Benim mensubu olduğum nesil, herhangi bir sömürgecilik veya dinî savaş tecrübesi yaşamadı. Ama siyasi ve dinî kültür; sömürgecilik, işgal ve bölünme fikirleriyle dolu. Sanki Arap dünyası, insanların mallarını 19’uncu yüzyıl usulünce yağmalayan ya da Haçlı Seferleri döneminden çıkamamış sömürgeci işgalcilerin ağırlığı altında acı çekiyormuş gibi…
Bu söylemin etkisi altına girmek kolay. Zira milliyetçiler ve İslamcılar, kültür endüstrisini kontrol altına alıp, onu bu tür inanç ve fikirlerle doldurdular. Aydınlanmacı ve gerçekçi yazarların eleştirel okumaları sayesinde bu etkiden sıyrılmak ve bu direnişçi seferberlik ideolojilerinin içerdiği yanılgıları anlamak mümkündür.
Dünya çapındaki büyük değişimlerle birlikte bu fikirlerin geri çekilmesini beklerken tam tersi oldu; son dönemde daha da arttı. 20’li yaşlarının başındaki gençleri, sanki zaman hiç ilerlememiş gibi sömürgecilikten, emperyalizmden ve Baasçılar ile Nasırcılardan duyduğumuz tüm bu terimlerden coşkuyla bahsederken görmek bir tutarsızlıktır. Yakın zamanda Kuveytli bir gencin, Batı’nın komplo planları ve bölünme fikirleri hakkındaki konuşmasına şahit oldum. Halbuki bu gencin ülkesi, zalim bir güç tarafından işgal edilmiş ve imajını kararttığı Batılı ‘sömürgeci güçler’ sayesinde kurtarılmıştı.
Şu an gördüğümüz kadarıyla bu fikirlerin canlı kalıp gelişmesini sağlayan şey, (bazısı Batı’da yaşayan) akademik isimler tarafından desteklenmeleridir. Uzmanlık alanlarında parlak bu isimlerin gençlik çağlarında edindikleri bu fikirler, onların zihninde ve vicdanında yer edinmiş; onlar da basında bunların propagandasını yapar olmuş ve bilimsel değerlerinden ötürü bir güvenilirlik kazanmış. Daha önce düşünür George Saliba hakkında yazmıştım. Saliba, bir röportajında sömürgeciliğin halen ruhlarda yaşadığını söylemişti (Ne zamana kadar? 50 yıl mı 100 yıl mı sonsuza kadar mı!). Geçtiğimiz günlerde de bu tür zararlı fikirleri yeniden dillendiren bir tarihçi çıktı.
Sömürgeciliğin geçmişteki kötülüklerine dair her şey söylenebilir. Ama bazı Arap ülkelerinde yarım asırdan fazla bir süre önce tamamen sona erdi. Bir diğer ifadeyle, mazinin uzak bir noktası haline geldi ve yeni nesillerin zihninde zihinsel olarak geri dönüştürülemez, pek çok Arap ülkesinin boğuştuğu tüm sıkıntılardan da sorumlu tutulamaz. Şimdi, el-Burhan ile Hamideti arasındaki anlaşmazlığın, sömürgeci istilalarıyla ne alakası var? Husiler, her gün ‘Amerika’ya ve Yahudilere Lanet olsun’ diye bağırıp dururken Yemenliler, siyasi ve ekonomik sorunlarından ötürü zorlu bir kader yaşıyor. Libya da tasavvur edilen emperyal planların uygulanmasından dolayı değil, kendi halkı yüzünden bölünmüş durumda. Gelgelelim tüm bu gerçekler tamamen görmezden geliniyor ve suç, onlarca yıl önce varlığı sona eren ötekilerin üzerine atılıyor.
Bir diğer şey de şu: Singapur, Hindistan ve Japonya gibi pek çok ülke, daha uzun süreler boyunca sömürgeciliğe, hatta işgale maruz kaldı. Ancak bunlar, takdire şayan bir şekilde ayağa kalktı ve geçmişin çöp kutusundan çöpleri çıkarıp geri dönüştürmeyi ve uyuşturucu hap gibi çocuklarına dağıtmayı bıraktılar. Bununla beraber akademisyen Wael Hallaq (Vail Hallak) çıkıp, Birleşik Krallık’ın sömürdüğü Hintlilere, tarihlerinin son dönemlerinde Batı’yı ve geleneklerini gülünç ve karikatürize bir şekilde kopyalamaya çalıştıkları için güldüğünü söyledi. Birleşik Krallık Başbakanı’nın yanı sıra dev Google şirketi yöneticisinin, üst düzey iş adamlarının, finansörlerin ve bilim adamlarının Hint kökenli olması da gülünç mü peki? Diyelim ki gülünçler ama bu başarıyı elde ediyorlar, o zaman onları küçümsemek yerine taklit etmek daha iyi olmaz mı? Aslında başarıları, tam da Hallaq’ın onlara gülmek için sebep gördüğü şeyden kaynaklanıyor: Onlar, Hallaq’ın dondurmak istediği maziyi aşmışlar ve eski düşmanlardan, onları kendi diyarlarında kendilerine üstün kılan gelenekleri öğrenmişler.
Bu düşünce biçimindeki hata, uzun bir zaman önce gömülmesi gereken bir kültürel cesedi yeniden hayata döndürmesidir. Sorunu şu ki; bu ceset, geçmişi geri getirmeye değil kalkınmaya ve bilimsel rekabete dayalı, benzersiz şekilde bağlantılı ve değişken bir dünyada yetişen nesilleri zihinsel ve duygusal olarak yalnızlaştırıyor. En tehlikelisi ise bu düşünce biçimi, gerçeklere dayanmıyor, aksine gerçekleri kuşatıyor ve çaresiz bir şekilde halihazırdaki başarısızlığına artık hiçbir şekilde var olmayan hayali düşmanları suçlayarak gerekçe arayan, mağlup bir canı yeniden hayata döndürmek için tutarsız yorumlar yapıyor.
Bu makalenin başlığı şu: Sömürgeciliğin bitişi için belirli bir tarih var mı? Sorunun muhatabı, bu sürekli tekrarlanan teorilerin destekçileridir. Belirli bir tarih versinler ki biz de kendimizi suçlayıp ve sorumlu tutabilelim!