Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Cemaatle namaza katıldınız mı?

Bazı meslektaşlar özgürlük çağrısının abes ve boşuna olduğunu söylüyor. Özgürlüğün, üzerinde anlaşmaya varılmış normatif bir tanımı olmadığını ve Batı toplumlarının -kültürlerinin merkezi bir unsuru ve sosyal ve yasal sisteminin dayandığı felsefi temelin bir parçası olmasına rağmen- bunu uygulamada başarısız olduklarını iddia ediyorlar. Onlara göre, bu prensibin kurucuları ve sahipleri başarısız olmuşken, diğerleri -yani doğu toplumları- başarısızlığa daha yakındır.
Bu sözün kendi başına doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. Ayrıca doğulu ya da batılı herhangi bir toplumda özgürlük çağrısı yapmanın beyhudeliğinin kanıtı olarak da uygun değildir. Mesela özgürlüğün normatif bir tanımının olmamasıyla başlayalım:
Siyaset bilimi çalışanların çoğu, İngiliz düşünür Isaiah Berlin’in ünlü “İki Özgürlük Kavramı” kitabında önerdiği tanım üzerinde hemfikirdir. Isaiah Berlin’in araştırmalarının çoğu fikirlerin tarihiyle ilgilidir. Berlin, geçen zamanla birlikte fikirlerin ve ıstılahların, politik veya ahlaki içeriğinin ya da toplumdaki hâkim değer sistemleri içindeki konumunun değiştiğini düşünüyor. Ancak, tarih boyunca geçirdiği dönüşümlere rağmen aynı fikrin çeşitli versiyonlarını birbirine bağlayan gizli bir bağ vardır. Bu bize, fikrin gerçekliğini ve insanlar onu kullandıklarında açığa çıkarmak istedikleri derin anlamı gösterir. Berlin, yaklaşık 200 farklı özgürlük tanımı buldu ve sonra bunları birbirine bağlayan ipleri belirleyerek temel iki noktada özetledi: Pozitif ve negatif özgürlük. Negatif özgürlük, başkalarının hayatınıza keyfi müdahalesinden korunmanız; pozitif özgürlük ise yasayla belirlenmiş haklardan yararlanmanızı ifade eder. Ben şahsen ilkini, insanın onurunun bir koşulu olarak görme eğilimindeyim.
Ama farz edelim ki özgürlüğün tek bir tanımı ya da dedikleri gibi normatif bir anlamı yok. Bu, onun reddini haklı ya da ona daveti anlamsız görmeyi gerektirir mi? Yoldan geçen birinin, ev halkının cemaatle namaza katılıp katılmadığını sormak için evinin kapısını çalmasını inkarcılar kabul ederler mi? Kötü şeyler içermediğinden emin olmak için sokakta durdurulup telefonların kurcalanmasını kabul ederler mi? Birinin aramalarını kaydetmesini ve ardından şu veya bu sözü ile ne demek istediklerini sormasını isterler mi? Birinin kazançlarının kaynağını, nasıl ve neden harcadıklarını sormak için onlarla iletişime geçmesini kabul ediyorlar mı? Bir üniversite hocası zaman zaman şu veya bu konudaki sözlerinin gerekçesini sunması için çağrılmak ister mi? Son olarak “doğru inanca” sahip olunup olunmadığını kontrol amacıyla ortaçağ Engizisyonuna benzer bir şey görmek ister miyiz?
Bu örnekleri verdim, çünkü bir zamanlar bazı ülkelerde bunlar gerçekten yaşanıyordu. Özgürlüğe karşı çıkanların bunların hiçbirini istemediklerini ve bundan ciddi şekilde korktuklarını biliyorum.  Bu yüzden, bu şeyleri reddetmelerinin, özellikle ilk anlamıyla, özgürlük arzusunun tam ifadesi olduğunu söylüyorum. Bahsi geçen müdahalelerden herhangi birini memnuniyetle karşıladığını ağız dolusu söyleyen dünyanın herhangi bir yerinde aklı başında bir insan bulabilir miyiz? Son olarak, batılı veya doğulu herhangi bir ülkenin vatandaşları, sözünü ettiğimiz bu müdahalelerden kurtulabilir mi? Müdahalecileri engelleyecek bir kanun koyabilir mi? Eminim bu soruya “evet” diye cevap vereceklerdir. Bunu kesinlikle eğitim veya kanun gücü ile önleyebilirler. Bizzat bu, doğu ya da batıdaki özgürlük çağrısının ve bunun yasalarla garanti altına alınmasının başarısını göstermektedir. O halde özgürlüğü tanımlamanın zor olmadığı ve bir toplumda uygulanmasının imkânsız olmadığı açıktır, değil mi?