Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

İki devletli Lübnan zamanında iki veda ve iki karşılama

Lübnan'da görev yapan çok sayıda Arap ve yabancı büyükelçinin görev sürelerinin sonunda doğası ve yemeğiyle olsun ülkeye duydukları hayranlık ile onun hakkındaki iyi dileklerini bir araya getiren bir veda mesajı yayınlamaları adettendir. Kimi zaman bazı elçiler, bu geleneksel kalıptan saparak veda mesajlarına, bir uyarı dokunuşuyla birlikte satır aralarında eleştiriler ve bir tür sevecen tavsiyeler de eklerler.
Diğer tüm büyükelçiler dışında sadece iki isim Lübnan’dan kalplerinde emsalsiz bir sempati ve dayanışma ile ayrıldılar. Bu iki isim sadece basmakalıp ifadeler ve geleneksel temennilerden oluşmayan bir veda mesajı yayınlamakla kalmadılar, Lübnan’dan uzakta sevenlerin sözleriyle onu düşünmekte devam ettiler. Lübnan’da siyaset ehli ve partilerin kaprislerinin ülkelerine verebileceği zararın farkında olmadıkları ya da oldukları (ki bu da daha büyük bir felaket) bir zamanda, Suudi Arabistan büyükelçiliği görevinde bulunan bu isimlerden ilki olan Dr. Abdulaziz Hoca şiirle, Ali Usayri yazı ile Lübnan’ı anmayı sürdürdüler. Bu arada halihazırda Suudi Arabistan Büyükelçiliği görevini yürüten Velid Buhari’nin de Allah yardımcısı olsun. Allahu Teala’nın “Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur” sözüyle çelişen söz ve ifadelerin yerini iyi ve güzel sözlerin alması, ruhların sükunet bulması umuduyla elinden geldiğince çalışıyor.
Yaşadığımız iki devletli Lübnan zamanında yayınlanan iki veda mesajı, yabancı bir büyükelçinin ülkesini temsil ederken Lübnan’a dair bakış açısını yansıttı. Bunlardan ilki, resmi Lübnan devletini uluslararası alanda tanınan, bir anayasa ve tüzüğe sahip, BM Antlaşmasının hazırlanmasında katkısı olan bir devlet olarak tarif eden İngiliz Büyükelçi Ian Collard’ın bakış açısı. İkincisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin iki kanadı ile Lübnan devleti büyükelçisi Dr. Muhammed Celal Firuzniya’nın bakış açısı. Burada iki kanatlı Lübnan devleti ile İran’ın karşılıklı diplomatik ilişkilerinin olduğu, kendisini temsil etmesi için sürekli saygın bir ismi elçi olarak seçtiği resmi devlet kanadı ile büyükelçiyi gönderen rejime mutlak bağlılık ve onunla ittifak içinde olan devlet kanadını, yani Hizbullah Lübnanı’nı kastediyoruz.
Yakın bir zamanda (bir aydan kısa bir süre) yayınlanan iki veda mesajından İngiliz büyükelçi Collard’a ait olanda şu yazılıydı:
“Güzel manzaraları ile güzel ülkeniz Lübnan'dan ayrıldığım, arkeolojik tarihinizin derinliklerine inmekten, lezzetli yemeklerinizi tatmaktan, kuzeyden güneye ve Bekaa’ya seyahatlerim sırasında sizden bazıları ile tanışmaktan, beni kollarınızı açarak karşılamanızdan, kültürünüzü, tavsiyelerinizi ve bilgeliğinizi benimle paylaşmanızdan mahrum kalacağım için üzgünüm.”
Peki ya siyasi tutum? yani Büyük Britanya Elçisi, ayrılmaya hazırlanırken nefes almakta zorlanan küçük ülke Lübnan'ı nasıl görüyor? Büyükelçi mesajında şöyle diyor:
“Lübnan küçük olabilir ancak birçok açıdan tam olarak şekillenmiş. Başarı için gerekli birçok bileşene sahip. Bugün reform, Lübnan'ın tüm ekonomik sorunlarını çözmenin anahtarıdır. Şimdi siyaset zamanı değil.”
Gerçek şu ki Lübnan, politikacılarının, partililerinin, üç başkanlı yönetiminin ve karar alımında aktif ortağının açtığı derin yaralarla dolu. Öyle ki bugün Lübnan, monarşi dönemindeki Irak’ta İkinci Faysal’ın karar alma gücü olmayan bir kral, naibi Prens Abdulilah’ın ise tam yetkili bir kral rütbesine sahip olduğu döneme benziyor. Hal böyleyken Irak monarşisinin Ağustos 1958’de Abdulkerim Kasım liderliğindeki birkaç subay tarafından devrilmesine şaşmamalı. Lübnan’daki güçlü ortak Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah şimdi güç ve otorite açısından Prens Abdulilah gibi.
İngiliz Büyükelçisi’nin mesajına dönecek olursak… Tek başına Fransa’nın Lübnan için gerçekten “şefkatli bir anne”yi temsil ettiği ve ona karşı daha cömert olduğu söylenmesin diye İngiliz Büyükelçi mesajında şunu vurguladı:
“Birleşik Krallık'ın öncelikleri açık ve Birleşik Krallık hükümeti Lübnan'ın istikrarını ve güvenliğini desteklemeye kararlı.”
Ayrıca Kraliçe İkinci Elizabeth'in şu sözünü de hatırlattı:
"Lübnan hep çeşitliliğin, hoşgörünün ve azmin sembolü olmuştur. İki ülke arasındaki güçlü dostluk bağlarının uzun yıllar devam etmesini umuyoruz."
Güvenlik ihlallerinde bulunmayan, vergilerini dürüstçe ödeyen Lübnanlıların, tacının gölgesinde sempati, dayanışma ve kolaylıklarla karşılaştıkları, ülkelerinde eksik olan ilaç ve kapsamlı sağlık sigortasına sahip oldukları Kraliçe’nin sözüyle bağlantılı olarak Büyükelçi şu sözleri ekledi:
“Bugün, Majesteleri Kraliçe'nin Büyükelçisi sıfatıyla Lübnan'dan ayrılırken, onun temennisini paylaşıyorum. Birleşik Krallık olarak, sizin, Lübnan halkının değişmez dostu olarak üzerimize düşeni yapmaya devam etmemizden gurur duyuyorum.”
Böylece, ülkesi Lübnan rejimine zarar vermeyen, krizleri, çatışmaları, iç savaşları ve devam eden krizi sırasında dikkatle hesaplanmış sınırlar içinde onun yanında yer alan yabancı bir büyükelçinin vedasına ışık tutmuş olduk. Lübnan’da rejiminin başları da Britanya Başbakanı Boris Johnson örneğini takip etselerdi ülkenin tüm bu sorunlarının tedavisine başlanabilirdi. Bu arada Johnson’ın ihlallerinin, Lübnan rejiminin, özellikle de var olan rejimin taraflarının birikmiş sorumlulukları kadar büyük olmadığını kaydetmeliyiz.
İran Büyükelçisi Dr. Muhammed Celal Firuzniya’nın veda mesajına gelince; İran Cumhuriyeti'nin Lübnan’a bakışına dayanan teorisinin özünü yansıtıyordu. Veda kelimelerinin bir kısmı bunun kanıtı zira şöyle diyordu:
“Lübnan'da çalışmak, dünyanın herhangi bir ülkesinde diplomatik olarak görev yapmaktan farklı bir tada sahip. Duygusal açıdan insan, gerek bu şerefli halkın evlatlarıyla karşılıklı ilişki, gerekse politik, fikri, kültürel ve sosyal seçkinler, çeşitli siyasi ve dini merciler, farklı eğilimleri, yönelimleri ve bağlantılarıyla partilerle iletişim düzeyinde olsun, kuşatıldığı sevgiyle kendisini ikinci vatanında hissediyor.”
İran Büyükelçisi’nin vedasında tavsiyeler ve temenniler yer almadı. Bunun nedeni, Hizbullah aracılığıyla yönettiği bir ülkeye atadığı büyükelçiye tavsiyeler verme, ülkesinin yönelimlerini ve taleplerini iletme görevini vermeyen bir ülkeyi temsil etmesi. İran’ın Lübnan büyükelçileri, önce baba ardından oğul Esed zamanındaki vesayet döneminde Şam rejiminin Lübnan’a gönderdiği ve sadece nispeten yüksek profilli bir güvenlik görevlisi olmayan Gazi Kenan ve Rüstem Gazali’nin oynadıklarına benzer bir role sahipler.
Irak’ın (İran hayranı) Lübnan büyükelçisi Haydar el-Barak ise bir veda mesajı yayınlayacak zaman bulamadan ülkesine geri çağrıldı, çünkü İran hayranlığını göstermekte acele etti. Hizbullah Lübnanı da herhangi bir hassasiyeti veya gereksinimi dikkate almadan bu hayranlığını ifade etmesine olanak tanıyarak bu duygularını daha da köpürttü. Geri çağrılmasına neden olan olay ise Bekaa’daki Şii bölgesine yaptığı ziyaretti. Zira bu ziyaret sırasında iki kanadı (Hizbullah ve Emel Hareketi) ile Şii yelpazenin partizanlarının kalbinde kök salmış İran devrimi tutkulu atmosferden duyduğu sevinçle, eline bir makineli tüfek alarak havaya birkaç mermi sıktı. Bu hareketinin sosyal medyada gündem olmasının ardından, üstü olan Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’i onu Lübnan büyükelçisi olarak görev yaptığı yerden makineli tüfek kullanamayacağı başka bir yere transfer etme kararını almaya sevk edeceğini düşünmedi. Diplomatik faaliyetlerin sembolü olan bir konumda sergilediği diplomasi yoksunluğu sonunu getirdi.
Her şey karşıtını hatırlatır ilkesi temelinde, ışık tuttuğumuz iki vedaya karşılık Lübnan, kendisine damga vuran tutumlar ve davranışlar açısından bizim gibi gözlemcilerin hayrete düşüren iki karşılamaya da tanık oldu. Ne tesadüftür ki bu iki karşılamanın kaynağında da Filistin vardı. Bunların ilki, Hizbullah devletinin Lübnan devletinin resmi bir daveti ile değil, bir misyon ile "Gazze devletinden" gelen "Hamas" hareketi lideri İsmail Heniyye’ye düzenlediği karşılama. Heniyye, havaalanından iki saraya, yani birinci ve ikinci başkanlık sarayına, ardından istikrarsız olan üçüncü başkanlık sarayına kadar son derece seçkin ve göze çarpan bir karşılama töreni ile karşılandı. Kendisini davet edenlerin ve karşılayanların halleri ve tavırları sanki şöyle diyordu:
“Ey misafirimiz; bizi ziyaret ettiğinde, bizler misafir sen ev sahibisin.”
İkincisi ise Filistin’den gelen Başpiskopos Musa el-Hac’a yapılan karşılama ki bu yalnızca işgal altındaki Filistin ile Lübnan kara sınır kapısında yaşanan resmi olmayan bir karşılama değildi. Durum kontrol altına alınıp açıklamalar engellenmezse aynı zamanda, yemyeşil iken kurumuş dallara dönüşen Lübnan ağacına atılan bir kor parçasına benzeyecek. Karşılamanın türü, takip edilen güvenlik ve adli prosedürler, şu halk şarkısının girişiyle uyumluydu:
“Seni yurdumuza getiren nedir?”
Yani neden İsrail’den ülkemize geldin der gibi!
Necef’e sığınan Humeyni’nin buradan sınır dışı edilmesi, Kuveyt’in kendisini konuk etmeyi reddetmesinin ardından Fransa’ya iltica etmesi kor parçasının İran-Irak savaşını tutuşturması gibi umarız öngörüsüz bir şekilde davranılan bu olay da Lübnan evinde bir yangına neden olmaz. Devrim ve savaş liderinin (Humeyni) kendisini uzaklaştıran Saddam’a, Baasçı Irakı’na, söz ve eylem ile onu destekleyenlere karşı bir öfke ile bu dünyadan ayrılmasının yol açtığı yangınlara benzer bir yangının kıvılcımı olmaz.