Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bireysel kimlik tartışmaları ve krizleri

Bireysel kimlik tartışması ve kimlik krizi tartışmalarının bugünlerde yeniden canlandığını fark ettim. Bireysellik, bağımsızlık ve bunun kolektif nitelikli diğer kimliklerden ayırt edilebilmesi imkanı hakkında yazılanlara ilgi duyan arkadaşlarım bu hususta bana çeşitli sorular yönelttiler. Bu tartışmalar, Körfez bölgesinde yaşayanların tatmin edici bir sonuç almak istediği konulardandır. Bununla birlikte meselenin dindarlık kavramında veya sınırlarında değişim olarak kabul edilen durumla ilgili olmasından ötürü çoğu zor seçimlerle karşı karşıyadır.
Ortadoğu toplumlarındaki kimlik tartışmasının en hararetli kısmının meselenin bu yönüyle ilgili olduğu bir sır değil. Bu tartışma tetikleyen temel husus ise yeni neslin çoğunluğunun kendilerini bağımsız bireyler olarak tanımlama ve dindarlık şartlarını ve bunun günlük hayatlarını ne kadar etkileyeceğini tercih etme eğilimleridir. Bu arzu, özellikle modern eğitim görmüş orta sınıf için artık basit ve sıradan bir durum olarak görünüyor. Ancak yine de büyük bir endişe kaynağıdır. Muhtemelen ailevi ve sosyal çatışmaları da beraberinde getirmektedir. Bunun sebebi çoğu kişi tarafından biliniyor. Özetlemek gerekirse; bölge son elli yılda bireysel ve kolektif kimliklerle rekabet eden dini kimliğin önceliğine yapılan vurguya tanık oldu. Bu eğilim geçen yüzyılın son yıllarında daha da derinleşti ve paralel veya alternatif söyleme yer bırakmayan bir tür kültürel ve sosyal zorunluluğa dönüştü. 
Bu bağlamda her vatandaşın kültürel, dini ve toplumsal konumunu belirlemesi gerekmektedir. Böylece ya çeşitli akımların taraftarlığını yapar ya da karşıt bir pozisyon benimser. Bu karşıtlık doğal olarak diğer dinlerin takipçilerini ve düşman olarak sınıflandırılan kültürel veya sosyal akımlara mensup olanları da içerir. Sosyal farklılaşma konusunda yazan Abdullah bin Bakheet, Suudi merkezli Okaz gazetesinde kaleme aldığı bir yazısında birçok Şii iş arkadaşıyla birlikte yaşadığını ancak mezhep farklılığını nadiren fark ettiğini söylüyor. Ancak yukarıda bahsedilen (genel olarak uyanış adı olarak anılan) döneme gelince, kavramlarda, isimlerde, kıyafetlerde ve ilgi alanlarında farklılıkları fark etmeye başlıyor. Böylece geçmişte hayal ettiği gibi kendilerinin tek bir topluluk olmadıklarını hissediyor. Bunun sebebinin, farklılıkları ve sınırları vurgulayan, özdeşleşmeye ve bütünleşmeye karşı uyaran dini yönelimlerin yoğunluğundan kaynaklandığını ifade ediyor.
Körfez aydınlarının ve yazarlarının son yıllardaki çalışmalarında ve yazılarında, bu dönemi ve beraberinde getirdiklerini sona erdirme çağrıları kalıcı bir fikir haline geldi. Ayrıca modernizme geçişin hızlanması ve yaklaşık çeyrek milyon öğrencinin burslu olarak yabancı üniversitelere gitmesi bu eğilimin derinleşmesine katkıda bulundu. Ancak her sosyal dönüşümde olduğu gibi önceki durumdan istifade eden bir kesim buna direniyor. Diğer bir kesim ise bunun toplumun muhafazakar karakterine zarar vereceğinden endişe ediyor.
Modernizme geçişin kaçınılmaz bir kader haline geldiğini düşünüyorum. Toplumsal dönüşüm her geçen gün genişliyor ve derinleşiyor. Ancak -dediğim gibi- işin doğası gereği aksilikler ve maliyetler kaçınılmazdır.