Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Karadavi'nin vefatı ve bir devrin sonu!

Yazının başlığında “son” ifadesiyle kastım, başkasının talihsizliğinden bir şey devşirmek ya da bunu iyi bir başlangıç olarak ortaya koymak değil, ki bunun için bir nedenim de yok.
Karadavi, 30 yıl ve belki de daha fazla süredir uyanış, kültürel, siyasi ve bazen cihatçı İslam'ın en büyük sözcülerinden ve temsilcilerinden biri olması hasebiyle aslında bir dönemin adıdır.
Bunun temel dört nedeni vardır:
Birincisi, insanları kendisine çeken ve onu bir referans haline getiren yaygın fikirleridir.
İkincisi, kaleme aldığı yazılar ve ardından uzun süre devam eden el-Cezire TV’deki Şeriat ve Hayat programıdır. Bu program vesilesiyle görüşleri ve fetvaları Arap dünyasında her eve girdi.
Üçüncüsü, onlarca yıldır istikrarlı bir maddi kaynağa ve siyasi hedefe dayanmasıdır.
Dördüncüsü, İslami medya, bilim, sosyal ve ekonomik bağlamda bir dizi etkili kuruma ön ayak olmasıdır.
İlk sebeple başlamak gerekirse, 2009 veya 2010 yılında İskenderiye Kütüphanesi’nden merhum Prof. Hasan Hanefi ile Kahire'ye döndüğümü hatırlıyorum. Omzuma vurdu ve dedi ki: “Şeyh Karadavi neden bizde bulunmayan bu etkiye sahip?”
O sıra Karadavi, 2007'de Kaddafi'yi ziyaretinin ardından Şam'da Devlet Başkanı Beşşar Esed’i ziyaret ediyordu.
Hanefi'nin niyeti, Karadavi ve arkadaşlarının Arap devlet liderlerini desteklemek için ziyaret etmeleriydi. Aslında onların askeri rejimler başta olmak üzere ulus-devletlere karşı oldukları da bilinmekte. Fakat bu hiçbir şekilde onların popülaritesini etkilemiyordu.
Biz de yazıyor, çalışıyor ve konferanslar düzenliyorduk fakat bunun bir yankısı olmuyordu. Biz ilkeliydik ne devlet başkanlarını ziyaret ediyor ne de onları övüyorduk! O zaman ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum.
Ardından onun cazibesini düşündüm ve özellikle 2011 yılında Kahire ve Tahrir Meydanı'na geldiğinde zirveye ulaşmasının nedenlerini, koşullarını ve bağlamlarını analiz etmeye başladım.
Karadavi'nin ve onlarca İslamcı liderin 1930'lardan bu yana en büyük sermayeleri, kriz anında hızlı sihirli çözümler mesabesinde olan ve halk arasında yayılan fikirleriydi. 70’lerde bizim kuşağımız, zekât fıkhı, yoksulluk sorunu ve İslam'ın bunu nasıl çözdüğü, neyin helal ve haram olduğu hususunda Karadavi'nin kitaplarını okudu. Bunlar muteber görülen fıkıh eserleridir ve sosyo-ekonomik meselelerle ilgilidirler. Bununla birlikte, kültürel soğuk savaşın etkisi altında, İslami çözümün temelleri ve buna yönelik şüpheler üzerindeki polemiklere yönelik eğilim diğer bir kitap dizisinde ortaya çıktı. Bu dizide, İhvân-ı Müslimin’den miras kalan doktrin kendini gösterdi. Ortada hâkim bir komünist ideoloji ve diğer tarafta baskın kapitalist liberalizm vardı. Her ikisi de uzun bir mücadeleden sonra başarısız oldular. Bütün bu ideolojileri bölgede denedik ve başarısız oldular, öyleyse neden en yakın çözüme başvurmuyorduk: İslâmî çözüm! Nitekim bu çözüm, bütünüyle adil ve merhametli olan şeriatı tatbik eden iyi bir yönetimle gerçekleşebilirdi. Tüm bunlar, 1967 yılında alınan yenilgiden ve sosyalist pratiklere, İslami çözüme veya bütün sisteme ilişkin radikal fikirlerin yayılmasından sonra yaşandı!
Karadavi 1980 ve 1990’da yeniden popülerleşti ve İslâmî uyanışı rasyonelleştirme çağrısında bulundu. Seyyid Kutub'un şiddeti teşvik eden aşırılıkçı fikirlerini eleştirdi. Fakat İslami çözüm dizisinde de aynı fikirleri ortaya koymuşu (!). Yine de 80’lerde İslamcı çevrelerde yol gösteriyordu. Çoğunluğu orta sınıftan oluşan ve şiddete meyilli olmayan Sahve hareketine katıldı. Dini hurafelerden arındırma ve istikrar çağrısı onları kendine çekiyordu. Devrimci eğilimler artık Körfez'deki konumuna uygun değildi. Yine de ateşli nutuklarıyla 1990’lardaki gibi geri dönüyordu.
Arkasında İran ve Hafız Esed’in bulunduğu Hamas Oslo Anlaşması'nı bozmak için rastgele saldırılar başlattığı dönemde asker-sivil ayrımı yapmaksızın kadın intihar bombacılarını destekledi. Yorgun Müslümanlar ve Sahveciler arasında bu eğilime ve fikirlere yönelik duyulan coşku, Karadavi ve arkadaşlarının başarısının ve şöhretinin ilk nedenidir.
Bu şöhretin ve bir referans haline gelmenin ikinci nedeni, Karadavi'nin gerek kitap yazımında gerekse de medyadaki etkinliği ve çalışmalarıdır. Karadavi'nin bir fikri olduğunda, onu yazmak ve yayınlamak için acele ederdi. Sonra bu fikrin gerçek savunucuları aklına gelir ve döner o görüşünü tashih eden ikinci kitabı da yazardı. Hızdan dolayı yazılar kendini tekrar etse de geniş bir yayılım alanı bulurdu.
Bunların yanında bir diğer faktör, el-Cezire’de yayınlanan Şeriat ve Hayat programıydı. Yaklaşık 15 yıl boyunca ve her hafta Şeyh el-Karadavi kendisine sorulan ya da bir vesileyle iletilen çok çeşitli sorulara sanki uzun zamandır üzerine düşünmüş gibi güvenle ve kararlılıkla cevap verirdi. Sık sık da kitaplarına atıfta bulunurdu. Böylece yıllar boyunca milyonlarca insan onu izledi ve onun fetvaları dini kültürün önemli bir parçası haline geldi. Öğrencilerinden ve takipçilerinden biri, onu bir dizi makalesinde ‘Dünya Müftüsü’ olarak isimlendirdi ve ben de onu o sıra dönemin en ünlü fakihi olarak görüyordum!
Karadavi’nin şöhretinin ve sürekli gündemde olmasının üçüncü nedeni ise ona gösterilen ilgi ve devletler düzeyinde desteklerdir. Şeyh onlarca yıl Katar’da kaldı ve bu ona kalıcı kaynak sağladı. Bu süreklilik ve istikrar, İhvan-ı Müslimin’in uluslararası örgütlenmesine ve 2011 yılı sonrasında Katar ile Türkiye arasındaki politikalara temel yönelimleriyle uyumluydu.
Bazen bunu yapar bazen de Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi’ni ve Esed’in Suriye'sini ziyaret ederdi. Şeyh birkaç yılın ardından her iki rejimle de savaşılması yönünde fetva yayınladı ve bu iki pozisyonu arasındaki çelişkisi sorgulanmadı!
Dördüncü neden, söylemlerinin çeşitliliği ve etkiyi artıran tezleridir. Kırk yıl boyunca Katar'daki siteler, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği, Avrupa Fetva Konseyi, Türkiye'deki kurumlar, İslami bankalarda danışmanlık ve daha bilmediğim nice platformda göründü. Kendisini yıllarca “İslam Online” sitesinde ve özellikle Mısır'dan takip ettik. Karadavi çift kutuplu dünya çağının bir figürüydü -radikal ya da uyanış dönemi ile uydu kanalları ve iletişim araçları dönemi- ikisini birleştirdi. Şaravi taklit içinde yeniliğe meraklı olan bir vaiz örnekliği sergilerken, Karadavi ABD’deki evanjelik vaizler gibiydi.
Karadavi'nin Müslüman Kardeşler ile ilişkisi nedir?
Karadavi biyografisinde gençliğinde Hasan el-Benna'ya biat ettiğini söylemektedir. Altmışlı yılların başında Mısır'dan ayrılana kadar onlarla ilişkisini devam ettirdi. Yetmişli yıllardan beri, krizlerde onlara yardım etmesine ve tavsiyelerde bulunmasına rağmen, artık grupla örgütsel bir bağının olmadığını defalarca söyledi. Örgüt ona iki kez (genel başkan konumundaki) Mürşid olmasını teklif etti ama kabul etmedi! Karadavi 2011 yılında Tahrir Meydanı'na çıktığında veya Tunus'ta Gannuşi'yi ziyaret ettiğinde, tezleri İslami çözüm günlerinde olduğu gibi yeniden gündeme geldi. Bu, tıpkı geçmişte İslam'ın Persler ve Romalılar arasındaki çatışmayı çözmek, Tanrı'nın egemenliğini ve barışı yeryüzünde yaymak için ortaya çıkmasına benzemektedir. Nitekim o dönemde Müslüman Kardeşler’in güç kazanmasının zamanının geldiğini düşündüğü için rejimlerle savaş yönündeki fetvaları arttı!
Yusuf el-Karadavi, kimlik hareketleri ile iktidar peşinde koşan partilerin dönemlerini barındıran uyanış döneminin son şahsiyetiydi. Karadavi bu iki döneme tanık oldu ve bu dönemler tezlerinin ortaya çıkışına büyük katkı sağladı. 2013'te İhvan çizgisinde kırılmalar başladığında direndi, eleştirdi, nasihat etti. Herkese kızgın görünüyordu. Ardından gerek yaşının ilerlemesinden gerek başarısızlıktan dolayı karamsarlaştı. Sahve, kimlik hareketi olmaktan çıkarak iktidara talip siyasi bir partiye dönüştü. Ortadoğu’da ulus devletin artan sorunları bunun temel sebebiydi. Humeyni, 1979'da İran'da Şah’ı devirmeyi başardı. Arap dünyasına gelince, sırasıyla Sudan, Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas'ta rejimler düştü. Karadavi’nin -Allah rahmet eylesin- sancaktarlarından biri olduğu illüzyon ve sanrı çağı artık kimlik, düşünce, gerçeklik ve kurumlar açısından sona ermek üzeredir.
Arap ve İslam dünyasında bir din devletinin ne istikrarı ne de devamlılığı mümkün değil.
İslam üzerindeki mücadeleye gelince, sürtüşmelerin ve çekişmelerin ağırlığı altında halen devam etmekte.