Sam Mensa
TT

Kucaklama ve kuşatma arasında İsrail

İran insansız hava araçlarının ve füzelerinin İsrail'e saldırdığı gece ve buna eşlik eden ABD ile Batı'nın İsrail savunmasına verdiği destek, bizzat saldırının istisnailiğinin ötesine geçen benzeri görülmemiş gerçekleri ortaya çıkardı. İlk gerçek, ABD ve Batı'nın İsrail’in yanında saf tutmalarının nedeni, daha önce olduğu gibi sadece onu korumak değildi. Aynı zamanda bu seferki düşmanın, yani İran ve onun arkasında duran bölge ülkelerindeki vekillerinin oluşturduğu tehditten korkmaktan ziyade onu hissetmeleriydi. İran'ın nükleer silahlara sahip olabileceği korkusuna ilave olarak Batı'nın gözlerindeki perde kalktı ve daha büyük, çok yönlü bir İran tehdidi gördü. İran'ın bölgenin güvenliğini istikrarsızlaştırma ve devletlerini parçalamadaki rolünü gördü. Ayrıca merkezi üssü olacağı yeni bir bölgesel güvenlik sistemi kurmak amacıyla Körfez Arap ülkelerinin işlerine müdahale ettiğini, bölge ülkelerinin siyasi ve askeri nüfuzunu kabul ettiklerini gördü. Bununla birlikte Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşta Rusya'yı destekleyerek veya Kızıldeniz'de uluslararası seyrüseferi tehdit ederek ya da Doğu Afrika ve Orta Asya'da nüfuzunu genişleterek uluslararası güvenliğin istikrarsızlaştırılmasında rol oynadığını gördü.

Ekim 2023'ten beri devam eden Gazze savaşı, bölgede yaşanan olaylarda İran'ın doğrudan rolünü daha da ön plana çıkardı. İsrail'e karşı direniş adı altında toplanan çeşitli taraf ve kesimlerin bağlılıklarının kendi vatanlarına ve kurtuluşlarına değil, İran’a olduğunu ve Tahran’ın onları kendi ajandasına göre yönlendirdiğini daha iyi gösterdi.

İkinci gerçek, İran ve müttefikleri ile genelde İsrail ve Batı, özelde ise ABD ve müttefikleri arasında bölgede yıllardır süren gölge savaşının gün yüzüne çıkmasıdır. İsrail, yıllardır Suriye'de İran ve müttefiklerine yönelik saldırıların yanı sıra bizzat İran topraklarında hava saldırıları ve suikastlar gerçekleştirdi. Bunu Gazze'de Hamas'a karşı altı aydır devam eden askeri operasyonu boyunca da sürdürdü. Ancak 1 Nisan saldırısı, geleneksel olarak saldırıların hedefi olmayan bir diplomatik karargâhı hedef alması ve İran'ın doğrudan yanıt vermekten başka bir çaresinin olmadığı açık bir savaş ilanı oluşturması nedeniyle öne çıktı.

Üçüncü gerçek, İran'ın, bölgedeki Amerikan caydırıcı gücünün ve Batı'nın İsrail'in güvenliğine verdiği desteğin, kendisini en ufak bir kayıp veya zarara uğratmaya izin vermemeye dayandığı gerçeğinin tamamen farkında olduğudur. İran'ın Şam'daki konsolosluğunun vurulmasına verdiği yanıt planlı, çekingen ve kontrol altına alınabilir türdendi ve bunu "itibarı kurtarmak" olarak tanımlayanlar haksız değildi. Zira önceden duyurulduğu için sürpriz unsuru ortadan kalkmıştı. Kullanılan mühimmatlar yoğunluklarına rağmen hedeflerine ulaşmak için gereken süre nedeniyle engellenip düşürülebilirdi. Hiç şüphe yok ki İran, kullanıldıklarından daha ölümcül ve güçlü silahlara sahip ancak bunları başta kendisi ve ABD olmak üzere, tüm tarafların arzu etmediği geniş çaplı bir savaşı tetiklememek için kullanmadı. İran'ın bu sefer intikamını almak için yerel vekillerine güvenmemesinin nedeni de belki budur.

Dördüncü gerçek, Gazze savaşı gibi İHA’lar ve füzeler gecesinin, İran'ın askeri ve teknolojik yetenekleri ile İsrail'in modern ve ileri teknolojik yetenekleri arasındaki uçurumu gösterdiğidir. İsrail, çok katmanlı savunma sistemleri sayesinde İran'ın İHA’larını ve füzelerini önlemede yüzde 99 başarılı oldu. Tehditlerin büyük bir kısmı İsrail topraklarının dışında, çoğunu ABD'nin gerçekleştirdiği operasyonlar ile Ürdün ve Irak semalarında engellendi.

Beşinci ve en önemli gerçek, ABD'nin bölgede devam eden savaşın iki radikal taraf arasındaki bir savaş olduğunun ve ikisinin de caydırılması gerektiğinin farkına varmış olduğudur. Bunların ilki İran, ikincisi ise aşırı sağcı İsrail hükümetidir. Washington ve Batı'daki müttefikleri İsrail'i korumak için hemen harekete geçtilerse, bu askeri kucaklamanın, İbrani devleti tarafından ödenen siyasi bir bedeli olacaktı ve söz konusu bedel, Şam'daki konsolosluğunun vurulmasına İran'ın verdiği yanıta İsfahan'a yönelik hava saldırıları ile sınırlı kalan İsrail'in yanıtının boyutu ve niteliği ile açıkça görüldü. Gazze'deki savaş ve Güney Lübnan'daki mini savaştaki gelişmeler bu bedeli daha da netleştirecektir. İsrail'in tüm kibrine rağmen, bu aşamada müttefiklerine karşı çıkmak ve onlarla çelişmek, özelde Binyamin Netanyahu ve genel olarak İsrail hükümeti için zor olacak. ABD Başkanı'nın asayı ortasından tuttuğu, bir yandan İsrail'i korumak istediği, diğer yandan İran ile çatışmayı körüklemesini engellemeye çalıştığı açıkça görüldü. İran'ın Şam'daki konsolosluğunun vurulması ve buna eşlik eden olaylar ile İsrail'in İsfahan'a yönelik hava saldırılarıyla verdiği yanıtın yansımaları, geniş bir savaşın içine çekilmeme, konsolosluk saldırısı öncesi statükoya dönüş, Gazze ve Güney Lübnan savaşlarına ilişkin müzakerelerin takibi çerçevesinin dışına çıkmayacak gibi görünüyor.

İran'ın yanıtı, her ne kadar planlanmış olsa da müttefiklerin etkili müdahalesini gerektirdi. Tarafları Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar ve Ürdünlüler olan bir ittifakın çekirdeğini oluşturdu. Diğer Arap taraflar da bu ittifaktan uzak değillerdi. İki İsrail düğümünün çözülmesi halinde bu ittifak çekirdeğinin, gelecekte başka Arap tarafların katılımıyla genişlemesinin kapısı aralanabilir. Bu düğümlerin ilki, Gazze savaşının yönetiminde açıkça görülen büyük hataların boyutu ve Batı Şeria'daki pervasız uygulamalardır. İkincisi ise siyasi vizyonun yokluğu ve Filistin meselesine ilişkin her şeye yaklaşımın güvenlik boyutuyla sınırlı kalmasıdır.

Bugün tüm dünya ve özelde Arap bölgesi bir yol ayrımında, zira uluslararası ve bölgesel dengelerde bir yeniden yapılanma yaşanıyor. Daha geniş jeopolitik sahne ise Batı'nın siyasal İslam'a kur yapma hatasının farkına varması ve aşırı Sünni grupların çöküşünün sonucu olarak siyasi ve dini radikalliğin azaldığını gösteriyor. Ukrayna'ya karşı savaşında Putin Rusyası'na karşı durulduğunu, Avrupa'nın popülist sağ ile yüzleştiğini, İran ve onun vekilleri tarafından temsil edilen Şii radikalliğin kuşatıldığını ve İsrail'deki Yahudi aşırıcılığın dizginlendiğini gösteriyor. Bir yandan İran'ın İsrail'e yanıtına karşı koyan, diğer yandan vahşileşen İsrail'i kuşatan ittifakın etkinliği, güvenlikten ziyade siyasi bir vizyona dayanan Arap girişimi yoluyla, Arap dünyasına yayılmalıdır. Bu vizyon son 6 aydaki tüm diplomatik faaliyetleri özetlemeli, iki devletli bir çözüm için baskı yapmalı ve buna paralel olarak ortaklar arasındaki stratejik iş birliği yoluyla bölgesel güvenliği güçlendirmelidir. En önemlisi de Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün başta olmak üzere çoğu Arap ülkesinin tercih ettiği ılımlılığı yansıtmalıdır.

Bu ittifak olmazsa, İran ve onunla birlikte diktatörlük ve aşırılık simgeleri bölgede kaos ve çatışma yaratmaya, barışın, kalkınmanın ve iş birliğinin önüne engeller koymaya devam edecektir.