusunda fazla çaba göstermedi. Araplar ve Yahudilerin bir arada yaşadığı İsrail şehirlerinde ırkçı uygulamalardan kaynaklanan kritik saatlerde yalnızca diğer tarafa baktı. Pek çok İsrailli büyük olasılıkla İsrail'e Yahudi göçü ihtimalinin artık azaldığını biliyor. Her halükarda tavan belli, dünyadaki Yahudi nüfusun sayısı 16 milyonu geçmiyor ve Batı ülkelerindeki konumlarıyla topluma entegre oldukları için aralarında göç etmeye istekli pek çok kişi kalmadı. Aralarından bir grup da demokratik ve liberal bağlılıkları nedeniyle, ülkenin yerli nüfusuna saldıran, onu oturma, barınma ve mülkiyet haklarından mahrum bırakan bir devlete taşınma ve yaşama konusunda siyasi ve ahlaki çekinceleri olduğu için göç konusunda isteksiz. Karşılıklı bağımlılık ve her iki tarafta neden olduğu korkular arasındaki bu karma gerçekliğin bir sonucu olarak, Filistinlilerin korkuları, “İsraillileşme” adı verilen olguya karşı uyarılarla cisim buluyor. Özellikle de Filistinlilerin İbranice öğrenip Knesset'e, daha yakın zamanda olduğu gibi iktidardaki sağcı hükümet koalisyonuna girmelerinden sonra. Öte yandan, Tel Aviv'deki eczacıların yüzde 90'ının Filistinli olması, Filistinli diş hekimlerine olan aşırı talep, keza artan işgücü ithal etme (tamamı Filistinlilerden) ihtiyacı nedeniyle İsrailliler de ise İsrail'in “Araplaşması”ndan korkuyorlar. Knesset üyesi Ben-Gvir gibi İsrailli aşırılık yanlıları için bunun çözümü, yerleşimcilerin sayısını artırmanın yanı sıra Filistinlilerin Filistin'den sürüldüğü başka bir Nekbe (Büyük Felaket) felaketinin yaşanmasıdır.
Gazze Şeridi'nde aynı anda hem Oslo Anlaşmasına hem de Filistin Ulusal Otoritesine yönelik Hamas darbesi sonucunda 4 savaşa yol açan bir düşmanlık hali var. İsrail tarafında ise, düşmanlığın kaynağı sağcılık ve şu anda sadece Filistinlilere karşı tarihsel düşmanlıktan değil, aynı zamanda Batı toplumlarında anti-semitizmin yükselişinde de besleniyor. Öte yandan bu düşmanlık, Sami oldukları için değil, çoğunluğu Müslüman olduğu için Filistinlileri ve Arapları da kapsıyor. Batı toplumlarındaki bu tür bir eğilimin, Filistin ve Yahudi diasporası arasında olumlu siyasi ilişkiler üretmesi muhtemel ve bu da, ülke içinde ve dışında ırkçılık ve ayrımcılığa karşı çıkan yeni karşılıklı bağımlılık türlerini teşvik edebilir. Bu eğilimi teşvik edebilecek bir diğer faktör de Arap devletleri ile İsrail arasında imzalanmaya devam eden barış anlaşmaları. Onlarca yıl önce bir yanda Mısır ve Ürdün, diğer yanda İsrail arasında sağlanan barış soğuktu, ama şimdi gerçekte öncesine göre çok daha sıcak. Bu da terörizmle mücadele, Doğu Akdeniz Gaz Forumu ve onunla birlikte yapılan QIZ ve gaz anlaşmaları gibi yeni ortaklık türleri sayesinde gerçekleşti. Bahsi geçen anlaşma ve forumlar sadece İsrail'i ve ilgili Arap ülkelerini kapsamıyor, aynı zamanda Filistin gazına da bölgesel denkleme katılmanın kapılarını açabilir. Ancak, Hamas’ın Gazze'yi Filistin kucağından koparmasının bir sonucu olarak, yakın gelecekte bu pek olası görünmüyor. Bununla birlikte, uzun vadeli bir ateşkes sağlamaya çabalamak, birçok projeye, endüstriyel ve ticari karşılıklı bağımlılığa olanak tanıyacaktır.
 İbrahim Anlaşmaları da esas olarak normalleşme, ticari, endüstriyel ve teknolojik ilişkilere dayanıyor ve bunlar da doğaları gereği karşılıklı bağımlılık gerektiriyorlar. İhtiyaçları olan tek şey de, İsrail içindekiler ile Batı Şeria’daki Filistinlilerin onların bir parçası olmalarıdır. Bu yönüyle mesele, müzakere süreçlerinde Filistin-İsrail çatışmasının jeopolitik boyutunu, kabul veya reddetmenin temel taşı yapmayan yeni düşünme biçimleri gerektirebilir. Bunlar, Filistin-İsrail karşılıklı bağımlılığını, yalnızca Arap Barış Girişimi'nin gerçeğe dönüştürülmesi değil, daha ötesi için yardımcı, teşvik edici ve hızlandırıcı bir unsur haline getirecektir. Daha ötesi ile kasıt; bölgedeki birçok ülkede şu anda yaygın olan ve hepsi de bölgeyi istikrara kavuşturmak ve ekonomik pazarı genişletmek isteyen reform ve ekonomik ilerleme süreçlerine eşlik etmeye olanak tanımasıdır. Bütün bunlar hayal değil, aksine yerde (gökyüzünde değil) dönen gerçek etkileşimler yoluyla yaratılan gerçekliğin bir vizyonudur. Bunların tümü, onları siyasi düzenlemelere dönüştürecek muhayyileyi bekleyen bir ekonomik ve sosyal piyasa oluşturmaktadır.