Kültür ve kültürel düşünce, toplumları ya refaha ya da talihsizliğe sevk eder. Bu, Arap kültürü, özellikle çağdaş siyasi kültür için de geçerli olabilir. Bunu söylerken İslam'ın siyasetle ilişkisini kastediyoruz. Arap toplumlarının çoğu Müslüman toplumlar. Siyasete dini kılıf giydirmek, geniş bir insan kitlesini kendine çeken bir süreçti. Ancak tabiri caizse bu kılıf giydirme, gelişme ve modernite konusunda çıkmazlara yol açtı ve açmaya da devam ediyor. Bugün çevremizdeki fikri ve siyasi ‘savaşların’ çoğu, ‘din ve siyaset arasındaki’ bu kafa karışıklığından kaynaklanıyor! Okuyucuya bununla ilgili örnek vermeye gerek yok, zira çevresinde buna temas ediyor. Farklı toplumlarda farklı şekillerde oluşmuş olsa da özü aynı ve kimse bu kafa karışıklığını çözmeye çalışmadı. Çoğu Arap ülkesinde Müslüman Kardeşler örgütü, ‘tek İslam devleti’ serabını müjdeleyen ‘darbeci iştahı’ nedeniyle yasak bir örgüt haline geldi! Sudan, Mısır ve Tunus gibi ülkeler (sadece bazılarını saydık) son on yıllar içinde bu grupların yönetimi altında acı deneyimler yaşadılar ve bugün halen bunun feci sonuçlarının acısını çekiyorlar. Aynı şekilde diğer Arap toplumları da Müslüman Kardeşler’in doğrudan veya dolaylı etkisinden kurtulamıyorlar. Bu eğilim, el-Kaide, DEAŞ ve benzerleri gibi aşırılık yanlısı grupları doğurdu. Bu da çok fazla enerji ve çaba kaybına, kalkınma çabalarının boşa gitmesine neden oldu. Grubun bazı üyelerinin yerel toplumda hata olarak gördükleri şeyleri düzeltmeye çalışan ‘iyi niyetli’ kişiler olduklarını düşünenler olabilir ancak burada bireylerin niyetleriyle değil, ‘ideoloji’ ile ilgileniyoruz. Bu kültürel-politik ikilemdeki ‘gizli kutba’ el koymak isteyenler var. Zira gizli kutup çoğunlukla İslam'ın yüce amaçları ve dinin insan için önemi ile genellikle çağ dışı başka bir planı olan bir örgüt arasında kalmış. Arap kültürünün ve belki de İslam kültürünün günümüzdeki en büyük savaşı budur. Gizli kutup, dinamik-siyasi İslam ile tabiri caizse halk İslamı arasındaki ilişkidir. Birincisi, devasa bir popüler İslam gölünden besleniyor ve bu da ona çeşitli derecelerdeki okullarda, üniversitelerde, hatta resmi kurumlarda ve medyada kendisine bir zemin oluşturuyor. Katıldığım sohbet meclislerinden birinde konu hakkında bilgili bir eğitimci arkadaşımız bir keresinde bize ‘ergenlik çağındaki oğlunun su içme biçimini nasıl protesto ettiğini’ anlatmıştı. Evden çıkmadan önce biraz su içmek istediğinde oğlu onu “Su içerken oturmalısın” diye paylamış. Arkadaşımız oğluna bunu ona kimin öğrettiğini sorduğunda, oğlu, “Okulda öğretmen ayakta su içmek caiz değildir dedi” cevabını vermiş.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın ilk on yılında, bu satırların yazarının el-Arabi dergisinde ‘hoşgörü’ ve bunun toplumun bileşenleri arasında bir arada yaşamadaki önemi hakkında uzun bir makalesi yayınlanmıştı. Birileri bu makaleyi almış ve lise son sınıfın okuma kitabına koymaya karar vermiş. Daha sonra ben de öğrencilere bir konferans vermek için davet edildim. Makalemin okuma kitabında yazılı olduğunu ve altında sorular olduğunu gördüğümde şaşırdım. İlk soru şuydu: Yazıyı yazanın Müslüman olduğunu nasıl kanıtlarsınız?
Elbette okuduklarım karşısında şok oldum çünkü hoşgörüyle ilgili bir yazıdan, yazılma amacından (elbette bariz sebeplerden dolayı) farklı bir şey çıkarılmak istenmişti. Bunlar bu konuda yaşanmış bazı deneyimler ve sanırım akıllı okuyucuların, aşırılık yanlısı gruplar tarafından ele geçirilmeye hazır bir nesil hazırlamak için metinlerin nasıl uyarlandığı konusunda başka daha derin deneyimleri vardır. Buradaki anahtar kelimeler ‘müfredat ve öğretmen’dir. Genel başlığı ise aşırılık yanlılarının kurbanlarını, özellikle de gençleri seçmeleri için verimli bir zemin sağlayan devlet okullarındaki din eğitimidir. Bu, gençlerin örgüte, yani tüm kolları ile dinamik İslam’a katılma yönünde zihinlerini şekillendirmenin ilk adımıdır. Çoğu Arap ülkesinde uzun süre ihmal edilen okullarda nesillere dinin amaçları değil, dışı öğretildi. Aynı şekilde müfredat ve öğretmenlerin eğitimi de ihmal edildi. Yetkililer, din eğitiminin hem halk hem de yönetime faydalı olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle din eğitimi o sınıftan insanlara (dinamik İslam yanlılarına) bırakıldı. Ama kimse durup da şunu sormadı; bu kişiler her iki cinsiyetten gençlere hangi içerikleri sunuyorlardı?
Kendi içinde iyi olan genel bir fikirden yararlanıldı. Organize hareketler, din ve özellikle de ilişkiler ve davranışlarla ilgili görüşleri hakkında katı fikirlerini yaymak için bundan yararlandılar. Bayan eğitimciler bu konuda bilhassa rol oynadılar. Böylece birleştirici bir insan hakikati üzerinde durmadan bu fikirleri kabullenen koca bir nesil oluştu. Söz konusu hakikat ise zamanın ve yaşam koşullarının değiştiği, dolayısıyla toplumun çıkarları ile uyumlu hale getirmek amacıyla metinlerden çağa uygun hükümler türetmek için rasyonel düşüncenin kullanılması gerektiğidir. Genel olarak halk İslamı eğitiminde gerçek bir reform olarak tanımlanabilecek noktanın, çoğu Arap toplumundaki tartışmalarda görülmemesi talihsiz bir durum. Zira halk İslamı, halen aktif ve önemsiz konulara yapışıp kalmış ve aşırılık için acil ve ucuz seferberliğe uygun bir ortam sunuyor. Bu haklı reformu gerçekleştirmeye kimse cesaret edemedi. Evet, din genel olarak insani bir ihtiyaçtır, ama insanın hayatındaki her şey gibi, insanın bir menfaat uğruna kendisine bulaştırdığı pisliklerden arındırılmalıdır!
Pek çok rejim, ‘korktuğu, görmezden geldiği ya da insanları kızdırabilecek şeylerden uzak durmak istediği için’ bu dosyayı ele alma konusunda genellikle isteksiz. Ancak böyle yaparak, bazılarının ilim sahibi olduğu edilen muğlak ve belirsiz fetvalar nedeniyle toplumun tamamını bir çıkmaza sürüklemesine açık kapı bırakıyorlar. İşte dinamik devrimci İslamcılık da bunu temel olarak kullanıyor ve hatta bazı liderler bu eğilime uyum sağlamak için konuşmalarına besmele, ‘la havle vela kuvveta illa billah’ gibi konuşmalarının üçte birini (abartısız) kaplayabilecek dini ifadelerle başlıyorlar.
Müslüman Kardeşler hareketinin yasaklanması bütünün bir parçasıdır. Dolayısıyla, eğitim alanında aşırılığa zemin hazırlayan fikirlerin yayılmasına izin verilmesi, kendilerini ‘vaiz’ atayanların bir fatih gibi karşılanmaları, medyada kitlelerin din ile ilgili çarpık düşüncelerle doldurulmaları, din adı altında örgüt ve bireylerin para toplamalarına izin verilmesi, yasaklamakla yetinmenin bir sonucudur.
Sonuç olarak; dinamik İslam kabuk değiştirse de bizimle kalmaya devam edecek. Devam edecek çünkü toplum ona devam etmesi için gereken hammaddeyi sağlıyor.