Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

‘Addis Ababa Bildirgesi’ Sudan’a barışı getirir mi?

Aklı olan biri, barışın savaşa yol açan sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik olması ve kurbanlarına adalet getirip bir daha tekrarının yaşanmaması için işlenen her suçun hesaba çekilmesi için bir kapı oluşturması şartıyla, barışın sesinin silah sesinden yüksek çıkmasına ve imkan varsa müzakere ile savaşın sonlandırılmasına karşı çıkmaz. Buradan hareketle, Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ve Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddum) Liderlik Heyeti Başkanı Dr. Abdullah Hamduk arasında iki gün önce imzalanan Addis Ababa Bildirgesi’nin ülkedeki mevcut savaşın yakında sona ereceğine dair gerçek bir umut ışığı olacağını söylemeyi isterdim. Ancak toplantıların sonuçlarına bakıldığında iyimser olmadığımı söylemeliyim.

Cidde müzakere platformunun aksine Addis Ababa toplantıları siyaseti ve orduyu birbirine karıştırdı. Zira Cidde platformu, bir sonraki aşamaya yönelik siyasi düzenlemeler, yönetim biçimi, anayasanın temelleri ve hükümet ile Sudan devletinin kimliğine ilişkin diğer konular hakkında siyasi ve sivil güçler arasında kapsamlı görüşmeler için başka bir önemli yola götürecek zaruri bir adım olarak ateşkes anlaşması ve insani yardıma ilişkin düzenlemelerin ele alınması gerektiği konusunda netti. Bu çerçevede Addis Ababa Bildirgesi, orduyu siyasi süreçten çıkarmanın zeminini oluşturmak yerine orduyu sürece dahil ediyor ve siyasi vizyonun önerilerinin bir parçası haline getiriyor. Bu yüzden siyasi bildirgenin, HDK’ye ve bildirge ile ilgili gelecek herhangi bir turda -eğer yapılırsa- mecburen orduya da bir zemin ve siyasi ses verdiği görülüyor.

Addis Ababa toplantılarındaki bazı görüntüler, özellikle HDK Komutanı’nın konuşmaları sırasında Orgeneral Abdulfettah el-Burhan’ı hedef almasıyla zaman zaman alkışların kopması ya da kahkahaların yükselmesi, Tekaddum’un HDK Komutanı’nın tutumlarıyla uyumlu gibi görünmesine neden oldu. Bu durum, Tekaddum ile Burhan’ın ekibi arasında herhangi bir toplantının ayarlanması olasılığını karmaşıklaştırabileceği gibi, bazı kişilerin, daha sonra karşı çıksa da Burhan’a oldu bittiye getirilip sunulan bir anlaşmayı imzalayan ve savaşı durdurmayı reddedip barış çabalarını engelleyen taraflar olarak görünen iki müttefik arasındaki bir vizyonun sergilendiğini söylemelerini kolaylaştırdı.

Aynı şekilde, Hamideti’nin Hamduk’un yanında oturduğu toplantıda kürsüden orduyu bölgesel ve kabilesel çatışmaları ve etnik temizliği körüklemekle suçlaması, Ordu Komutanlığı ile gerilim havasını kızıştırmaktan ve Tekaddum taraflarına HDK’nin söylemiyle bir oldukları yönünde atfedilen suçlamaları artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Addis Ababa Bildirgesi’nde dikkat çeken yerlerden biri, silahlı kuvvetlerin yeniden inşası konusuna değinilirken, tek, profesyonel ve milli bir ordunun oluşturulmasının nüfus sayımı kriterlerine göre yapılmasından söz edilmesi oldu. Bana göre bu, herhangi bir yetkilendirme veya herhangi bir kota dikkate alınmaksızın yetkinlik, liyakat ve istek koşullarına göre her vatandaşa açık ulusal bir ordu yerine bölgesel kotalardan oluşan bir ordunun oluşması demek ve bu da bölünme, parçalanma ve bölgesel bağlılıklar beslenmesi riski taşır.

Bildirgede ayrıca ateşkesten değil, düşmanlıkların durdurulmasından bahsedildi. Bu, her bir tarafın kendi mevzilerinde kalacağı ve böylece birçok askeri sorun ve sivil kargaşanın patlak vereceği anlamına geliyor. Bu bağlamda Tekaddum ile HDK arasındaki anlaşmanın geçtiğimiz Mayıs ayında imzalanan Cidde Bildirgesi’nin gerisinde kaldığı kaydedildi. Zira Cidde Bildirgesi’nin en önemli hükümleri arasında vatandaşların evlerinin yanı sıra sivil ve hizmet tesislerinin boşaltılması yer alıyordu. Addis Ababa Bildirgesi’nde ‘vatandaşların evlerine dönmeleri için ortam hazırlanması’ ifadesi geçse de bu, polis güçlerinin konuşlandırılması ile ilişkilendirildi. Ancak mahallelerde ağır silahlı kuvvetlerin olması bir yana, Hamideti’nin sınırları zorlayarak güçlerinin ateşkes anlaşması yapılana kadar evleri ve mahalleleri terk etmeyeceğini duyurması karşısında polisin güvenliği sağlamak için ne yapabileceği açıklanmadı.

Bildirgede bu yazıda hepsini anlatmaya yer olmayan başka dikkat çeken noktalar da var ama üzerinde durulması gereken önemli bir konu kalıyor; çünkü bu, savaşın sona ermesinin ve arzu edilen barışın sağlanmasının önünde aşılmaz bir engel teşkil ediyor. Savaşın, savaştan öncesine dönmenin mümkün olmadığı yeni bir gerçekliği dayattığına dair duyduğumuz pek çok açıklamaya rağmen, Addis Ababa toplantılarının gidişatını takip edince ve sonunda yayınlanan bildiriyi okuyunca, ‘Çerçeve Anlaşması’na eşlik eden ve savaşa yol açan atmosfere geri dönüyoruz. Geçiş dönemini patlatan, atmosferi kızıştıran ve bu savaşa zemin hazırlayan çatışma, öncelikle siyasi güçler arasında ve daha sonra her iki kesimi ile ordu içine sıçrayan bir çatışmaydı. Ülkenin bu sıkıntıdan kurtulması için siyasi ve sivil güçler anlaşamaz ve herkesi memnun edecek çözümlere ulaşılamazsa, aynı çatışma döngüsü içinde kalacağız ve bu da savaşın belirsiz bir süre daha devam etmesine yol açacak.

Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, dışlayıcı çatışma, geçiş sürecini engelleyen ve savaşın çıkmasına yol açan temel faktörlerden biriydi. Tabi bu başka nedenlerin olmadığı şeklinde anlaşılmasın. Ancak o zamanlar bu çatışma önemli bir faktördü ve şimdi de savaşın devam etmesine katkıda bulunan nedenler arasında yer alıyor. Bana göre bu çatışmayı ortadan kaldırmadan savaşı durdurmak mümkün değil.

HDK’nin tüm yaptıklarına rağmen ve kendisi ile vatandaşların çoğu arasında derin bir boşluk yaratmasına rağmen, HDK ve ordu arasında bir anlaşma ile barışın sağlanabileceğini savunuyorsak, savaşın uzaması ve sonu ertelendikçe daha da karmaşık hale gelmesi anlamına gelen sıfır neticeli dışlama politikasını sürdürmek yerine çatışan sivil güçler arasında neden bir uzlaşı sağlanmıyor?