Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Dini bilgi, insanların zamanının bir resmidir

Dini ilimlerin, dini nasslardan daha geniş kapsama sahip olması tabii durumlardan biridir. Çünkü şerh ve tefsir her zaman şerh edilen ve tefsir edilen metinden daha geniş kapsamlıdır.
Bu, tüm ilim ve sanatlarda böyledir. Örneğin İslam öncesi dönemde meşhur olan Muallakât-ı Seb'a’ya bakalım. Bunlar, en fazla 30 sayfalık yedi şiirdi. Ancak bunlar hakkında yazılan şerhler ve araştırmalar -okuduğum kadarıyla- 30 kitabı aşıyor. Belki de daha fazladır. John Rawls’un ünlü teorisini birkaç sayfada anlattığı ‘A Theory of Justice’ kitabını da ele alalım. Ancak bu teorinin gerçekçe ve kanıtlarını açıklayan metin 500 sayfayı aştı. Diğer araştırmacıların bu teori hakkında ya da üzerine yazdıklarına gelince, yüzlerce makalenin yanı sıra 100 kitabı aştı.
Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim üzerine bin ciltten fazla 300 tefsir kitabı yazılması şaşırtıcı bir durum değildir.  Fıkıh kitaplarına gelince, onların sayısı da binlere ulaştı. Çevrimiçi bir uygulamada yalnızca bir mezhep ekolüne ait bin ciltten fazla kitabın bulunduğunu tespit ettim. Bir de tüm fıkıh kitaplarını toplasak kaç kitap eder?
16. yüzyılda, bir zamanlar, din ilimler yalnızca kitap ve sünnet ile sınırlıydı. Yani bugünkü standartlara göre beş cilde eşdeğerdi. Şimdi ise bu alanda yapılan yayınlar binlerce cildi aşıyor.
Bu bilgileri, dini alanda yapılan tartışmaların çoğunun ahkam ayetleri ve hadisleri yani doğrudan şer’i hükme işaret eden ayet ve rivayetlerle ilgili olduğunu söylemek için bir giriş olarak zikrettim. Ahkam ayetlerinin, 500 ayet yani Kuran'ın toplam ayetlerinin yaklaşık yüzde 8'i olduğu iyi bilinmektedir. Ahkam hadislerine gelince, Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ’nın İmam Ahmed bin Hanbel’den naklettiğine göre bu rivayetlerin sayısı bin 200’ü buluyor yani sahih hadislerin yer aldığı musanneflerin toplamının yaklaşık yüzde 15’ini oluşturuyor.
Tüm bu sözlerin anlamı, din konularında söylenenlerin veya yazılanların onda dokuzunun dinin kendisine değil, dini ‘bilimlere’ ait olmasıdır. Daha doğru bir ifadeyle bunlar, hâşiyeler, şerhler, tefsirler ve içtihatlardır. Yazarın veya onu söyleyenin bilimsel düzeyi, zamansal ve mekânsal durumu, elde edebildiği kaynakların miktarı, zihinsel kaygıları ve meşguliyetlerinden etkilenen insani bir çabadır. Bunlar ne ilahi ilim ne de dinin kendisidir, aksine beşerî ilimlerdir.
Dini ilimlerin sürekli genişlemesine gelince, referansı insan toplumu, kültürü, ekonomisi, değer sistemleri ve davranışlarında yaşanan sürekli değişimdir. Her dönüşüm yeni sorular doğurur, yeni içtihatlar gerektirir ve yeni şerhler, tefsirler ve tartışmalar vb. eklenir... Belki de son 50 yıl içinde dini ilimler alanında yazılan ve yayınlananlar, 6’ıncı yüzyıldan 20’inci yüzyılın başına kadar yazılan her şeye eşdeğerdir.
Bu büyük birikim dinin bir parçası değil, o dinin kutsallarının bir uzantısı değil, aksine daha çok insanların hakikati algılama veya ona yaklaşma arayışları sırasında ürettikleri bir bilimdir. Garip olan şu ki, sıradan insanların bir kısmı Tefsir, Fıkıh, Hadis ve Akaid kitaplarının kutsal olduğunu düşünüyor. Eleştirmenler eleştirip hatasını gösterdiğinde de öfkeleniyor. Alimlere gelince özellikle de en ilim sahipleri, eleştiriyi ilmin can damarı ve gelişme sebebi olarak görüyorlar. Dini alandaki birçok önemli teori, ayrımlarını ve ifadelerinin doğruluğunu ortaya koyan eleştirmenlerin kalemleri olmasaydı, gözden kaçırılacak ve neredeyse yok olacaktı.
Alimlerin ve kitaplarının kutsanması, dini bilgiyi dondurmak üzere ve hatta ortadan kaldırabilir. Öte yandan eleştiri ise ilme yeni bir hayat verip, öncekilerin ele almadığı köşeleri ortaya çıkarır. Sözün özü şu ki; bugünkü ilim, dünkü ilim gibi ne bir dindir ne de dinin uzantısıdır. Bilakis, insanın dini deneyiminin bir yansımasıdır. Bu da yalnızca yaşamlarının ve dönemlerinin bir ifadesidir, ne eksik ne fazla.