Mahmud Abbas adında bir adamın varlığı olmasaydı, adı Oslo olan ‘Filistin davasının gidişatındaki büyük değişim’ gerçekleşmeyecekti.
Karar vermede yalnız değildi. Başı ve merkezi Yaser Arafat olan liderlik elitinin parçasıydı. Abbas, Oslo sürecinde ilk toplantıdan Beyaz Saray'daki imzaya ve ötesine kadar yönetimden sorumluydu.
Oslo Anlaşması sonucunda Batı modeline göre Filistin geçici özyönetimi olan Filistin Ulusal Yönetimi kuruldu. Parlamento ve devlet başkanlığı seçimleri yapılmasına karar verildi.
Arafat her ikisinin de garantörüydü. O ve seçkin bir siyasi ve sosyal statüye sahip olan rakibi Bayan Semiha Halil de yarışa girdi. Devlet başkanlığı ve yasama sonuçlarının eş zamanlı olarak açıklanmasıyla yeni siyasi sistem kuruldu. Yeni ortaya çıkan otoritenin tarihi koalisyon girişimi İzak Rabin ve Şimon Peres tarafından yönetilen İsrail de dahil olmak üzere tüm dünya tarafından desteklendi ve benimsendi.
Oslo Anlaşması’nın ilk uygulama aşamasında Abbas, müzakere komitesinin sekreteri ve Merkez Seçim Komitesi Başkanı olarak sürecin merkezinde ve seyrinde etkili konumlarda yer aldı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve El Fetih’teki pozisyonları, kendisine siyasi sistemdeki eski ve yeni ikinci adam konumunu sağladı.
O aşamaya tanık olanların bildiği bu özeti, Abbas’ın başlangıçta ne olduğunun bir hatırlatıcısı olarak sundum. Barış Planı ve hatta Filistin tecrübesi hakkında konuşacak olursak El Fetih ve devrim hakkında konuşmamız gerekecektir.
Oslo meseleleri, Netanyahu ve Şaron'un liderliğin ve karar vermenin dümenine geçtiği radikal İsrail devrimi temellerinden itibaren sürece dahil olana kadar, yavaş ilerleme ve sınırlı gerilemeler arasında gerçekleşti. Rabin'in, yaptıklarının cezası olarak değil, yapabileceklerine engel olmak için öldürülmesi kaçınılmazdı!
Başlangıcın yaratıcısı Abbas, sonun başlangıcına da tanık oldu. ABD’lilerin ve onların yörüngesinde dönenlerin önderlik ettiği kurtarma girişimlerinin merkezinde o vardı. Arafat'tan sonra ya da onun yanında ikinci adam konumundaydı. Aynı zamanda onu gerçekleşmesi hayal edilemeyecek kadar zalimce bir denkleme sokan kişi oydu. Yani, güçlü selefinin başaramadığını başardı. Arafat ile sorumluluk ve yetkileri paylaşan ilk başbakan oldu.
Arafat, geçmiş zamandan kalma bir cümleyi tekrarlayarak öldü:
“Rahmetli arkadaşım Rabin.”
Abbas, Arafat'ın halefi ve Oslo'nun bocalayan mirasını devralarak saltanatına başladığında, onun hakkında söz söyleyecek kimsesi yoktu. Ne Oslo'yu ortadan kaldırmak için ilan edilen bir programa göre başbakanlığa gelen arkadaşım dediği Netanyahu ne de İsrail'de sağcıların ‘buldozeri’ ve savaş tanrısı lakaplı Şaron vardı.
İlk aşamalarında Abbas'a eşlik eden barış adamlarının ve gittiği her yerde toz kırmayan Filistinli Yaser Arafat’ın yokluğunda, Abbas'ın teknesi çalkantılı sularda yol almaya başladı. Bir metre ileri gitse, fırtınalar ve ters rüzgarlar onu on metre geri sürüklüyordu. Oslo süreci, başlangıcından itibaren Filistinlilerin yaşamları üzerinde önce olumlu, sonra olumsuz yönde bir etki merkezine dönüştüğü için Abbas'ın yüzünde patlayan bombalar ve mayınlar, trajik sonları ümit verici başlangıçlara zorladı.
Bölünme, büyümenin durması, ekonomik zorluklar, siyasi sistemin parçalanması, anayasallık ile realite arasındaki meşruiyet çifte standardı gibi sorunların hepsinin çözümü İsrail’in elinin altındadır. Bütün bunlar Abbas'ın yüzünde bir anda patladı. Ona şöyle deniliyor: Kendi işlerini ve halkın işlerini yönet. İsrail'i, almakla yetinmediği halde, ne verdiğine ikna etmekten başka bir şansın yok!
Bu, her tarafı gölgelerle çevrili bir durumdur. Ve en tehlikelisi, onu bulunduğu yerden çıkarmak zorunda kalanların onu görmemeleridir. Çünkü onlar tamamen kendilerini görmekle meşguldürler.
Bütün bunlar karşısında Abbas ne yapsın?
Cevap: O yalnız. Filistinlilerin artık planlama, politika yapma ve karar alma kurumları kalmadıktan sonra, gördüğümüz son şey el-Alameyn sunumu oldu.