Ermenistan'ın başkenti Erivan'ın sokakları, Ermenistan hükümetinin Azerbaycan'la, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Dağlık Karabağ'da Ermenistan'ın elde ettiği son dört köyü de bırakacağı bir barış anlaşmasını imzalamasını engellemek için başbakanı devirmek isteyen protestocularla dolu. Savaşlarla ünlenen bölgede Ermeni nüfus çoğunluktaydı, ancak Sovyet döneminde Azerbaycan egemenliği altında bulunuyordu. Sovyet barışının 1991'de sona ermesi ve Orta Asya ve Kafkasya'daki devletlerin bağımsızlıklarını kazanmasının ardından bölge üzerinde üç çatışma ya da savaş yaşandı. İlk iki savaşı Rusya ve İran'ın yardımıyla Ermenistan, son savaşı ise Türkiye'nin yardımıyla Azerbaycan kazandı. Söz konusu dört köy, sakinleri tarafından diğer on binlerce köy gibi Ermenistan'a terk edildi. Ancak Azeriler, temas hatlarında bulunan ve Ermenilerin son savaşta Azerilerin yanında yer aldığı suçlamaları eşliğinde şimdi geri çekilen Rus ordusunun varlığı nedeniyle bu köylere ilerlemedi! Tüm bu ayrıntılar öne çıkan bir değişkene ulaşmak için dile getirildi. Paşinyan'a karşı gösteriler yeni değil, ancak yeni olan Ermeni Ortodoks Kilisesi'nden bir piskoposun son protesto dalgasına öncülük etmesi. Piskopos, dört köyün ve aslında tüm bölgenin dini hatıralar taşıdığını ve Azeriler tarafından tahrip edilen tarihi kiliseler içerdiğini, ancak Azerilerin bunu inkâr ettiğini savunuyor. Ona göre hedef, Ruslar tarafından terk edilen Ortodoks Hıristiyanlık. Ayrıca Başbakan teslim olmak ve dini ve ulusal mirasından vazgeçmek üzere. Çünkü mağlup ordunun karşı koyamayacağı bir Azeri saldırısından korkuyor. Başbakan'a göre ise Ermenistan'a sadece 1922 Sovyet sınırları verilecek, o halde ülke neden yeni bir yenilgiye uğrasın ki?
Küçük ve orta ölçekli etnik grupların 19’uncu yüzyılda uyandığı Balkanlar, Orta Asya ve Kafkasya, milliyetçi patlamalar ve Avusturya, Osmanlı ve Rus imparatorluklarından bağımsızlık için çelişkili talepleriyle ünlüdür. Söz konusu uyanış Birinci Dünya Savaşı'nın nedenleri arasındaydı. Uyanan etnik gruplar, her zaman olmasa da genellikle, belirli topraklar ya da dini anıtlar üzerindeki hak iddialarını güçlendirmek için dini kullandılar. Bu, Bosna ve Kosova'daki Sırp azınlığın, dini mekanlara, anıtlara ve bölgenin Hıristiyanlaştırıldığı ve nüfusun Müslümanlaştığı zamanlara ait anılara tutunmasıyla, son zamanlarda yeniden ortaya çıkan bir olgudur. Milliyetçilik ve din arasındaki bu dayanışma, Budist Myanmar'da Rohingya Müslüman azınlığına karşı açıkça görülmektedir. Birkaç gün önce, seçimlerin arifesinde, Hindistan Başbakanı Modi, Müslümanların on yedinci yüzyılda bir Hindu tapınağının yerine inşa ettiği söylenen bir caminin kalıntıları üzerine yıllar önce inşa edilen Rama'ya ait dini bir tapınağın bulunduğu alanı ziyaret etti! Ve işte Mescid-i Aksa ve El Halil’deki Harem-i İbrahim Camii’ne zaman zaman, köktendincilik ve coğrafyayla bağlantılı doğru doktrine ulaşma bahanesiyle saldıran İsrailli aşırılık yanlıları!
ABD’li akademisyen Scott Hibbard, Religious Politics and Secular States (Dini Politika ve Seküler Devletler) (2009) adlı kitabında, bazı siyasi liderlerin dini hassasiyetleri körüklediğini ve popülarite kazanmak için bunları istismar ettiğini ileri sürüyor. Hibbard, bunun gerçek dini duygulara dayanmadığını, daha ziyade halkı ya da halkın bir kesimini kontrol etmek için kasıtlı olarak korkuları körüklediğini, nefret ve hoşgörüsüzlük yaydığını, çoğu zaman da çevredeki tehlikeleri abarttığını ve yanılsamalar yarattığını iddia ediyor. Hibbard, seküler Hindistan Ulusal Kongresi Partisi'nden eski Başbakan İndira Gandhi'nin bile Hinduların dini duyguları için sağ ile rekabet ettiğini savunuyor. Modi'nin Hindistan Halk Partisi döneminde ise kanıta gerek yok. Uzun vadede Hindistan'da ne milliyetçi ne de dini hassasiyetler işe yarıyor. Aynı durum çok uluslu ve çok dinli ABD için de geçerli.
Hibbard söz konusu kitabında, ABD, Hindistan ve Mısır'dan örnekler veriyor. Ancak her üç örnekte de ulusal kimliği desteklemek için dinin kullanılması sadece Hindistan için geçerli. Bu noktada Fukuyama, Identity: The Demand for Dignity and the Politics of Resentment (2017) adlı kitabında, Avrupa ve ABD'deki kimlik ve özgünlük duygu ve hislerinin Asya ve Afrika'dakilerden farklı olduğunu savunuyor. İslam hakkında çok fazla konuşulmasına rağmen din önemli bir rol oynamıyor.
Son olarak, teknolojik devrimleri ve iklim değişikliğini küresel çalkantıların ana nedeni olarak gören yetişkinler arasında ekonomi retoriği, küreselleşmiş mega korkulara tepki olarak milliyetçiliğin ve dinin ortaya çıkışı, politikacılar ve yöneticiler tarafından ancak sınırlı bir süre için istismar edilmektedir. Bu olgu ortadan kalkacak mı? Dini coşku parti liderlerinin işine yaradığı sürece ortadan kalkmayacak.