Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Batı’nın hegemonyasından çıkış yok!

Uzun zaman önce (1992’de) merhum hocamız Prof. Hasan Hanefi, Edward Said’in ‘Şarkiyatçılık’ (Oryantalizm) adlı meşhur kitabına (1978) karşılık ‘Garbiyatçılık’ (Oksidentalizm) adlı kitabını yayınlayarak Batı’yla meselelerimiz alanına giriş yaptı. Keyfi yerinde olduğunda onunla şakalaşır ve “Hacimli kitabınızla Edward Said’e rakip olmak istediniz ama başaramadınız!” derdik.

Doğrusu Hasan Hanefi, Batı düşüncesi alanında uzman sayılabilir. Nitekim entelektüel hayatına 1960’lı yıllarda Batı felsefesi ve din-devlet ilişkileri alanında uzman olan olmayan herkesin faydalandığı detaylı bir çalışmayla birlikte Spinoza’nın din ve siyaset konulu kitabını tercüme ederek başladı. Hanefi’nin koyduğu hedefe büyük oranda ulaşıldı; bugün Batı düşüncesi, Batı felsefesi ve Batı politikaları alanında çalışan onlarca uzmanımız var.

Batı ve onunla ilişkiler meselesinin yeniden gündeme getirilmesinin sebebi, Arap entelektüeller, siyasetçiler ve basın mensupları tarafından Batı’nın politikalarına ve entelektüel kökenlerine karşı yürütülen çağdaş kitlesel kampanyalardır. Bu politikalar, İsrail’in daha önce de söylendiği gibi politikaların ötesine geçerek ideolojilere ve medeniyetlere uzanan acımasız Gazze savaşında doruğa ulaştı. Zira Batılı siyasetçilerin ve entelektüellerin bu savaşa ilişkin tutumu, sadece siyasi bir tutum olmayıp, aynı zamanda Filistin meselesinin ötesinde Araplara ve İslamiyet’e yönelik fikrî tutumdur.

Bu durum, özellikle korkanlarla mücadele ettiğim için beni Edward Said’in Şarkiyatçılık adlı kitabını yeniden okumaya sevk etti. İlginç olan, kitabın Edward Said tarafından 1994 yılında kaleme alınan sonuç bölümüydü. Said burada, kendisinin Batı karşıtı olduğu yönündeki hâkim izlenime karşı çıkıyor ve öyle olmadığını, kitabını yazarken de (1975-76) bunu düşünmediğini söylüyor!

Çoğu zaman metin yazarından bağımsızlaşır; ‘yazarın ölümü’ tezi de Fransız edebiyatında meşhur olmuştur. Bu anlamda Edward Said’in sonradan eklenmiş bu ifadesi (ki biz bunu ciddiye alıyoruz), en azından etki bakımından isabetli değil.

Edward Said’den önce (örneğin Talal Esed’le) başlayan sömürgecilik-sonrası eleştiri yazılarından sonra madun (subaltern) çalışmaları, sadece Araplar arasında değil, Hintliler arasında ve Latin Amerika’da da gelişti. Bu çalışmalar, Said’in çok ötesine geçti. Wael Hallaq’ın ‘İmkânsız Devlet’ ve ‘Oryantalizmin Sarayları’* adlı son iki kitabı mesela…

Sömürülmüş halkların aydınları; o karanlık zamanı, (Hayreddin et-Tunusi’ye göre) geri püskürtülemeyen sel zamanını ya da (İranlı yazar Celal Âl-i Ahmed’e göre) Garpzedelik (Batı tarafından zihinsel olarak iğdiş edilme/mağdur edilme durumu) zamanını unutamaz. Ancak mesele, sadece o zamanla sınırlı değil. Dünya sistemini ve halihazırda içinde bulunulan yaşam biçimini üreten, Batı medeniyetidir.

Edward Said, kitabına sonradan yazdığı sonsöz bölümünde, biçimleri ve araçları değişse de şarkiyatçılık kültürünün halen hâkim olduğunu, bu kültürde gücün önemli bir rol oynamaya devam ettiğini ve gücün de sonsuz biçimleri ve araçları bulunduğunu söylüyor.  

Charles Taylor’a göre Mahatma Gandhi dışında hiç kimse, egemen Batı’nın fikrî ve kültürel koşullarının dışına çıkmaya çalışmadı. Gandhi, şiddetsizlik politikasıyla İngiliz sömürgeciliğinden ayrışmayı başardı başarmasına ama Hindistan bölündü. Hintliler, Çinliler ve başka pek çok ülke, on yıllardır Batı’nın üstünlüğüne, benzer bir üstünlükle rakip olmaya çalışıyorlar ama ne Batılı dünya sisteminden ayrılmayı ne de Batı’nın ürettiği, yaşadığı ve tüm yönleri ve kesişimleriyle bize de yaşattığı yaşam biçimini terk etmeyi ciddi ciddi düşünmüyorlar.

İki yaklaşım veya tartışma alanı mevcut: Biri, olguları ve tezahürleriyle dünyanın genel düzeni, diğeri ise kültür ve düşünce biçimleri. Bu ikincisi, devrimci düşünürlerin kapsamında ve bağlamlarında değişimci fikirler ve projeler denemeye devam ettiği bir alan. Elli yıldır devam eden bu çabalarla eleştirel bir dünya meydana getirmek mümkün oldu; Frankfurt Okulu, Edward Said’in yazıları, Negri ile Hardt tarafından yazılan ‘İmparatorluk’, Chomsky’nin yazıları ve hümanizmin tüm savunucuları bu dünyanın birer parçalarıdır.

Uzağa gitmeye de gerek yok. Birkaç ay önce ‘Modernitenin Yol İşaretleri’ (The Landmarks of Modernity) adlı kitabın yazarı Suudi eleştirmen ve düşünür Saad el-Bazii’nin yayınlanan ‘Batı Medeniyetinin Yahudi Bileşeni’ adlı son kitabını okudum. Detaya girmeden söyleyelim; Bazii, özellikle 17’nci yüzyıldan yakın bir zamana kadarki dönemde modern Batı medeniyetinin üretilmesine katkıda bulunan bir grup Yahudi entelektüelden, filozoftan ve bilim adamından bahsediyor. Batılılar, Yahudilerin Siyonist devlet projelerini gerçekleştirmelerine yardımcı oldu ve bu projeyi daima, onlar için hem fikrî hem de amelî anlamda bir başarı olarak gördü. Nitekim ABD Başkanı Biden, kendisini Siyonist olarak tarif eden ilk Batılı lider değil. 19’uncu yüzyıldan bu yana yüzlerce kişi onun gibi hissetti. Hatta 19’uncu yüzyılın başında Napolyon Bonapart’ın da Filistin’de bir Yahudi devleti ya da Yahudiler için bir devlet kurmak istediğini iddia edenler var. Filistin’deki Yahudi devleti, Batı’nın üstünlüğünün ve başarısının bir tezahürüdür.

Elbette bugün Siyonist projenin ruhunu kaybettiğini (Yozlaşmadan önce nasıl bir ruhu vardı artık bilmiyorum!) düşünen Isaac, Finkelstein ve Chomsky gibi Yahudi düşünürler de var. Hatta Gideon Levy, Filistinlilere ve Araplara karşı şiddetli ve sürekli savaşlar yüzünden ruhunu kaybeden İsrail’in kurtulması için ABD’yi müdahaleye çağırıyor!

İsrail’le olan meselemiz, bizim ve insanlık aleminin egemen Batı’yla olan meselemizin bir parçası mı olacak?

Negri ile birlikte İmparatorluk adlı kitabı yazan Hardt, bunu doğru bulmuyordu. Ona göre Rodezya ve Güney Afrika’daki ırkçı ayrımcılığın Batı, en azından Avrupalı Batı üzerindeki ağırlığı daha büyük ve ciddiydi. Bununla birlikte Batı, apartheid sisteminin artık tahammül edilemez olduğunu anlayınca, Churchill ile diğerlerinin bu sistemin sürdürülebilirliği konusundaki ısrarına rağmen, bu sistemden vazgeçti. Bu yüzden egemen Batı, İsrail’in sebep olduğu yükün artık kaldırılamaz olduğunu düşünürse bizzat kendi egemenliği uğrunda ondan da vazgeçecektir. İsrail, şiddet yanlısı fanatiklerin sesinin daha yüksek çıktığı dinî bir yapıya dönüşüyor ve ister Myanmar’da ister İsrail’de olsun dinî savaşların dehşetine kimse tahammül edemez. Şiddet yanlısı dinî örgüt DEAŞ’a karşı herkesin nasıl seferber olduğunu hatırlayalım.  

İsrail’in çözümü zor problemi, yalnızca Batı’nın değil, aynı zamanda radikal ve köklere dönüş hareketlerinin görüldüğü Arapların da bir sorunudur. İsrail meselesi, sona ermesi gereken sömürgecilik çağına ait bir meseledir. Bu çağın sona ermesi, Ortadoğu’da benzer sistemlerin ve örgütlerin doğuşunu geciktirecektir. İsrail’in meydan okumasını, dünya gençlerinin Batı medeniyetine meydan okumasına bağlarsak, bu durumda İbrani devletinin ömrü uzar, çünkü Batı, yok oluşun eşiğinde değil!

Merhum Lübnanlı yazar Joseph Samaha (bugünkü Finkelstein gibi), Araplar bir çözüm ortaya koymadıkça İsrail meselesinin çözülmeyeceğini düşünüyordu!

Arapların ve yorgun dünyanın Batı’yla olan sorununa dönelim. Avrupa sömürgeciliğinin doruğa ulaştığı Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa, artık Amerikan orduları olmazsa kendini savunamaz durumda. Yaklaşık bir yüzyıl sonra Avrupa, kendisini Rusya’dan yana duyduğu endişe içerisinde buluyor. Amerikalılar da bölünmüş haldeler; Amerika’nın merkezindeki ayrılıkçı hareket küçümsenmemeli. Peki, Amerika’nın modern dünya medeniyetinin merkezinde yer alan Avrupalı Batı’yı şu ya da bu sebeple savunamadığını varsayarsak, o zaman bir alternatif haline gelmek üzere olan yeni bir medeni dünya mı olacak? Yoksa savaşların, silahların ve nükleerlerin sebep olduğu bir kargaşa mı hüküm sürecek? Asıl korkulması gereken, Amerikalı ve diğer stratejistlerin hakkında çokça konuştuğu şey, yani Amerika-sonrası bir dünyadır!

Tarihçiler medeniyet döngülerinden bahsediyor, stratejistler ise üçüncü küreselleşme dalgasından. Peki, dizginleri Çin ele alırsa, dünya sistemi veya medeniyeti değişir mi? Hiç kimse Garpzede (Batı mağduru) olduktan sonra bir de ‘Çinzede’ (Çin mağduru) olmak istemez!

*Türkçeye Ketebe yayınları tarafından "Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek" adıyla çevrildi.