Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Gazze'nin işgali İsrail'in çehresini değiştiriyor!

İsrail'in Gazze Şeridi'ni yeniden işgal etme eğilimi, salt duygusal bir siyasi dürtü olarak anlaşılamaz. Bu, özünde İsrail sisteminin karşı karşıya olduğu devam eden yapısal baskılardan kaynaklanan, salt bir güvenlik mantığının ifadesidir. Hamas'ın 2007'de Gazze Şeridi'nin kontrolünü ele geçirmesinden itibaren, Gazze sık sık roketlerin fırlatıldığı bir platform ve İsrail’in caydırıcılığını tüketen bir kaynak haline geldi. Bu baskılar yalnızca can kayıpları nedeniyle değil, aynı zamanda İsrail savunma sisteminin kırılganlığını dünyaya ifşa etmesi nedeniyle de tehlikeli bir dönüm noktası olarak kabul edilen 7 Ekim 2023 saldırısıyla zirveye ulaştı.

Barışı sağlayabilecek veya şiddet içeren davranışları engelleyebilecek uluslararası bir sistemin yokluğunda, devletler egemenliklerini korumak için kendi güçlerine güvenmek zorunda kalıyorlar. İsrail için bu, yakın bir tehdit hissettiğinde tek taraflı askeri eylemde bulunmak anlamına geliyor. Bu temelde, Gazze'nin yeniden işgali radikal bir siyasi seçenek değil, Hamas'ın askeri altyapısını ortadan kaldırabilecek ve caydırıcılığı yeniden tesis edebilecek meşru bir savunma önlemi olarak görülüyor. Ne var ki, tehditlerin gölgesinde mantıklı görünen bu seçenek, içeriden başlayıp uluslararası diplomatik alana kadar uzanan büyük meydan okumalarla karşı karşıya.

İsrail ordusu, teknik ve örgütsel üstünlüğüne rağmen giderek artan bir yorgunluk yaşıyor. Çoğu sivil olan yedek askerlere aşırı bağımlılığı, Gazze'de tekrarlanan operasyonları giderek artan bir psikolojik yük haline getirdi. Yorgunluk belirtileri, artan intihar oranlarında ve emirleri yerine getirmeyi reddetmede açıkça görülüyor ve bu da ordunun yeniden yapılanma veya ilave insan desteği olmadan uzun süreli bir işgalin sonuçlarına katlanma kabiliyeti hakkında ciddi soruları gündeme getiriyor. Bu durum, İsrail'in Lübnan'daki Hizbullah'tan Suriye'ye sızan İran milisleri, Batı Şeria'daki artan huzursuzluk ve İran ile stratejik çatışmaya kadar birçok cephede aynı anda askeri meydan okumalarla karşı karşıya olduğu gerçeğiyle daha da karmaşıklaşıyor. Bu cephelerin her biri ordunun kaynaklarını tüketiyor ve gücünü dağıtıyor.

İşgalin maliyetine yönelik bu açık farkındalık sadece siyasi elitlerle sınırlı değil, ordunun kendisine de uzanıyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Eyal Zamir, Gazze'yi yeniden işgal planlarına insani veya diplomatik bir duruştan değil, işgali İsrail'in diğer, daha hassas alanlardaki caydırıcılık kapasitesini zayıflatabilecek riskli bir girişim olarak gören soğuk askeri hesaplardan dolayı karşı çıktı.

Bu nedenlerden dolayı İsrail, sivil meseleleri yönetme yükünü üstlenmeden, Gazze Şeridi'ndeki stratejik bağlantıları (hayati yollar, sınır kapıları ve ikmal noktaları gibi) kontrol etmeye dayalı bir “kısmi işgal” modeline yöneliyor gibi görünüyor. Bu yaklaşım, Gazze Şeridi'ni yeniden inşa etmeyi veya yönetmeyi amaçlamadan, silahlı örgütlerin güçlenmesini önlemeyi, konumlanmalarını engellemeyi amaçlıyor. Bu nihai çözüm değil, bir kontrol altına alma ve çevreleme stratejisi ile düşmanca ortamı kontrol altına almak veya iyileştirmek yerine parçalama fikrine dayanıyor.

Ancak bu model, askeri ve finansal maliyetleri azaltsa da önemli yapısal riskler içeriyor. Kasıtlı olarak geride bırakılan güvenlik boşlukları, silah ve eleman temini ağlarının yeniden inşası için verimli bir zemine dönüşebilir ve daha fazla kaosa, insani koşulların daha da bozulmasına yol açabilir. İnsani durum kötüleştikçe, uluslararasılaşma veya bölgesel müdahale olasılıkları daha gerçekçi hale gelmekte ve Gazze'yi açık bir bölgesel çatışmanın kaynağına dönüştürme tehdidi oluşturmaktadır.

İsrail'in Gazze'deki tarihi deneyimi (1967-2005), beklenen sonuçların açık bir yansımasını sunuyor. Ariel Şaron liderliğindeki dönemin yönetimi 2005 yılında tek taraflı olarak çekilme kararı alana kadar İsrail, doğrudan işgal döneminde, tekrarlanan intifadalar ve insani, ekonomik ve siyasi yönden kan kaybıyla karşı karşıya kaldı. Geri çekilme kararı, Gazze'yi elde tutmanın yalnızca maliyetli değil, aynı zamanda stratejik olarak da faydasız olduğu inancından kaynaklanıyordu. Buna rağmen bugün yeniden işgal çağrısında bulunan sesler, çoğunlukla Gazze'ye gerçekçi denklemler üzerinden değil, dini ve tarihsel bir bakış açısıyla bakan aşırı sağcı hareketlere bağlılar. Bu ideolojik yaklaşım, geçmişin derslerini göz ardı ediyor ve orduyu doğası gereği direnişçi bir ortamda, açık çatışmaya sürükleyerek şiddet ve başarısızlık senaryolarını yeniden üretme riskini taşıyor.

Diplomatik açıdan, Gazze'de herhangi bir ilave gerilim, uluslararası izolasyonun daha da artmasına yol açacaktır. Fransa, Kanada ve İngiltere gibi ülkeler, Gazze'de devam eden İsrail operasyonlarına doğrudan bir yanıt olarak, yakın gelecekte Filistin devletini tanıyacaklarını ima etmeye başladı. Uzun süredir İsrail'e siyasi ve teknik destek sunan Batı desteğinin gerilemesi, Tel Aviv'in artık kırılgan bir stratejik konumda olduğu ve güvenilir bir ortak olmaktan ziyade uluslararası sistemin dış sınırlarına itildiği anlamına geliyor. Arap dünyasında bile değişim belirtileri ortaya çıkmaya başladı. İsrail ile ilişkilerini yakın zamanda normalleştiren ülkeler, iş birliğini sürdürmeyi Filistin devleti sürecinde gerçek bir ilerlemeye bağlamaya başladı ve bu da İsrail'in bölgesel manevra alanını daraltıyor.

Tüm bu meydan okumaların ortasında, iç siyasi faktör göz ardı edilemez. İsrail, 2026'da yapılacak kritik seçimlere doğru ilerliyor ve tüm göstergeler Başbakan Binyamin Netanyahu'nun koalisyonunu kaybedeceğine işaret ediyor. Bu, Gazze'yi yeniden işgal etmek gibi büyük ölçekli bir askeri projenin sürdürülebilirlikten yoksun kalabileceği ve partiler arası dengeler değiştikçe içeriğinin boşaltılabileceği anlamına geliyor. Daha da kötüsü, askeri harekât salt seçimsel amaçlar için kullanılabilir ve Gazze, ulusal güvenlik öncelikleri yerine iç güç hesaplarının esiri haline gelebilir.

Sonuç olarak, Gazze'yi yeniden işgal projesi -zamanlama, maliyet ve yansımaları açısından- riskli bir stratejik macerayı temsil ediyor. Bu, İsrail güvenlik ve siyasi sistemi içindeki yapısal bir ikilemi yansıtıyor; bir devlet, uluslararası meşruiyetini zedelemeden ve can kayıpları, ekonomi ve siyasi uyum açısından ağır bir iç bedel ödemeden, tarihsel olarak kendisine karşı direnen bir bölge üzerinde nasıl kontrol sağlayabilir? Bu soru henüz cevaplanmadı, ancak gelecek cevaplar maliyetli, hatta acı verici olabilir.