Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Siyaset hastalanır mı?

Cevap evet. Hatta ölebilir de! Kuveyt'teki siyasi gelişmelere bir bakışla gözlemci yorgunluk ve tükenmişlik belirtilerini görebilir. Son seçimlerde adaylık kapısının kapanması ile seçimlerin yapılacağı tarih arasındaki süre, Kuveyt'in siyasi tarihindeki en kısa süre ve aday sayısı da en azı idi. Karşılaştığınız kişilerden, bir grup vatandaşın seçimlere karşı kayıtsız ve hatta ihmalkâr davrandığını ve olası bir reform umudunun söndüğünü hissediyorsunuz! Boykot çağrıları da ortaya çıktı ve bu nedenle birçok aktivist sosyal medya üzerinden (oy kullanmaktan uzak durmama) çağrısı yapmaya başladı. Seçim kampanyalarında “aday çadırları” görüntüsünün olmaması da bu yönelimi kanıtlıyor.

Sebepler çok ve yakında sona erecek gibi görünmeyen “seçim ve kahramanlar” döngüsü bunlardan ilki. İkinci sebep ne yasama organın ne de zamanla çıkarcılığın çoğaldığı ve profesyonelliğin azaldığı, bürokrasinin ağırlığıyla etrafında biriktiği yürütme organın herhangi bir somut başarı gerçekleştirebileceğine dair toplumsal inancın yokluğu. Hâlâ “reform için bir alan” olduğuna inanan bir görüş, belki de bir azınlık var, ancak bu, sahadaki mevcut gerçeklerden çok duygulara ve umut arzusuna dayanan bir görüş.

Sahadaki gerçekler, Kuveyt'teki siyasi krizlerin köklü bir şekilde çözülememesi nedeniyle kronikleştiğini söylüyor. Bir yanda başarılardan yoksun olduğu, diğer yanda sağduyu ve en iyiyi seçme konusunda ciddi bir yoksulluk yaşadığı için kamu yönetimine güvensizlik artıyor. Bu nedenle ve ortak bir vizyon olmadığından, deneme yanılma bir kurala dönüştü. Kayıtsızlık duygusu, geride sosyal kaygı ve idari gerileme bırakan uzun deneyimlerin kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmemesinden kaynaklanıyor ve en azından, şu ana kadar, kapsamlı bir gözden geçirme arzusu ve hatta kabiliyeti de yok gibi görünüyor.

Çözümler mevcut, ancak bunlar, gidişatı değiştirmek için kapsamlı bir toplumsal istek, yasama veya yürütme düzeyinde etkili bir karar gerektiriyor.

Siyasi sürecin mekanizmalarını hâlâ olduğu gibi korumak birçok hastalığa sebebiyet veriyor. Bu hastalıkların yüzeysel olarak en çok görüneni “sandalye hastalığı” olabilir. Birkaç eski üye dışında, bir süre yeşil sandalyede oturan herkes adeta ona bağımlı hale geliyor.

Önerilen çözüm -ki hâlâ da öneriliyor- herkes tarafından bilinen net bir programın bayrağı altında toplanan siyasi platformlar veya parlamenter bloklar, bireylerin bu platform veya bloklardan aday gösterilmeleri. Kişisel çıkarları değil, programı uygulama ve kamu çıkarlarını gerçekleştirme çabası temelinde, yakın dönemler içinde tabanlarına hesap vermeleridir. Çoğu demokraside dilerseniz “partiler” adı verilen bu gelenek, demokratik toplumlarda yaygındır. Burada hesap verebilirlik, çıkar ve bencillikten arınmış bir toplumsal medya tarafından desteklenen kalıcı, sürekli, bilinçli ve katı kurallardan biridir. Kuveyt’te blok olarak kabul edilmeyen ve hem Sünni hem de Şii kısmıyla “dinamik İslam” gibi yanlış bir temelde var olan bloklar (platformlar) var. Bunlar “kimlik üzerine hastalıklı kaygının” ele geçirdiği ve başkalarını etkileyen küçük bloklar. Başkalarını etkileyebilmelerinin nedeni, etkiledikleri kişilerin ya teşvik ve kışkırtma ya da korkutma ile boyun eğmelerini ve “maddi kaynakları tüketen ve toplumsal muhafazakarlık içeren” kanunlar üretmelerini sağlamanın kolay olması.

Gerekli olan, devlet öncesi grupları aşan ve kendilerinden hesap soran kurallara sahip medeni ve yasal bloklardır. Kişiselliğe, (bazı kesimlerde) kabile ve finans temelli ilişkilere dayanan bloklara gelince, siyasi deneyimi sadece daha da zayıflatıp ilerlemesini engelleyecek, kişiselcilik ve kayırmacılığı artacaktır. Belki de bu adım, bugün (liyakat, bilimsel yetenek ve başarı aranan en son özellikler olduğundan) çoğu akrabalık ve sadakat temelinde seçilen denetim ve idari organın kadın ve erkek üyelerini test etme konusunda bizi kapalı dairenin dışına çıkarıyor.

Kuveyt arenasını objektif bir şekilde inceleyenler, gerilemenin tüm yükünü karar vericiye yükleyemezler. O, sadece bütünün bir parçası. “Devlet idaresi” fikri ile “köy veya küçük bir toplumu idare etmenin” çekiciliği arasındaki gelgitler nedeniyle sosyal ve çıkar baskıları, karar verici üzerinde gözle görülür bir rol oynuyor. Etkili bir kamu politikasının üretilmesi, mevcut bilginin kalitesine, takibin etkinliğine ve uygulayıcıların kapasitesine bağlıdır. Burada ise ne o bilgiyi ne de onu üreten kurumları buluyoruz. Örneğin, kamuoyunu bilimsel olarak inceleyecek ve eğilimlerini bilecek kurumlar bulamıyoruz. Bu iş daha ziyade, özellikle seçim dönemlerinde kınanacak ve ahlaki çıtası olmayan tüm o şeylerin patlak verdiği sosyal medyadaki dedikodulara, yıldırmalara ve hatta “ahlaksızlık” ve yalanlara bırakılmış. Devletin, denetleyecek ve en önemlisi gerçekleri olduğu gibi ortaya koyacak bir aygıtı yok. Devletin bu alandaki suskunluk ve sessizliği, her şeyden önce yanlış politikaların uygulanmasına yol açıyor, çünkü birçok yetkili “tweetlerle” ifade edilen görüşler tarafından yönlendiriliyorlar ki bunların bazılarının kaynağı dahi belirsiz. Bazı yetkililer de şu ya da bu yaklaşımı toplumda egemen yaklaşım olarak görüp, kararlarını “sessiz çoğunluğun” çıkarlarını ve belki de arzularını dikkate almadan bu yaklaşım temelinde veriyorlar. İkinci olarak suskunluk, eğitimde, sağlıkta ve hizmetlerde mutlaka kamu yararını, hatta bazen ülkenin dış itibarını bile gözetmeyen kör politikalar üretiyor!

En tehlikelisi Kuveyt’in petrol üreticisi diğer ülkeler gibi bakması ve odaklanması gereken en önemli hususun petrole alternatif bir gelir bulmak olması. Zira petrol fiyatları düşüyor ve borsalar kaybediyor. Bunun alternatifi, işaret etmesi kolay uygulaması zor bir slogan, çünkü karar alıcı kurumlarda bir vizyona, güce ve uyuma gereksinimi var. Bu dairesel bir halka. Örneğin, üniversite mezunlarının sayısı artıyor ve devlet kurumları şu ana kadar anayasal metinlerle devlet kurumlarında çalışma hakları temin edilen bu mezunların tamamına yakında iş imkânı sağlayamayacak hale gelecek. Bu fazlalığın özel sektör tarafından kapsanması için planlar yapılmalı ama eğitimin zayıflığı ve aynı zamanda özel sektörün zayıflatılması nedeniyle bu mezun sayısının kapsanması neredeyse imkânsız olacak. Bu ise toplumsal baskıya neden olacak. Dolayısıyla seçeneğimiz, toplumsal sözleşmeyi yeniden gözden geçirmenin yanı sıra, öncelikle eğitimi nitelikli hale getirmek için daimi ve ciddi olarak çalışmaktır. Ama eğitimde sarsıcı skandallar duyuluyor ve toplum bunların nasıl ele alınıp çözüldüğünü bilmiyor. Sınav sorularının sızdırılması veya yüksek kopya oranı, eğitim alanında her iki suça da karışmış bazı çalışanların bulunması bu skandallardan birkaçı. Ayrıca, örneğin bazı kişiler aynı kurumdan iki dosyaya müdahil olması ve  “devletin maddi yardım kapsamında kredi satın alması” bahsi, kamu bütçesini tüketmeyi amaçlayan bir fırsatçılıktan başka bir şey değil. Tüketim toplumunun arzularına uymaya gelince, duvara toslamak için güzel bir reçete!

Son söz; siyasetin hastalıkları ilaçlarla iyileşmez, onlara akıl lazım!