Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Halkla ilişkiler savaşı!

Önemli bir kesimi Ortaçağ düşünceleri içine batmış dünyamızda, Hasan Nasrallah suikastının ardından Ortadoğu arenasında ve İran'ın çarşamba gecesi verdiği yanıtta olduğu gibi halkla ilişkiler savaşında neler olabileceğini okumak için henüz çok erken.

İran anlatısı, füzelerinin İsrail'deki hayati öneme sahip kurumları vurduğunu söylerken, İsrail’in yanı sıra Batı anlatısı, füze saldırısının önemli bir etkisinin olmadığını söyledi. Bu veya karşı tarafın coşkulu destekçilerinin ise sunulan anlatıya ilişkin kanaatleri vardı. Bilinen gerçek şu ki, savaşın ilk kurbanı (gerçektir). Batılı askeri analistleri takip ederken füzesavar füzelerin oldukça maliyetli olduğunu ilk kez duydum ve öğrendim. Eğer hedef alınan (bu durumda İsrail) gelen füzenin açık bir alana veya insan yerleşimlerinden uzakta bir yere düşeceğinden eminse, düşmesine izin verir çünkü onu bir füzesavar ile engellemenin maliyeti o yere düşmesinin etkisinden daha fazladır. Bu, sanki Filistinlilerin öldürülmek için ilave yardıma ihtiyacı varmış gibi İran füzesinin Eriha'da bir Filistinliyi öldürmesinin ve bir füzenin de Ürdün’de düşmesinin açıklaması olabilir.

Beklenen bir uluslararası çatışmada, büyük olasılıkla, İranlıların yanı sıra Lübnanlılar ve bazı Araplardan oluşan bir kesimdeki öfkeyi hafifletmek için Nasrallah ve Heniyye'nin intikamları ortak alındı ve üzerinde anlaşmaya varılmış bir füze yağmuru gerçekleşti. Bu, karar alıcının kitlesine rahatlıkla şunu söylemesini sağlayacak: Yapılması gerekeni yaptık!

Ancak sahadaki denklem bambaşka; Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İspanyollar ve diğerleri füze saldırısını kınadılar. Saldırının yeri ve zamanı konusunda mutabakata varılmış olsa bile, İran'ı sorumlu tutarak onu daha izole hale getirdiler.

Çatışmanın kökeni, İsrail'in İran'ı gerçekten tehdit etmesi halinde Tahran’ın kullanabileceği bir öncü güç olarak gördüğü Lübnan'daki Hizbullah gücünün yaşadıklarıdır. Hizbullah’ın yaşadıkları İran'ı zor durumda bıraktı ve o da formalite de olsa bir çıkış yolu aramaya başladı.

İran'ın verdiği mali ve askeri destek doruğundayken Hizbullah, çevresindeki birçok tekneyi yaktı. Uzun süredir (hiç kimsenin ne galip ne de mağlup olmadığı) uzlaşıya dayalı olan Lübnan siyasi alanının çölleştirilmesi sürecini yürüttü. Çok sayıda Lübnanlı siyasetçiyi hedef alıp öldürerek kendisi ve ülkedeki ortakları arasındaki köprüleri yaktı. Dahası yokluğa mahkûm edilmiş kitlelerin yoğun alkışlarıyla Hasan Nasrallah'ın bir keresinde “büyükelçiliklerin Şiileri” olarak adlandırdığı aynı mezhepten aydınlar bile hedef alınıp öldürüldü. Hizbullah Araplarla olan köprülerini de yaktı. Yönünü açıkça kaybederek, başka bir projenin hizmetinde, Araplara, özellikle de Körfez Araplarına karşı şiddetli bir kampanya başlattı!

Lübnan'da zorbalık herkese karşı çekilmiş keskin bir kılıçtı ve Hizbullah başkalarını susturmayı başardıkça zorbalığın, başarılı sonuçları olan bir silah olduğuna inanmaya başladı.

İletişim devriminin egemen olduğu çağımızda, Hizbullah çevresinden bir veya daha fazla Lübnanlının, yaşadıklarından dolayı çektikleri sıkıntılar nedeniyle çıkıp Hizbullah ile ilgili şikayetlerini ve ona karşı itirazlarını açıkça ifade ettiklerini, ancak birkaç saat veya daha kısa bir süre içinde, mahcubiyet ve boyun eğme noktasına varacak derecede Hizbullah liderliğinden özür dilediklerini görüyoruz! Bu, utandıran bir insani olgu haline gelinceye kadar birçok kez tekrarlandı ve Hizbullah bu olguyu okuyamadı. Bunun yerine başkalarını zorlamaya ve korkutmaya devam etti.

Hizbullah içeride gittikçe saldırganlaştı ve arkasını boş bıraktı. Böylece izole şekilde ağır bir saldırı ile hedef alınması ve sonunda Hasan Nasrallah başta olmak üzere en önemli liderlerini kaybetmesi an meselesi haline geldi.

En önemli soru şu; liderliği üstlenecek yeni liderlik, Hizbullah ve Lübnan'ın yaşadığı ağır dersleri özümseyebilecek mi, yoksa aynı yolda mı devam edecek? Bu, bugün cevabı verilemeyecek bir soru. Başta Lübnanlı politikacılar ve Arap çevre olmak üzere herkes hâlâ bekliyor, analiz ediyor ve etrafını gözlemliyor.

Lübnan'ın içinde bulunduğu çıkmazdan çıkması için geleceğe baktığımızda dört adım atılması gerektiği görülüyor ve İran'ın füzeleri kesinlikle bu adımların arasında yer almıyor. Birinci adım, sadece Lübnan ordusunun elinde olacak birleşik silahtır. Geri kalan güçler, birleştirici bir milli bayrak altında siyasi arenada yarışan silahsız siyasi partiler olmalıdır. İkincisi, devlet başkanlığından bakanlar kurulu başkanlığına kadar kurumların etkinleştirilmesi ile devletin geri dönmesidir. Üçüncüsü, Lübnan'ı bölgesel konularda tarafsızlaştırmaktır. Dördüncüsü, tükenen ve Lübnanlıların büyük bir bölümünü yoksulluğun eşiğine getiren ekonomiyi canlandırmaya çalışmaktır.

Bu dört adım, kurtuluş, kan döngüsünden çıkmak, Lübnan’ın bazı evlatlarının, Filistin'in bir karışının bile özgürleştirilmesini içermeyen bölgesel projelere kurban edilmesinden kurtulmak için gerekli olan adımlardır. Hizbullah ile İsrail arasındaki devasa teknik uçurum, sahip olmadığı uygar düzen, yaslanacağı iç desteği kaybetmesi, onu nereye düşeceği ve kaderinin ne olacağı üzerinde mutabakata varılmış füzeler tarafından kurtarılamayacak kolay bir av haline getirdi.

Önümüzdeki birkaç ayda ne olacağını tahmin etmek kolay değil ama açık gerçek şu ki, önceki politikalara devam etmek tam bir iflas ve daha fazla yıkım demektir. Bu tarihi bir dönüm noktasıdır.

Son söz; Hizbullah’ı sıkıntıya sokan denklem, içeride aşırı güç kullanması, dışarıya karşı ise yetersiz güç kullanmasıdır. Bu, onun açısından gerçeği okumada büyük bir başarısızlıktır.