Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

İşiniz düşmeyecekse…

İnsanların gerçek anlamda karakter ve kişilikleri, olaylar karşısında takındıkları tavırlarla belirginleşir ve netlik kazanır. Zira işler yolunda giderken, herhangi bir meşakkat ve zorluk yokken hiç kimseden ne bir sızlanma ne de bir şikâyet duyulur. Ancak şartlar değişip işler zorlu hale gelmeye başlayınca çoğu kişinin tavrı hemencecik değişmeye ve sızlanmalar artmaya başlar. Bir de mesele, hayatın feda edilebileceği bir noktaya gelirse gerçek anlamda iman edenler hariç diğerleri yan çizmeye ve bahaneler uydurmaya başlarlar. İnsanlık tarihinde bunun çokça örnekleri mevcuttur. Bu örneklerin bir kısmı Kur’an tarafından da haber verilmektedir.[1]
Bakara suresinde anlatılan Tâlut ve Câlut kısası bu duruma güzel bir örnektir.[2] Düşmanları tarafından eziyete maruz bırakılan halk, Peygamberlerinden Allah’a dua ederek komutasında savaşacakları birini belirlemesini isterler. Peygamberleri, işin zorluğunu ve fedakârlık gerektirdiğini bildiği için istekte bulunan halka; “Peki, ya size savaş emredilir de savaşmayacak olursanız?” deyince halk: “Bizler düşman tarafından yurtlarımızdan çıkarılmış ve çocuklarımızdan ayrı bırakılmışken, ne diye Allah yolunda savaşmayalım ki?” dediler. Ancak durum hiç de dedikleri gibi olmadı. Kendilerine savaş emredilince, —içlerinden pek azı hariç— yüz çevirdiler ve savaşmamak için türlü türlü bahaneler ürettiler.
Vahyin rehberliğinde hareket etmeyen insanların çoğu anlık ve durumun gerekleri ne ise ona göre tavır takınır, çıkarlarının gerektirdiği ruh haline ve kişiliğe hemencecik bürünürler. Bunların samimiyeti işleri bitene kadardır. Denize düşseler samimiyetleri karaya ayak basıncaya kadardır.[3] Dara düştüklerinde inanmadıkları veya düşmanca tavır takındıkları herkese ve her değere sarılırlar. Örneğin Hz. Musa’ya iman etmeyip düşmanlık yapanlar, Allah Teâlâ onları çeşitli belalarla deneyince hemen Hz. Musa’ya koşarak  her defasında; “Ey Mûsâ!” diye yalvarıyorlardı, “Sana verdiği sözün hürmetine, bizim için Rabb’ine yalvar da şu belâyı başımızdan kaldırsın! Yeminle söylüyoruz, eğer bu azâbı bizden uzaklaştırırsan, sana kesinlikle iman edeceğiz ve İsrailoğullarının seninle birlikte gitmesine izin vereceğiz!”[4] Ancak onlar ve onlar gibi hareket edenler başlarındaki azâb kaldırıldığı anda, hemen verdikleri sözden cayıvermektedirler.[5] İşleri bitince de sanki dün yalvarıp yakaran kendileri değilmiş gibi şımarıklık ve kibirle hareket etmeye devam etmektedirler.[6]
Bahsedilen bu ruh hali sadece inkârcılarla sınırlı kalmadı. Ben inanıyorum diyen birçok kimseye de sirayet etti. Allah ile olan bağlarını işlerinin ona düşmesine göre ayarlayama başladılar. Sıkıntıya düştüklerinde Allah’a sözler verip rahata erince unutanların veya unutmuş gibi davrananların sayısı azımsanmayacak kadar çoğaldı. Meramımızın daha iyi anlaşılmasına katkı sunmak için şu hikâyeciği sizlerle paylaşmak istiyoruz:
Müslüman Türk devletlerinden biri olan Gazneliler’in büyük hükümdarlarından Sultan Mahmut, çıktığı bir seferde çok zorlanmış, zafer kazanamayacağını düşünmeye başladığı bir anda; “Ya Rabbi! Savaşta galip gelirsem ele geçireceğim bütün ganimetleri yoksullara dağıtacağım.” diye adakta bulunur/Allah’a söz verir. Allah’ın lütfu, yardımı ile Sultan Mahmut büyük bir zaferle birlikte çok kıymetli ganimetlere sahip olur. Gazne’ye dönünce adadığı/Allah’a söz verdiği şekilde bütün ganimetleri yoksullara, ihtiyaç sahiplerine dağıtmaya başlar. Sultan Mahmut’un ganimetleri bu şekilde dağıtmasına bazı vezir ve kumandanları itiraz eder. Sultan Mahmut, “Bu benim adağımdır/Allah’a verdiğim sözümdür, tabi ki hepsini dağıtacağım.” deyince de, “Aman sultanım, yoksullar bu kıymetli ganimetlerden ne anlasın? Bir kısmını dağıtın, ama en kıymetlilerini hazineye bırakın.” diyerek sultanın kafasını karıştırırlar. Bunun üzerine Sultan Mahmut, Gazne’de yaşayan bir âlime durumu danışmaya karar verir. Fikrini sorduğu ve görüşlerine güvendiği âlim zat Sultan Mahmut’a şu manidar cevabı verir:
“Sultanım, bu durumda tereddüt etmeye hiç gerek yoktur. Eğer Allah’a bir daha işiniz düşmeyecekse vezirlerinizin ve komutanlarınızın dediğini yapın. Ama Allah’a tekrar işiniz düşecekse adağınızı/Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin, ganimetleri yoksullara dağıtın.”
Bizler de Allah ile olan bağımızı hikmet sahibi olduğu anlaşılan o âlim zatın koyduğu ölçüye göre belirlemek durumundayız. Allah, ihtiyaçları gideren mutlak Ğani iken,  her daim O’na işimiz düşeceğine ve O’na muhtaç olduğumuza göre O’nunla olan münasebetimizi yeniden gözden geçirmek hepimiz için bir zorunluluktur.
[1] el-Bakara 2/246-249 el-Mâide 5/21-24
[2] el-Bakara 2/246-249.
[3] Yûnus 10/22
[4] el-A’râf 7/134
[5] el-A’râf 7/135
[6] Yûnus 10/12; el-Ankebût 29/65; Lokmân 31/32