Ortadoğu'nun yeni oluşumu hızla devam ediyor. Bu ne bir komplo ne de bir hayal değil, siyasi analiz, gerçekçi okuma ve tarihsel mantığın kanıtladığı bir gerçekliktir. Modern tarih bize, büyük çatışmaların savaşa dönüşmesi halinde, bunları başlatanların sonunu kontrol edemediğini söylüyor. Bölge de bir yılı aşkın bir süredir sıcak bir tabakanın üzerinde yaşıyor.
Uzun bir dönem sürmesi nedeniyle birçok kişi siyasi durumların değişemeyeceğini düşünür. Tarih ve gerçeklik ise iradeler mevcut olduğunda, çıkarlar buluştuğunda ve mevcut olan meşruiyetini tükettiğinde her şeyin değişeceğini söyler. Kırk yıldır ilk kez bölge, her alanda büyük değişimlere ve gerçek ile yapay olanı birbirinden ayıran güç merkezlerinin yeniden kurulmasına fiilen hazır görünüyor. Büyük güçler ilk kez bölgenin çehresini değiştirecek büyük değişiklikler üzerinde anlaşmış görünüyor.
Burada onlarca yıldır, bazıları yetmiş yıldan, bazıları da kırk yıldan fazla süredir devam eden, ancak hepsi yıpranmış ve sürdürülemez hale gelmiş, hayatta kalması uluslararası ve bölgesel düzeyde kimseye fayda sağlamayan siyasi durumlardan bahsediyoruz. Değişim anı geldi ve kazanan, çıkarlarını koruyabilen, pozisyonlarını ve politikalarını en büyük faydayı elde edecek ve kayıpları önleyecek şekilde geliştirebilen olacaktır.
Büyük çatışmalarda kâr ve zarardan bahsetmek katı banka hesaplarına benzer. Duygulara ve hislere yer yoktur, sayı ve menfaatler, egemenlik ve prestij, istikrar ve gelecek vardır. Batılı coğrafi tanımlamaya göre, Doğu Akdeniz'deki Arap ülkeleri ile hiçbir yanlışı olmayan tarihsel tanımlamaya göre, Irak ve Maşrık (Levant) ülkeleri, uluslararası alanda tanınan egemen ülkeler, fakat bölgedeki büyük politika değişikliklerine bağlı olarak kaderleri farklılaştı.
El-Kaide'nin 2011'de ABD'ye karşı düzenlediği terör eyleminin ardından ABD iki devleti devirdi: 2001'de Afganistan'daki Taliban yönetimi ile 2003'te Irak'taki Baas Partisi yönetimi. 2003 yılında Taliban saflarını yeniden şekillendirmeye başladı. Irak'ta ise İslami gruplar faaliyet göstermeye başladı ve bunların ikisi de bölgesel destekle gerçekleşti. Durum istikrara kavuşmadan önce Suriye, 2005 yılında bölgesel destek ve yayılmacı bir projeyle Lübnan'a hakim olmaya karar verdi. Lübnan'ı bir yarı devlete dönüştürmek için Refik Hariri'den başlayarak onlarca kişinin öldürüldüğü siyasi suikastlar dizisi başladı.
Aşamaları atlamadan 2006 yılında da Lübnan Hizbullahı’nın “hesaplanmamış bir maceraya” giriştiğini hatırlatalım. Sonrasında Hizbullah, Lübnan devletini yok etmeyi, tüm rakiplerini tasfiye etmeyi, Lübnan ile hiçbir ilgisi olmayan hedefler için yükselttiği “direniş” ve “karşı durma” sloganlarını sürdürmeyi başardı. 2007'de Filistinli bir örgüt Gazze'de Filistin Otoritesi'ne karşı kanlı bir askeri darbe yapmayı başardı. Bu, bölgede Arap olmayan ve biri mezhepçi, diğeri köktendinci iki projeye bölgesel bağlılık duyan bir örgüt. 2011 yılında ise ABD, Arap Baharı olarak bilinen ama aslında terör baharı olan kargaşayı güçlü bir şekilde destekledi.
Suriye, bölgedeki en uzun iç savaşa sahne oldu ve dünyadaki hemen hemen her ülke, küresel ve bölgesel olarak, milisler ve teröristlerle, Şii ve Sünni olarak bu savaşa dahil oldu. Azınlıkların acımasız milis grupları terör örgütleri ile buluştu. İki tarafta, gözlemcilerin gözünden kaçmayan uzantılarıyla Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'i yakıp yıktı. Sahnede hem kazananlar hem de kaybedenler vardı.
7 Ekim 2023 öncesi ile sonrası aynı değil. Arap bölgesi ülkeleri istikrar, kalkınma, ilerleyiş ve yükseliş arayışında olan yeni bir ideolojinin doğuşuna tanık oluyordu. Bu model tüm bölge halklarının ilgisini çekmişti. Bunda tarihin olumsuzluklarından, geçmişin engellerinden, kalkınmanın tökezlemelerinden ve geleceksizlikten kurtuluşu görmüşlerdi. Gerçekçi ve ulaşılması kolay umut, kalplerden önce zihinlere sızmıştı. Bunun üzerine bazıları, bölgenin kendi çıkarlarına hizmet eden kültürel geri kalmışlık ve katil kimlikler içinde kalması için bölgeyi ateşe vermesi gerektiğine karar verdiler.
O zaman bilinçli bir kararla Gazze'de savaş çıktı ve Gazze, tarihin kaydedeceği tarihi bir trajediye dönüştü. Lübnan Hizbullahı'nın 2006'da giriştiği sonu hesaplanmamış maceranın tekrarlanmasıyla yarı devlet Lübnan, kendisinin almadığı bir kararla savaş hattına dahil oldu. Topraklarında sonuçları halen Gazze trajedisinden daha az trajik ama “askeri mezhepçiliğin” omurgasını kıran bir savaş yaşandı. Daha sonra savaş, Batı'nın durmayan askeri saldırıları yoluyla Suriye'deki ve hatta bölgenin en büyük ülkesindeki destekçilerini vurdu. Aynı şekilde Yemen ve Irak'ı da etkiledi.
Üst düzey bir eğitim, özenli bir planlama ve çeşitli silahlarla Suriyeli muhalif güçler, Türkiye'nin tam desteğiyle harekete geçtiler. Birkaç gün içinde İdlib'den Humus'a kadar Suriye şehirlerine girdiler. En önemlisi de, benimsedikleri söylem artık açıkça bir terör söylemi değil, özgürlük ve sivil yönetim ile ilgili terimler içeren bir söylem.
Son olarak Rusya, Çin gibi ülkelerin vatandaşlarından Suriye’den ayrılmalarını istemeleri ve pozisyonlardaki keskin değişiklik, tamamlanmış ve tezahürleri izlenmeye devam edilen büyük bir anlaşmanın sahnelendiğini açıkça ortaya koyuyor.