Hazım Sağıye
TT

Lübnanlılar hiç ‘güzel bir döneme’ tanık oldular mı?  

Lübnanlılar bugünlerde sıklıkla ‘eski güzel günler’ ya da ‘güzel dönem’ (Belle Epoque) hakkında konuşuyorlar, durumlar kötüleştikçe eski günleri yad etmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. Ülkenin şu an büyük bir kriz içinde olduğu açık, Hizbullah’ın silahlarının gölgesinde derin bir ekonomik kriz yaşanıyor. Peki, gerçekten de Lübnanlılar geçmişte herhangi bir ‘güzel dönem’ yaşadılar mı?  
Belle Epoque (güzel dönem) genellikle 1870’le Birinci Dünya Savaşı arasındaki, Fransız ve Avrupa tarihindeki bir döneme verilen isimdir. Bu ‘güzel dönem’, iyimserlik, bölgesel barış, ekonomik refah, sömürgeci genişleme ve teknolojik, bilimsel ve kültürel yenilikler ile karakterize edilen bir dönemdir. Avrupalılar bu bahsi geçen dönemde, eskiye kıyasla daha özgür olmuşlar, ciddi maddi ve kültürel kazanımlar elde etmişlerdir. Avrupa’da, sanat, edebiyat, müzik, tiyatro ve görsel sanat ürünü geniş çapta yayılmış ve Çin’in 13’üncü yüzyılda benzerine tanık olduğu bir refah dönemi yaşanmıştır. Sonuçta teknolojik ilerlemelerle birlikte müthiş bir atılım gerçekleşmiş ve insanların yaşam standartları hiç olmadığı kadar yükselmişti. Küreselleşmenin ilk olanakları da bu dönemde ortaya çıktı. Deniz kanalları ve köprüler inşa edildi, ekonomi temelli toplu göçler gerçekleştirildi. Örneğin 2 milyonun üzerinde İtalyan bu dönemde yeni imkanlar için Arjantin’e göç etti, ABD ve İngiltere’de de devasa toplu göçler yaşandı. İngiltere, toplam sermayesinin yüzde 55’ini imparatorluk topraklarının dışında, özellikle Kuzey Amerika, Latin Amerika ve Avrupa’daki yatırımlarda kullandı. Bu bahsi geçen ‘güzel dönemde’ müthiş teknolojik atılımlar ve teknik dönüşümler gerçekleşti, telefon, telgraf, elektrikli motorlar ve modern seri üretim ağları yaygınlık kazandı. 
Şimdi ise geçmişe ağlamak ya da nostaljiye dalmak anlamsızdır. Eğer ‘güzel dönem’ ile modern dünyanın şekillenmesinde ‘gizli bir elin’ üstünlüğü kastediliyorsa ne Lübnan ne de bir başka yer için ‘güzel dönemden’ bahsetmek gülünç olacaktır. Eğer konuşacağımız şey Lübnan’la ilgili ‘güzel dönem’ ise beklentilerimizi düşük tutmakta fayda var. Evet; tabii ki Lübnan ve diğer birçok Arap ülkesi için görece mütevazi kriterlere göre ‘güzel dönemlerden’ bahsedebiliriz. Lübnan’ın eski dönemlerini yansıtan kriterlerden beşini hatırlayacak olursak şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi, olanaklar ve bunların rolleridir. Bununla insanın potansiyelinin kısıtlanmamasına değiniyoruz. Devletin belirlediği ‘merkezi bir mesele’ etrafında, demir yumrukla ve ideolojik tabularla sınırlandırılmayan insan çabasının serbestliği ve tarihin akışına bırakılmasını kastediyoruz.  
İkinci kriter; ifade ve örgütlenme özgürlüğüdür. Bu ister partizan isterse sendikal manada olsun, bireyler ve topluluklar, devletin zorlayıcılığı olmaksızın, siyasi ve kültürel hayata iştirak edebilmesidir. 
Üçüncü kriteri ise ‘kademeli anlayış’ olarak tanımlayabiliriz. Yani doğal kesintiler nedeniyle aksamadan varış noktasına doğru bir hareketlilikten söz ediyoruz. Örneğin Lübnan 1958'de küçük çaplı bir ‘iç savaş provası’ yaşadı ancak bu olay, ardından 10 yıllık bir istikrar dönemi yaşanmasına engel olmadı.  
Dördüncüsü, dünyayla ve özellikle o orijinal ‘güzel dönemi’ üreten ve modernitemizi oluşturmaya en büyük katkıyı sağlayan ‘Batı ile’ olan açık bağlantının bulunmasıdır.  
Son olarak, oldukça tartışmalı olan ‘ekonomik refah’ meselesi yer alıyor. Sanırım kimse bu ya da diğer kriterlerde Lübnan’ın mevcut ‘çöküşünden’ daha kötü bir dönem yaşandığını ileri süremez. Bu tartışmanın her iki tarafında da kabul edilmesi zor olan iki argümanla karşılaşıyoruz. Birinci argüman; Lübnan için herhangi bir dönemde ‘güzel bir zaman’ fikrini reddederken ‘genellemeci’ bir yaklaşım sergiliyor. Bu argümana göre mevcut durumun nedenleri geçmişle bağlantılıdır, mutlak ve değiştirilemezdir. Dolayısıyla diğer tüm olumlu olasılıkları da dışlamış oluyor. Lübnan toplumunda ‘çatışma tohumlarının’ ekildiği inkar edilemez. Ancak böylesi ‘mutlak bir genellemeye’ başvurmak, silahlı örgütleri, devletin atıl hale getirilmesini ve Suriye’nin geçmişteki vesayetini haklı çıkarabilir. 
Böylesi bir genellemeyi Irak ve Suriye için yaparsak, işi, oradaki askeri darbeleri ve rejimin yaptıklarını da meşru olarak kabul etmeye kadar vardırabiliriz.
İkinci argüman ise ‘güzel bir dönemin’ var olduğuyla ilgilidir. Bu argümanı savunanlar, genelde turistik bir destinasyon olduğumuz zamanları hatırlarlar ve adeta meseleyi turizme indirgerler. ‘Marie Mathieu Baalbek'te şarkı söylerdi, Charles Aznavour Byblos'ta konser verirdi, Bentley süren güzel yüzlü bir cumhurbaşkanımız vardı, aktrisler gibi şık bir ‘first lady’miz’ bulunuyordu’ derler. Dışişleri bakanımız akıcı bir şekilde Fransızca ve İngilizce konuşur ve protokol olaylarını gayet iyi becerirdi. Tabii bu argüman savunulurken, belirli bir zümrenin hakimiyetine atıfta bulunuluyor, hatta belirli bir din ve mezhep de denilebilir, yani o dönemde sıkıntı ya da sorun görmemek zımnen ‘ırkçılığa’ kadar varabiliyor. Bu iki argümana da tam olarak katılmıyoruz. Evet Lübnan için de mütevazi ‘güzel dönemler’ vardı, ancak biz o dönemlerin kıymetini bilemedik.