Şimdi aktarılacak kısım, Henry Kissinger'ın küresel strateji ile ilgili altı incelemesini içeren son kitabı ‘Liderlik’in beşinci bölümünün girişinden alınmıştır. Singapur'un en ünlü Başbakanı Lee Kuan Yew'e ithaf edilen bu bölümün adı ‘Mükemmellik Stratejisi.’ Giriş kısmın başlığı ‘Harvard'a Bir Ziyaret.’ Bu bölümde, Singapurlu liderin 13 Kasım 1968'den itibaren akademide üniversite öğretmenlerine üniversite dışında çalışmalarını güncelleştirmeleri ve yeni araştırmalar yapmaları için verilen bir aylık izin süresini prestijli Harvard Üniversitesi’nde geçirmesi anlatılıyor.
1959'dan beri Singapur Başbakanı olan ve ziyareti sırasında henüz 45 yaşında olan adam, o zamanlar The Harvard Crimson adlı öğrenci gazetesine ziyareti sebebiyle verdiği röportajda bunu söylemişti. Bir aylık araştırma öğrencisi olan başbakan, Harvard Üniversitesi'nin ileride ‘Kennedy School of Government’ adını alacak olan Littauer Merkezi üyeleri tarafından davet edilmişti.
Singapur bağımsızlığını yeni kazanmıştı ve Lee Kuan Yew hakkında pek bir şey bilinmiyordu. Ancak davet toplantısında bilim camiasının o sırada şiddetle devam eden Vietnam Savaşı hakkında ne düşündüğünü sordu. Liberal grup, üniversitenin köklü geleneğinin etkisiyle, dönemin başkanı Johnson'ı kınadı. Bazıları onu bir ‘savaş suçlusu’ olarak nitelendirirken bazıları da ‘akli olarak dengesiz’ olmakla itham ediyordu. Kuan Yew’in tepkisi, “Midemi bulandırdılar” şeklinde oldu ve dünyanın geri kalan kısmındaki küçük ülkesinin, kendisine güvenen ABD’ye ve Çin'den yardım alan silahlı komünist çete hareketleri karşısında güvenliği sağlama misyonuna güvendiğine işaret etti. Singapur'un istediği şey birincil ekonomik kaynağını geliştirmek için yardım almaktı ve bu kaynak, komünist çetelere veya Çin egemenliğine bırakılmadıkça ‘gelişme potansiyeli olan halkın kalitesiydi.’
Bu toplantıdan sonra Singapurlu adam, o sırada mesajına neyin fayda sağlayacağını araştırmaya ve uyarılarını ABD’liler arasında yaymaya başladı.
Bu ziyaretin üzerinden uzun bir zaman geçti ve dünya çok değişti. En çok değişen şey -bu durumda bizi ilgilendiren kısmı kadarıyla- iki şey oldu. Birincisi, Singapur modelinin, yoksulluk ve iç savaşlara doymuş Güneydoğu Asya'nın kalkınmasında öncü olması ve bunun Güney Kore, Malezya, Filipinler, Tayland, Endonezya ve Tayvan gibi gelişmiş kaplanların ve çitaların ortaya çıkmasıyla sonuçlanması. İkincisi, komünist Çin ve ondan sonra komünist Vietnam’ın, daha öncekilerin başına gelen kalkınma mucizelerini gerçekleştirmede Singapur deneyiminden ve ondan önceki Japon deneyiminden büyük ölçüde yararlanması ve bunların toplamında 1 milyardan fazla insanın yoksulluktan zenginliğe terfi edip ülkelerin yüksek mertebelere çıkması.
Bu zengin deneyim, dünyadaki yeni Avrupa olmaya çalışan reform odaklı Arap ülkeleri için de bir o kadar önemli. Öyle ki bu ülkelerin -Avrupa deneyimine ek olarak- Batı'da yaşananlara gösterdiğimiz ilgi kadar Doğu’muzda yaşananlar hakkında da doğrudan bilgi edinip inceleme yapması gerekiyor.
Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde görülen bu büyük patlama hali, eski dönemlerde Çin ve Japon yörüngelerinde yaşandı ve daha sonra Fransa, İngiltere ve Hollanda sömürge nöbetleri, dünya savaşları ve yoksulluk, salgın ve kıtlık vakaları geldi.
Japonya ve Çin'de kalkınma ve insan yetiştirme örneklerinin sayısı çok. Ancak insanların dikkatini çeken bölgeden gelen en son şey, Güney Kore'nin Ay’ı kolonileştirmeye hazırlanması oldu.
Vietnam’ın tecrübesi, uzun süredir zihinlerden çıkmıyor. Vietnam mücadelesi ilham vericiydi. Bununla birlikte asıl mesele, Vietnam'ın gelişmekte olan ülkeler safından yükselen ülkelerin merkezine geçişinin dersleridir. Vietnam’ın ihracatı yıllık 264 milyar doları aştığında ‘mücadele deneyimi’, Güney Kore’de olduğu gibi gelişmiş bir ülkeye ayak uydurması için Vietnam insanlarını yetiştirmenin yanı sıra inşaat ve yeniden imar üzerineydi.
Vietnam, Ukrayna savaşının beraberinde getirdiği enflasyon sorunu ve ekonomik sıkıntıların tüm dünyayı kapladığı geçen yıl yüzde 8'in üzerinde bir büyüme oranı yakaladı.
Bu, Batı deneyimini küçümsediğimiz anlamına gelmesin. Zira ABD’deki çalışmalarım sırasında, bir İngiliz meslektaşımla gelişmekte olan ülkelerdeki az gelişmişliğin ve Batı ülkelerindeki zenginlik ve ilerlemenin nedenleri hakkında aramızda bir tartışma döndüğünü halen hatırlıyorum. O zamanlar, Arapların geri kalmışlığını sömürgecilik ve ülkelerimizin bölünmesi ile ilişkilendiren birçok açıklama beni halen etkiliyordu. Bunu söylediğimde, meslektaşım hareketlenip Batı'nın ilerlemesindeki faktörlerin büyük kısmının, birinci sanayi devrimi ve onu takip eden sanayi devrimleriyle ilgilenirken çocukların ve kadınların yaptıkları büyük fedakarlıklara bağlı olduğuna işaret etti. O sırada Charles Dickens'ın ‘Oliver Twist’, ‘David Copperfield’ ve bu gibi sefaleti ve zorluğu konu alan daha önceki romanları aklıma gelmişti.
İngiltere’de durum böyleyken, o zamanlar sefalet ne Fransa’yı ne de Almanya’yı es geçmişti. Sonuç, iki şiddetli dünya savaşıydı.
Burada bizi ilgilendiren şey, yeni Arap reform deneyiminin -ki bu, dünyadaki en son bilim ve teknolojik gelişmeleri takip ettiğimiz kalkınma bilimlerinde söylendiği üzere 'yeni gelenlere' aittir- büyük tecrübe sahasından faydalanabilmesidir.
Arap tecrübesinin bizzat kendisi, Dubai gibi tek bir şehrin ve onun arkasından Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) başardıklarının Körfez ülkeleri için bir ilham kaynağı ve model olduğunu gösteriyor. Bundan önce 19’uncu yüzyılda ve 20’inci yüzyılın ilk yarısında Mısır'ın modernleşme deneyimi, bağımsızlık dönemi ve hemen sonrasında diğer Arap ülkeleri için önemliydi.
Şimdi Mısır, Ürdün ve Fas gibi reform yanlısı diğer Arap ülkeleri ile birlikte en kapsamlı reform tecrübeleri eşliğinde Suudi Arabistan bölgede ‘yeni Avrupa’ sloganını yükseltiyor.
Tüm bu ülkelerin, ulus devletin ‘kurucu’ misyonunu yerine getirdikten, altyapıyı modernleştirdikten, dini söylemi çağa uygun hale getirmeye çalıştıktan ve ekonomik ve sosyal değişim için devasa projelere giriştikten sonra şimdi, kalkınma konusunda yalnızca Asya deneyiminden yararlanmaya değil, aynı zamanda bundan daha fazlasını öğrenmeye de ciddi ihtiyaçları var. Aslında, bilimsel enstitülerimizin ve üniversitelerimizin çoğu Avrupa deneyiminin rahminden doğdu ve modern Arap devletinin kurucu babalarının bize bıraktıkları şeyler, önce Avrupa'ya sonra 21’inci yüzyılın ikinci yarısında ABD ve Kanada'ya giden bilimsel misyonların omuzları üzerine inşa edildi. Bütün bunlar azımsanamayacak kadar önemli ve bağımsızlık ile devletin kuruluşundan bu yana kalkınma aşamalarında faydalıydı.
Şimdi ‘yeni Avrupa’ projesi, yalnızca Harvard'a geçici bir araştırma ziyareti ile değil, çeşitli Asya başkentlerini kapsayacak birden fazla araştırma ziyareti ile başlamalı. Ayrıca Arap Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin bir ağının yalnızca Doğu ve Batı dünyasına dikkat etmekle kalmayıp, bundan daha fazlasını yaparak mevcut ulusal projelerin yolunu izlemesi de gerekiyor. Bu projelerle, Arapları dünyada ön plana çıkaracak yeni bir Arap ‘bölgeciliği’ kurulabilir. Böylece şayet dünya gerçekten değişiyorsa, sandalye kapmaca oyununda müzik durduğunda kendimize oturacak rahat bir sandalye bulacağız.
TT
Yeni Avrupa'ya doğru
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة