Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Çin tuzağı

BRICS zirvesi, Çin ve Rusya devlet başkanlarının yokluğunda katılım açısından beklenen düzeyde olmasa da, her düzenlendiğinde Batı'nın sıkıntılarını daha da artırıyor ve dünyadaki diğer güçlerin fırsatları değerlendirmek için beklediğini hatırlatıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın, “şah kalması gereken” doları savunmak için BRICS ajandasına katılanlara gümrük vergileri uygulaması tek başına bu rahatsızlığın belirtisi değil. zira tüm BRICS ülkeleri bir tarafta, tek başına Çin diğer tarafta.

Fransız Çin uzmanı Emmanuel Véron, “Şimdi pişmanlık içimizi kemiriyor. İcat etiğimiz teknolojiyi ele geçirmelerine yardımcı olduk” diyor.

Bu yüzyılın ilk on yılından beri, Batılı ülkeler, yüzlerce Batılı şirketin “sonsuz bir Eldorado” olarak gördükleri bir topraktan çekilmek zorunda kalmasının ardından, Çin'e karşı ne yapacaklarını kapalı kapılar ardında tartışıyorlar. Rahatsız edici olan Çin'in ilerlemesi ve şaşırtıcı bir şekilde öne geçmesi değil, bağımsız olması ve Batı'ya bağımlı olmaması. Çin artık Batı trenlerinden önemli ölçüde üstün yüksek hızlı trenler üretebiliyor. Bu, yalnızca yeni İpek Yolu boyunca demiryolları ağını genişletebileceği anlamına gelmiyor, aynı zamanda önemli ve büyük bir rakibi olmadan ihracat yapabileceği anlamına da geliyor. Tıpkı 2011'de Pekin-Şanghay seferini yapan ve o zamandan beri aralıksız çalışan ilk trenler gibi, uçak endüstrisi de emekleme aşamasından uçma aşamasına geçti ve yakında Boeing ve Airbus'ın rakibi olacak gibi. Benzer durum, Çin'in batarya pazarını rakipsiz bir şekilde ele geçirmesinin ardından füze ve araç endüstrisi için de geçerli.

“Dünyayı fethetmenin Çin yolu” başlığıyla internette yayınlanan korkutucu araştırma, Çin devlet başkanı Deng Şiaoping'in 1975'ten ve daha iktidara gelmeden önce, bir haftalığına Fransa'yı ziyaret edip en önemli nükleer teknolojiler hakkında bilgi edindiği dönemden beri benimsediği sağlam stratejisinin izini sürüyor. Bugün Batı'nın Çin tuzağına düştüğünü hissetmesine neden olan ve selefleri tarafından uygulanan işte bu plandır.

1970'lerin ortalarında Çin, Batı'ya, ne yapacağını bilemediği bir yüksek nüfus yoğunluğuna sahip, yardıma muhtaç ve bedelini ödemekten çekinmeyecek yoksul bir ülke olarak kendisini gösterdi. Bu bir kıta büyüklüğündeki bir ülkede kaçırılmaması gereken bir yatırım fırsatıydı. Deng Şiaoping, Batılı fabrika ve şirketlere ülkesine gelmeleri çağrısı yaparak, Batı'ya açılma arzusunu dile getirdi. Buna onay verildiğindeyse, Pekin fabrikaların yerel kuruluşlar ile ortaklık kurmalarını şart koştu. Daha sonra, fabrikalarda çalışanların söylendiği gibi işçiler değil, yüksek vasıflı ve bilimsel olarak eğitimli mühendisler olduğu ortaya çıktı. Bunlar Batı'nın kötü niyetinin üstesinden gelmeyi başardılar.

Zira yüzlerce fabrika açan, Çin pastasına göz koyan ve hatta liderliğinin sonsuza dek süreceğini düşündüğü bir alanda rekabet eden Batı, Çin'e söz verdiği gibi son teknolojilerini sunmadı. Araçlar söz konusu olduğunda bile, en yeni modelleri kendine saklayarak Çinlilere bir önceki eski modeli sundu. Fakat fabrikalarda yetişen mühendisler, sadece öğrenmekle kalmadılar, aynı zamanda öğretmenlerini geride bırakıp becerilerini geliştirdiler ve beklenmedik bir şekilde başarılı oldular. Bunu yüksek hızlı trenlerinin üretimiyle eyleme dönüştürdüler.

1989 devrimi Batı için bir kurtuluş gibiydi. Çinli gençler arasındaki demokrasi hayalinin durumu tersine çevirmeye yeteceğini düşündü. Ancak yönetim demirden bir yumrukla Tiananmen Meydanı'ndaki protestocuları güç kullanarak dağıttı. Bu, Batı'nın gelecekteki devasa maliyetlerini hissetmeye başladığından, Çin ile endüstriyel ve teknolojik iş birliğini frenlemek için bir bahane oldu.

Ancak herkes, Berlin Duvarı'nın yıkılması ve komünist tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte korkularını görmezden gelerek kısa süre sonra Pekin'e döndü. Çin, Dünya Ticaret Örgütü'ne katılarak ve Dünya Bankası'ndan borç alarak küresel pazarın bir parçası haline geldi. Görev süresi içinde Çin'i ziyaret eden ve dört ileri teknoloji nükleer santral inşa etmek için 8 milyar dolarlık bir anlaşma imzalayan eski Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, yarışta önde kalacağına inanıyordu. Güçlülerin, ancak elli yıl içinde kendilerini geçebilecek zayıflardan korkmalarına ne gerek vardı ki? Tüm bilgi ve üstünlükleri ile önde olmayı sürdürme olasılığı en yüksek olanlar onlar değil miydi? Belki kibir belki de aşırı özgüven, tüm Batı'yı temkinli olmaya, ancak Çin'de kendilerine sunulan büyük yatırım fırsatlarına da direnememeye sevk etti.

Liu Mingfu adlı eski bir Halk Kurtuluş Ordusu generali, “Çalışkan öğrencileriz. Hızlı öğreniyoruz. İlham alıyoruz ve en büyük rakiplerimiz ile ortaklık kuruyoruz, böylece en iyi şekilde öğrenebiliyoruz” diyor.

Şimdi yüksek sesle dillendirilenleri Çin gizliyordu ve kendini zayıf ve aciz bir ulus olarak sunuyordu. Bu yüzden Avrupalılar, acı deneyimlerinden bahsederken pişmanlıkla “aldatıldık” diyorlar.

Pekin Üniversitesi'nde öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada Devlet Başkanı Şi Jinping, “Çin diplomasisi 'Go' gibidir” dedi. Go, Çin'in bildiği en eski oyundur. Satrançtan farklı olarak, rakibi kovalamaya ve bir nakavt darbesiyle bitirmeye dayanmaz. Yapılması gereken, rakibi çevreden kuşatıp merkeze doğru kademeli olarak ilerlemektir. Bu arada, yetenekli bir oyuncu merkeze doğru sakince ilerlerken mümkün olduğunca çok bölgeyi çitle çevirebilir. Bunun için önceden hazırlanmış bir plan, oyun tahtasına dair kapsamlı bir bakış, ardından kontrolü ele geçirmek ve hedefe ulaşmak için sabırlı olmak ve zamanı yönetmek gerekiyor.