Sam Mensa
TT

Gerilen iplerle savaşın Suriye’ye dönüşü

Çeşitli senaryolar Suriye'de savaşa dönüş olasılığından bahsediyor. Bu haber doğru olsun ya da olmasın, Suriye toprakları birçok sebepten dolayı savaşa dönüşün tohumlarını taşıyor. Bu sebeplerden belki de en öne çıkanı, rejimin 2011 devriminin fitilini ateşleyen halk taleplerinin kabul edilebilir ya da küçük bir yüzdesini karşılayan bir çözüm veya uzlaşı için küçük bir alan bile bırakmadan, güçlü Rus ve İran desteğiyle dağınık ve bölünmüş muhalefeti yenebilmesinin ardından askeri operasyonların çoğunun durmasıdır. Cenevre'deki Anayasa Komisyonu'nun çalışmalarını etkileyen durgunluk, söylediklerimizin en iyi kanıtıdır.
Siyasi ufuktaki bu tıkanıklığa ek olarak, ülkede ekonomik ve sosyal koşullar kötüleşmeye devam ediyor. Kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısı uluslararası ve bölgesel güçlerin nüfuz alanlarına bölünmüş olan ülkenin bir yeniden imar şantiyesine dönüşmesi veya harap ekonomisini canlandırmak için yatırım çekmesi için olası bir fırsat da yok.
 Bölgenin geneli, adeta çatışmaların ve sarsıntıların hararetini hafifletecek atılımlara hazırlanan bir atmosfere girmişken, durumu alt üst eden uluslararası ve bölgesel gelişmeler yaşandı. Bunların en tehlikelisi, Ukrayna'daki savaş, bir yanda Rusya, diğer yanda ABD ve genel olarak Batı arasında yarattığı eşi görülmemiş gerilim. Esasında çatışmalar ve savaşlar içinde yaşayanlar başta olmak üzere birçok bölgede siyasi ve ekonomik istikrar, bu savaş ve gerilimin yansımalarından kurtulamayacak. Washington'un İran ile nükleer anlaşmaya dönüş için Viyana’da yürüttüğü müzakerelerin sonuçlarının beklentisiyle zaten endişe içinde yaşayan Ortadoğu bölgesi, belki de bu bölgelerin başında geliyor. Görünen o ki, başlangıcından bu yana bu müzakerelere damga vuran duraksamalar ve tökezlemeler, müzakereleri bir çıkmaza sokacak. Özellikle de İran’ın, geçen hafta tırmandırıcı bir adım atarak, nükleer tesislerinde zenginleştirme seviyesini gözlemleyen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na ait 27 gözetleme kamerasını sökmesinden sonra. 6 Haziran’da Ajans, İran’ın Natanz Tesisi’ne iki yeni santrifüj seti kurma niyetinde olduğunu açıklamıştı. Tahran'ın son hamleleri, Ajans’ın Direktörü Rafael Grossi'nin İran ile nükleer bir çözüme ulaşma şansının çok sınırlı hale geldiğini belirtmesine neden oldu. Grossi, İran'ın programını geliştirmeye devam etmesi halinde nükleer silah üretmek için yeterli malzemeyi edinmesinin, sadece birkaç hafta süreceğini vurguladı. Temmuz ayının ilk haftaları olumlu ya da olumsuz yönde belirleyici olabilir.
Bu kapsamda ABD Başkanı Joe Biden'ın bölge gezisinin Temmuz ayına ertelenmesinin sebebinin, bu kısa süreyi beklemek ve bölgeye gelmeden önce müzakerelerin akıbetini netleştirmek olduğu bildiriliyor. Müzakerelerin akıbeti olumlu olursa, Washington, Tahran'a uygulanan yaptırımların kaldırılmasından kaynaklanan korkularının bir kısmını ortadan kaldırması mümkün olan tüm garantileri başta İsrail ve Arap Körfez ülkeleri olmak üzere müttefiklerine sunmayı amaçlayacak. Tökezleme devam ederse ziyaret, İran’ın milisleri ve kolları aracılığıyla özellikle Suriye, Lübnan ve Irak'ta Washington ve müttefiklerine baskı oluşturacak olası ve beklenen tepkilerine karşı müttefikleri tahkim etmeyi amaçlayacak.  ABD'nin bir diğer hedefi de gözden kaçırılmamalı, o da İsrail ve Suudi Arabistan dahil olmak üzere bölgedeki bir dizi ülkeyle bozulan ilişkileri düzeltmek. Ayrıca Moskova ile arasındaki tehlikeli çatışmada kendisinin ve genel olarak Batı’nın gücünü artıracak açık ve somut bir Amerikan örtüsü altındaki bölgesel ittifaklar için bir çerçeve oluşturarak bu ülkelerle ittifakını perçinlemek.
Konumuz olan Suriye ve şartlarına dönersek, bu çekişmelere kısmen veya tamamen dahil olan 5 ülkenin, karadan Rusya, ABD, Türkiye ve İran ile güneyden ve havadan İsrail’in işgali altında olduğundan, bu çatışmanın, bu uluslararası ve bölgesel değişkenlerin merkezinde Suriye yer alıyor. Suriye'nin bu gelişmelerden etkilenme olasılığı konusunda çeşitli görüşler var ve bunlardan biri de Moskova'nın, Tel Aviv’i İran hedeflerine karşı askeri operasyonları ile açmaza sürükleyerek Suriye üzerinden İsrail ve arkasındaki ABD'ye baskı yapmaya çalışabileceğini söylüyor. Zira bu saldırılar genişleyerek bu zorlu zamanlarda ne Washington ne de Tel Aviv’in istemeyeceği bölgesel bir savaşla sonuçlanabilir. Bu nedenle Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın geçen perşembe günü Hizbullah’ın İsrail'in Yunan gemisi aracılığıyla gaz çıkarmaya başlamasını engelleme kabiliyetine sahip olduğuna dair açık tehdidine dikkat edilmeli.
Batılı baskıların verimli Suriye arenasını bir yandan Moskova'yı zor durumda bırakmak ve meşgul etmek, diğer yandan İsrail ve ABD'nin İran ile hesaplaşması için kullanılması gerektiğine inanan karşıt bir görüş de var.  İran’ın rolünü sınırlama ve Esed rejimini ondan uzaklaştırarak Araplara geri dönmeye teşvik etme çabası da bu hesaplaşmanın bir parçası. Ancak bu görüş ihtimal dışı, çünkü Rusya'nın varlığının ve nüfuzunun gerilediğine dair bilgilerin ortasında İran’ın nüfuzunu artırmasını, Türkiye'nin rolünün gelişmesini ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sınır boyunca ve 30 km derinlikte güvenli bölge kurarsa rejimin kuzey Suriye'yi kaybetme olasılığının yüksekliğini hesaba katmıyor.
Tüm bunlara ek olarak, Suriye ile güneydeki komşusu Ürdün arasında farklı türden gerilimlerin ciddi işaretleri ortaya çıkıyor. Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın ülkesinin Suriye sınırlarında yaşanan olayları bir uyuşturucu savaşı olarak tanımlamasını takiben sınırda Ürdün askeri birliklerinin konuşlandığı anlatılıyor. Ürdün Kralı’na göre bunun arkasında Lübnan’daki Hizbullah örgütü ile Suriye Devlet Başkanının kardeşi Mahir Esed liderliğindeki Suriye ordusunun Dördüncü Tümeni başta olmak üzere İran ile müttefik taraflar ve milis güçleri var. Bu faaliyetlerin alanı Lübnan'daki Bekaa Vadisi'nden başlayarak Humus çölüne ve güney Suriye'ye kadar uzanıyor. Ürdün, bu sorunun uyuşturucu kaçakçılığının ötesine geçerek Ürdün'ün güvenliğini tehdit eden silah kaçakçılığı ve diğer yıkıcı faaliyetler kertesine vardığına inanıyor. Ürdün Kralı daha önce de Ukrayna'daki savaşın bir sonucu olarak Rusya'nın Suriye’de bırakacağı ve İran'a bağlı milisler tarafından doldurulabilecek boşluk konusunda uyarmıştı. Bu bağlamda, Suriye-Ürdün yakınlaşmasının, Mısır gazının ve Ürdün elektriğinin Suriye üzerinden Lübnan'a nakledilmesi projesinin, belki de Amerikan baskısı altında ve Ceaser Yasası bahanesiyle çöktüğünü belirtmekte fayda var.
Suriye'de savaşa dönüş olasılığının arkasında birçok neden ve farklı hedefler var. Davranışlarını düzeltmesi, İran'dan vazgeçerek onu İsrail sınırından uzak tutması için Esed'e baskı yapmakla başlıyor, Moskova’nın dikkatini dağıtmaya, Suriye’de onu ve başta İran olmak üzere müttefiklerini yormaya, İran’ın aşırıya kaçan faaliyetlerini ve rollerini çevrelemeye kadar uzanıyor.
Suriye’de savaşın dönüşü kaçınılmaz değil, ancak ihtimal dışı da değil ve sonuçları belirsiz, büyük ve endişe verici risklerle dolu. Zira istenmeyen bir bölgesel çatışmaya sürüklenme riski olmadan İran'ı yormak kolay değil. Esed rejimi ile İran arasındaki ilişkiye nüfuz etme çabası da zor ve karmaşık çünkü bu, Arapların karşısında durarak, Irak’a karşı 8 yıl süren savaşında İran'ı destekleyen Hafız Esed döneminden itibaren tarihsel olarak kökleşmiş bir ilişki.