Abdülhak Azuzi
TT

Yeni Afrika düzeni hakkında

Dünyanın çok sayıda büyük gücü, Afrika Kıtası’nda boy göstermekte gecikmesini telafi etmeye veya ilklerin ve sonuncuların kendisine baş kaldırmalarının ardından varlığını güçlendirmeye ya da nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışıyor. Örneğin sekiz ay önce, Washington’ın ev sahipliğinde bir ABD-Afrika zirvesi düzenlenmiş ve buna yaklaşık 50 Afrikalı lider katılmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron dört ay önce bir Afrika turuna çıkmıştı. Gabon’dan başlayarak burada Kongo Nehri Havzası’ndaki ormanların korunması ile ilgili Tek Orman Zirvesi’ne katılmıştı. Bu tur kapsamında Angola, Kongo Cumhuriyeti (Brazzaville) ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni de ziyaret etmişti. Günler önce St. Petersburg’da bir Rusya-Afrika zirvesi düzenlenmiş ve buna 54 Afrika ülkesinden 49’u katılmıştı.

ABD yabancı yatırımcı trenine yetişmeye ve Çin ve Rusya’nın bu Kıta’da artan etkisini sınırlamaya çalışıyor. 1,4 milyar nüfusa sahip olan ve dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan kıta, tahminlere göre, 2050 yılına kadar dünya nüfusunun dörtte birine ev sahipliği yapacak ve 2075’te bu üçte bire çıkacak. Bu Kıta’da sayfalarca tarih yazılacak. ABD-Afrika zirvesi bu gerçeğin gecikmiş bir kabulüdür.

ABD Başkanı, Afrikalı liderlere Afrika Birliği’ne (AfB) G20’de kalıcı üyelik verilmesini desteklediğini bildirmişti. Ayrıca yeşil enerji yatırımları, sağlık çalışanlarının eğitimi ve internet ağlarının yenilenmesi de dahil olmak üzere önümüzdeki üç yıl içinde Kıta’daki projelere 55 milyar dolarlık yatırım yapmaya karar verdiklerini açıklamıştı.

Fransa ise Rusya ve Çin gibi diğer ülkelerin lehine olacak şekilde Afrika Kıtası’ndaki tarihi gerilemesini telafi etme mücadelesi veriyor. Kıta’daki Paris düşmanlığı duygularının artması sonucunda, Fransız dış politika yapıcıları, Afrika kıtasıyla ilişkilerinde ‘tevazu’ ve ‘sorumluluk’ gösterme gereksinimi minvalinde sözler kullanmaya başladılar. Bu, Afrika ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana Fransa’nın bölgedeki stratejilerinin getirdiği ciddi hataların bir kabulü olarak değerlendirilebilir.

Nijer'deki son askeri darbenin ardından, bu ülkenin Fransa için büyük bir önem taşıdığı ve bölgedeki militanlara karşı savaşan Fransız kuvvetlerinin Mali’den çekilmelerinin ardından ana üssü haline geldiği göz önüne alınırsa, Fransa’nın Kıta’daki konumunu kaybetme riskinin eşi görülmemiş bir derecede arttığı söylenebilir.

Nijer’in diğer ülkeler kadar ticari veya jeopolitik bir etkiye sahip olmadığı doğru. Ancak bu ülke, Batı’nın, özellikle de Fransa’nın Afrika Kıtası’ndaki son güvenilir müttefiki sayılıyor.

ABD ile birlikte Fransa, Rusya’nın Afrika’daki varlığını büyük ölçüde güçlendirmesinin yansımalarının farkında. Ayrıca Çin’in yeni ipek yolları açmasının sonuçlarını da biliyor. Şu an Rusya, Kamerun, Etiyopya, Güney Afrika ve hatta Wagner Grubu’nun unsurlarını topraklarına taşıyan Mali dahil olmak üzere Kıta’nın birçok ülkesiyle askeri ortaklığını güçlendiriyor. Ayrıca Rusya’nın stratejileri genellikle Batılı ülkelerin bölgede kullanmadığı, paralı askerlerin konuşlandırılması, doğal kaynaklar karşılığında silah anlaşmaları ve kârlı bir dış politika olarak buğday silahının kullanılması gibi yöntemlere dayanıyor. En son St. Petersburg zirvesinde, Afrika ülkelerinin Karadeniz’deki Ukrayna tahıl ihracat anlaşmasının askıya alınması konusundaki endişeleri neticesinde, Rusya Devlet Başkanı ‘önümüzdeki aylarda’ bu Kıta’nın altı ülkesine (Burkina Faso, Zimbabve, Mali, Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Eritre) ücretsiz tahıl sevkiyatı sağlama sözü verdi.

ABD Başkanı’nın ABD-Afrika zirvesi sırasındaki yaklaşımı gibi, Başkan Putin de Afrikalı liderlere AfB için dünyanın en büyük ekonomilerinin çoğunu içeren G20’ye tam üyelik sözü verdi. Afrika ülkeleri için 1,2 milyar rublelik bir sağlık yardım programının başlatıldığını duyurdu. Ayrıca Moskova’nın bu ülkelere enerji sektörünün geliştirilmesinde yardımcı olma arzusunu da dile getirdi.

Çin’e gelince; Afrika’da olağanüstü bir sessizlik ve zekayla faaliyet gösteriyor. Yeni ipek yolları kurarak uzun vadeli bir stratejik perspektiften bakıyor. Birçok Afrika ülkesini bu ekonomik ve ticari koridorun modern versiyonuna ikna etmeyi başardı ve Afrika ekonomik haritasını her düzeyde değiştiriyor.

Büyük sanayi ülkeleri, özellikle eski sömürge ülkesi olan Fransa, Kıta’daki sivil, askeri, siyasi ve ekonomik elitlerin dönüşümlerini anlamadılar. Sömürgecilik yıllarını yaşayan ve bağımsızlıktan sonra yüksek mevkilere gelenlerden farklı bir entelektüel geçmişe sahip ve dünyanın her ülkesinde eğitim görmüş doktorlar, mühendisler, bankacılar, profesörler ve askerler olduğunu anlamadılar. Bu Batılı güçlerin farkında olmadığı şey şu ki muğlaklık, endişe, dalgalanma ve bilinmezlik üzerine kurulu olan dünya düzeni bu seçkinleri eşit ortaklıklar, dengeli ilişkiler ve eşitliğin yanı sıra, ötekiyle ilişkilerinde kibirli bir bakış açısına sahip olmayıp misyonerlik ve değer öğretisi mesajları taşımayan ülkeler arayışına itti. Çin gibi ülkeler, stratejilerinin sadece ‘kazan-kazan’ kuralına dayanması ile başarılı oldu. Bunun ışığında birçok Afrika ülkesi Fransız dilini ve kültürünü ülkelerinden kovmaya başladı. Elysee, bir buçuk asır önce bu ülkeleri dünyadaki varlığının ve etkisinin lokomotifi olarak sayıyordu. Ancak Batı ve Orta Afrika halkları, Fransız askeri varlığına karşı hükümet ve halk düzeyinde birlik olup ayaklandılar. Tarihi bir emsal olarak, Mali haftalar önce anayasal bir değişikliğe giderek Fransızcayı ülkenin resmi dili olmaktan çıkardı. Ayrıca, birçok Faslı aile artık çocuklarını eğitimlerini tamamlamaları için Fransa'ya göndermiyor. ABD, İngiltere, Kanada, Almanya ve İsviçre’de eğitim dili İngilizce olan yeni üniversiteleri seçmeye başladılar.

Bütün bunlar, uzlaşmaların yapıldığı ve yeni yaklaşımlar ile ‘kazan-kazan’ prensibine dayalı uluslararası ortaklıkların kurulduğu yeni bir Afrika haritasının ve eski sömürgeci güçlerin oyunun dışında kalıp yerlerini yeni Afrika düzenini doğru okuyan diğer güçlerin aldığının bir göstergesidir.