Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Kahveyle

1960'larda meslektaşım Selim Nassar, el-Safa gazetesinde “Kahveyle” başlıklı günlük köşe yazısı yazıyordu. Uyanır uyanmaz gazetenizi okuyup sabah kahvenizi huzur ve sükunet içinde yudumlayarak güne başlardınız. Dünya güzeldi ve haberler ne gününüzü ne de hayatınızı korkutuyordu. Sevgili meslektaşımın yazısı da onun gibiydi; kimseyi ne kızdırıyor ne de rahatsız ediyordu. Son derece zarif ve karakterliydi.

Bu, Lübnan ve Arap dünyasında genel bir davranış kuralıydı. Sonra işler kötüleşmeye başladı.

Bu güzel gelenek yani sabah gazetesi, bir fincan kahve ve Selim Nassar'ın zarafeti uzun zaman önce sona erdi. İnsanlar gazetelerinden korkmaya başladı. Gazeteciler, isimleri ayrıntılı olarak sıralayarak, siyasi suikastların geri döndüğünü, gayet basit bir şekilde yazmaya başladılar. Analistler iç savaştan ve yaklaşan şiddet dalgalarından bir turtadan bahseder gibi bahsediyorlar.

Abartılı bir çöküş ve yozlaşmayla damgalanan bu bozuk döneme, ona benzeyen bir dil ve onun gizli derinliklerini ifade eden sözler eşlik ediyor. Artık hiçbir kontrol veya istisna yok. Dürüst insanlar sessizliğe ve utanmaya sığındı. Artık Selim Nassar'a veya iyimserlik, kardeşlik ve umut sabahına yer yok. Aksine, aptallığın çanları ve çürümenin hoparlörleri çalıyor. Her Lübnanlı, içten içe, gazete manşetlerine ve yazarlarının ruhlarına göz ucuyla bakmamak için güneşin daha geç doğmasını diliyor.

Birçok kişi (oldukça çok) bu genel çöküş seviyelerinden utanıyor.

Bu sözlükler hangi derinlikten ortaya çıkıyor? Basın, hangi profesyonellikle veya hukukla, politikacılara suikasta uğrayacaklarını müjdeliyor? Din adamlarının öncülük ettiği bu nefret ve kışkırtma volkanları nedir?

Bütün bunlar eşi benzeri görülmemiş şeyler. Hepsi adam öldürmekten daha kötü. Bir bela...