Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Müslüman Kardeşler’le sorunumuz Batılıların sorunundan daha büyük!

Mişari Zeydi 28 Kasım 2025 tarihinde Şarku’l Avsat’taki köşe yazısında, Trump ve ABD’nin Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile yaşadığı sorunun sadece yasaklama ya da izin verme meselesiyle sınırlı olmadığını, aksine çok daha karmaşık olduğunu hatırlattı. Zeydi, bu durumun bizim için de en az onlar kadar karmaşık olduğunu vurguladı. Obama döneminde bazı Müslüman Kardeşler üyeleri, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile çalışacak kadar etkili konumdaydı. Avrupa ve bazı Arap ülkeleri Müslüman Kardeşler’i yasaklarken, diğer ülkelerde örgütün faaliyetlerine izin verildiğini, orada medya ve kamuoyu üzerinde etkili olduğunu hatırlatan yazar, özellikle Gazze’deki katliamın ardından bu sorunun daha da kritik hâle geldiğine dikkat çekti. Oysa bu durumun, tarafların suç ortaklığı nedeniyle azalması veya sona ermesi gerekirdi.

Meslektaşım Zeydi ile iki noktada hemfikirim: Birincisi, Batı ülkelerinin kararlarının Müslüman Kardeşler'in faaliyetleri ve kaderi üzerindeki etkisi; ikincisi ise bizim tarafımızdan ne yapmamız gerektiği.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Lübnan’daki Cemaati İslami’yi, Müslüman Kardeşler ile birlikte yasaklı örgütler listesine alması dikkatimi çekti. Mısır ve Ürdün’deki Müslüman Kardeşler oldukça büyük ve sıkı takibe tabi; ancak Cemaati İslami küçük bir örgüt ve belirgin bir fikirsel faaliyet yürütmüyor. Örgütün okulları bulunuyor ve birçok seçimde yer aldı, fakat her dönem bir veya iki milletvekilinden fazlasını çıkaramadı. Bazı kaynaklar, örgütün uluslararası örgütlerden yardım aldığını ve son yıllarda Lübnan'daki faaliyetlerinin artmasıyla Hamas'a yakınlaştığını bildiriyor. Ancak destek savaşında, Fecr Kuvvetleri üzerinden onlarca üye kaybetti; ya doğrudan çatışmada ya da İsrail’in Hizbullah’a uyguladığı gibi suikastlarla… Örneğin Şii mahallede suikasta uğrayan Salih el-Aruri’nin ofisinde de Cemaati İslami üyeleri bulunuyordu. Bu durum, Müslüman Kardeşler’in yönetim ve örgüt yapısı hakkında sınırlı bilgilere sahip olmamızın doğru olduğunu gösteriyor; zira tehlike anında veya planlama sürecinde, dünya genelinden onlarca ülkenin Müslüman Kardeşler üyeleri bir araya gelerek istişare ediyor veya rapor hazırlıyor. Bizde ise Lübnan, Mısır ve Ürdün’den bazı kişiler, Hizbullah ve Hamas ile birlikte hareket ederek ‘genel seferberlik’ talimatı alıyor; tıpkı tek bir ülkedeki tek bir hareket veya örgüt içinde olduğu gibi. Öte yandan, son yıllarda tüm Müslüman Kardeşler hareketleri ve benzeri örgütlerin İran ile yakın ilişkiler ve ittifaklar geliştirdiği de dikkat çekiyor.

Müslüman Kardeşler meselesinin bizde daha karmaşık olmasının nedeni sadece halk desteği değil, ‘meşruiyet’ meselesidir. 1950'lerin sonlarından itibaren, şeriatın uygulanması için gerekli olan İslam devleti anlayışı yaygınlaştı. 1960’lı yıllarda ve sonrasında ise iki ana görüş ortaya çıktı: Bir yanda, modernleşme ve yasal değişiklikler nedeniyle kaybolduğu düşünülen şeriatın uygulanması; diğer yanda ise mevcut devletlerin meşruiyetinin yeniden sağlanması. Böylece bizim açımızdan iki temel sorun doğdu: Dinî sapmalar ve ulus devlete karşı düşmanlık. Din açısından ise toplumlarımız ve devletlerimiz şeriatla sorun yaşamıyor. Şeriat, dinin ta kendisidir; din ise inançlar, ibadetler, ahlak ve toplumsal ilişkilerden oluşur. Bu unsurlar toplumlarda zaten mevcuttur ve uygulamada aksaklık ya da eksiklik olsa da bunun ciddi bir şikâyet konusu olduğu söylenemez. Ancak aşırıcılığın yükselmesiyle durum değişti. Reform çağrıları, moderniteye uyum için yapılmakla kalmadı, aynı zamanda köklü geleneksel akide ve fıkhın terk edilmesi çağrısı da gündeme geldi. Böylece, fıkhın kodifiye edilmesi çağrısının ardından şeriatın uygulanması talebi ortaya çıktı. Ancak bu şeriat, toplumlarımızın bildiği şeriat değil; ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda zorlayıcı sistemler öngörüyor ve dünya ile ilişkileri yeniden tanımlıyor.

1970’li yıllardan başlayarak ve 11 Eylül 2001’deki El Kaide saldırılarına kadar, şiddet, suikast ve isyan eylemleri yürüten küçük ‘cihatçı’ örgütler yayıldı. Bunların çevresinde ise Müslüman Kardeşler yer alıyordu; bu grup, devlet kurumlarına katılım taktiklerini ‘devleti, düzeni ve demokrasiyi kabul eden bir görünüm’ sergileme iddiasıyla uyguluyordu. Devletler ise bunu kabul etmiyordu. Seçim mücadeleleri sırasında her türlü ittifakı kursalar da, ‘İslam çözümdür!’ sloganı hep ön planda kaldı. Alternatifler ise iki yöndeydi: Ya tükenmiş ulus devlete karşı sabretmek, ya Afganistan, Balkanlar ve Orta Asya’ya gitmek ya da Avrupa ülkelerinden birine yahut ABD’ye yönelmek.

Son otuz yıldaki gelişmeleri incelemeye gerek yok; aşırılık yüzünden kayıplar korkutucu boyutlara ulaştı. Müslüman Kardeşler’in ulus devletlerle çatışması ve onların protestan İslam anlayışıyla batı toplumlarında yaydıkları bölünmüşlük eğilimi dikkat çekiyor. Ancak bu bölünmüşlükler bile, liberal veya sol kesimlerle anlaşmalar yapmayı engellemedi; sağcı veya dindar olmayan sağ ile ise başarısız oldular, çünkü göçmen karşıtıydılar.

Dikkatli olmakta fayda var. Popülariteleri, Hamas modeline yaslanmalarıyla arttı ve Fransız veya Amerikan takibi durumunda mobilizasyon daha da yükselebilir. Münih ve Aachen gibi merkezler çöktü, ama Londra’daki köklü sığınak hâlâ aktif ve güçlü. Örgüt liderlerinin davranışlarını Türk yetkililere şikâyet ettiğimizde, yanıt genellikle şu oluyor: “Akıllı olun, hepsinin Tahran'a gitmesini mi istiyorsunuz?”