Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bir Arap ne diyor, bir Avrupalı ​​ne diyor?

Kültür, bilgi ve farkındalık, birbirinden farklı ancak o kadar iç içe geçmiş konuların başlıklarıdır ki anlamları karıştırılmış ve dolayısıyla her birinin doğru bir şekilde tartışılmasını engellemiştir. Bugün, ilkini (kültürü) ele alacağım ve konuşmacılar arasındaki anlayış farklılıklarının nedenlerinden birini açıklığa kavuşturma umuduyla, kültürün Arap ve Avrupalı ​​anlamlarını karşılaştıracağım.

Avrupalı ​​araştırmacıların çevrilen eserlerini okuduğunuzda, geleneksel toplumların kültürü, bedevilerin ve kırsal kesimdeki insanların kültürü vb. hakkında konuştuklarını görürsünüz. Çağdaş Arapların konuşmalarına baktığınızda ise “entelektüel” terimini toplumun eğitimli elitleri için kullandıklarını ve hatta bazen bu terimi kültür alanında çalışanlar veya meslekleri kültürel üretimle ilgili olanlar, örneğin yazarlar, edebiyatçılar ve benzerleriyle sınırladıklarını görürsünüz.

Bu durumda şunu sorabilirsiniz; okuma yazma bilmeyen bir topluluğun kültürü var mıdır? Avrupalı ​​araştırmacı şu cevabı verecektir: Evet. Arap okuyucunun cevabıysa: Hayır olacaktır.

Geleneksel Batılı kültür anlayışına göre her insan ait olduğu toplumun kültürünü taşır ve sosyal çevreyle temas kurduğu andan itibaren özümser. Kültür, bir toplumun yaşamın gereklilikleriyle etkileşimi yoluyla miras aldığı veya geliştirdiği gelenekleri kapsayan geniş bir terimdir. Ayrıca ahlak, gelenek, görenek, folklor, edebiyat, halk hikâyeleri, yaşam ve davranış tarzları, belirli değer sistemleri, inançlar ve bunların uygulamaları ile bir toplumun karakterini ve yaşam tarzını gösteren her şeyi kapsar. Bu toplumun eğitimli (yani modern sistemlere göre eğitim almış) veya okuma yazma bilmeyen (yani üyelerinin çoğunluğunun okuma yazma bilmediği) olması önemli değildir.

Bu, bizim “kültür” anlayışımızın Avrupa'daki karşılığına göre farklı olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, kültürü sosyolojik bir bakış açısıyla ele almak için Avrupalı anlayışın benimsenmesi gerekiyor, çünkü kullandığımız sosyoloji bilimi orada ortaya çıktı ve gelişti.

Arapçada “kültür” ve “entelektüel” terimlerinin yaygın kullanımının elitleri ve kültürel üretimde bulunan kişileri ifade ettiğini söylemiştim. Bu, yukarıda bahsedilen Batılı kavramdan çok farklı.

Bu sorunun etkisi, geçen haftaki yazımda siyasi kültürü ele aldığımda yaptığım gibi, kültürle ilgili toplumsal meseleleri bilimsel bir bakış açısıyla ele aldığınızda ortaya çıkıyor. Bazı okuyucuların kültürü, topluma sunulan yeni bilginin niteliği olarak algıladığı ve bu nedenle sorunu ideolojik etkiye bağladığı, bazılarının ise sorunun eğitimde yattığına karar verdiği açık ve net. Aslında, her iki faktör de bir dereceye kadar etkili. Ancak sorunun özü başka bir yerde yatıyor. Sorunun özü (Batılı kültür anlamında) kültürel tarih, yani tarihsel deneyimin bir toplumun zihniyeti ve hafızası üzerindeki etkisidir. Şiddetli baskıya maruz kalan toplumlar bunun bir örneğidir; bu toplumlar geleceğe şüpheyle yaklaşır ve bu nedenle maliyetli maceralara girişmekten kaçınırlar. Bu durum, özellikle uzun vadeli projelere ekonomik yatırım yapmama eğilimiyle belirginleşir.

Sosyologlar ayrıca tarım toplumları ile sanayi veya ticaret toplumları ve hatta kırsal ve kentsel toplumlar arasındaki davranışsal farklılıkları da tartışırlar.

Bu anlamda kültür, bireyin ve topluluğun kendiliğinden gelişen davranışlarına rehberlik eden zihin ve hafızanın içeriklerini ifade eden bir terimdir. Aynı zamanda dünyaya, çevrelerindeki insanlara ve nesnelere bakış açılarını ve yeni gelişmeler ve olaylarla başa çıkma biçimlerini de güçlü bir şekilde etkiler. Bu tür bir kültürü edinmek için bireyin kitaplara veya okula ihtiyacı yoktur; aksine, ait olduğu toplumla etkileşime girmesi gerekir ve günlük etkileşimleri aracılığıyla bu toplumsal hafızanın bir kopyasını edinir. Yaşlandıkça, zihninin kolektif zihnin bir kopyası haline geldiğini fark edecek ve böylece topluluğun kimliğini taşıyarak onun bir üyesi olacaktır.

Farkında olmadan, ebeveynlerimizin ve toplumumuzun hafızasını yavaş yavaş ve kendiliğinden özümseriz. Ancak yıllar sonra, kişisel tarihimizin topluluğun tarihi olduğundan emin oluruz ve lehçemizin, kelime dağarcığımızın ve dünya anlayışımızın topluluk içinde yaygın olan anlayışla aynı olduğunu görürüz. Kültür, basitçe, bu şekilde aktarılır ve anlamı budur, yani çoğu zaman geçmişe işaret eden zihin ve hafızadır.