Suudi Arabistan’a yönelik tehdit rüzgarlarının çoğu, ittifakların ve karşı politikaların itici gücü olan Doğu Cephesi’nden esiyordu. Bu yüzden Suudi Arabistan'ın İran’a açılma yönündeki ters adımı, onun en önemli diplomatik gösterilerinden biridir. Çin arabuluculuğunda İran’a yönelik bir adım ve ABD ile halen müzakere aşamasında olan bir başka adım…
Şimdi soru şu; eski müttefik ABD ile yeni ilişki düzenlemelerinde uzun sıçramalar yaşanırken, Tahran’la taze ilişkinin kaderi ne olacak?
1945’teki Quincy Anlaşması’ndan bu yana en önemli anlaşma olacak olan çetin anlaşmanın hatları netleşene kadar, Başkan Joe Biden ve Prens Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini geliştirme projesinin başarısı hakkında henüz kesin bir şey söylenemez. Başarılı olduğunu ve çizilen yolculuğunu tamamladığını varsayarsak, o zaman, coğrafya ve tarih itibarıyla birleşirken Körfez suları ve siyasi farklılıklarla ayrılan komşu Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkiler yeni bir sınava tabi tutulacaktır diyebiliriz.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin ülkesinin karmaşık dış ilişkilerini yönetme tarzı ve bunu son yıllarda öne çıkaran şey, ne göstermelik ne de sıfır sonuçlu olmasıdır. ABD ile yeni düzenlemeler olsa bile, muhtemelen Krallık, Washington’u razı etmek uğruna Pekin ve Tahran ile ilişkilerini iyileştirip devam ettirmek için attığı adımlardan vazgeçmeyecektir.
Çin ile ilişkiler konusunda, artan çıkarlarının büyüklüğü nedeniyle Riyad’ın Çin’e yönelmesi doğal. Ancak Tahran ile ilişki zor. Zira aralarında ortak çıkarlar yok ve daha ziyade rekabet ve gerilim var. Suudi Arabistan’ın iki tarafa doğru hareketinin arkasında bu gerilim yatıyor; birincisi doğuda, anlaşmazlıkları durdurmaya ve belki de bitirmeye yönelik bir fırsat vermek için İran’a, ikincisi batıda, Biden yönetimine ve milislerin yayılması, deniz korsanlığı, silahlı insansız hava araçları (SİHA) saldırıları ve bölgesel savaşların tırmanması risklerine karşı silahlanma ve savunma iş birliğini içeren vaat edilen anlaşmaya doğru. Bu saydığımız risklerin hepsi bölge ülkelerini silahlanmaya ve savunma düzenlemeleri yapmaya itiyor.
Bence ABD’nin Suudi Arabistan’a yönelik yeni yaklaşımı, eğer anlaşmaya varılırsa, Suudi Arabistan’ın İran’la ilişkilerine zarar vermeyecek; tam tersine, eğer İranlıların niyeti gerçekten iyiyse, buna hizmet edecektir. İranlıların tutumu konusunda net bir şey söyleyemediğimiz için iyi bir niyet taşıdıklarını varsaymak zorundayız. Kim bilir belki de Tahran’daki yönetim esas komşularıyla uzlaşma kanaatine varmıştır. Ancak sadece, 40 yıllık bir husumetin hâkim olduğu ilişkiyi yeniden kurma niyetine güvenmek yeterli olmayacağı için bunun başarısına dair güven ve garantiler gerekecek. Washington’la savunma ve silah ilişkisi yeni durumu güçlendiriyor, parçalamıyor. Başkan Biden yönetiminin bir süredir kapsamlı anlaşmayı yeniden canlandırmanın yollarını aradığını ve Riyad-Tahran yolu açık olduğunda işlerin daha da kolaylaşacağını unutmamalıyız.
Riyad’ın bugünkü politikaları sıfır sonuçlu, tamamen sevgi ya da tamamen düşmanlığa dayalı değil. Paralel çizgiler üzerinde ilerleyebiliyor. Washington ve Tahran, Riyad’ın kendilerine aynı anda açılmasından yüzde yüz memnun olmayacaktır. Gelgelelim, İran, Riyad’ın kendisi için öneminin farkına varmalı. Zira petrol piyasasında Suudi Arabistan-Rusya uzlaşısının başarısından ve Biden yönetiminin ihracatına yaptırım uygulamama toleransından faydalanarak yaklaşık bir yıl önce sattığı fiyatın neredeyse iki katı fiyatına günde yaklaşık bir milyon varil daha fazla petrol satıyor.
Top Reisi hükümetinin sahasında... Gelişmelere olumlu bir gözle mi yoksa eleştirel bir gözle mi bakacak? Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkinin gelişmesi doğrultusunda büyükelçilikleri yeniden açmanın ve spor müsabakalarına ev sahipliği yapmanın ötesine geçmek için daha fazla çaba gösterilmesi gerekecek. Suudi Arabistan, sadece Körfez’de değil, tüm dünyada petrol kaynakları ve deniz yolları konusunda dengenin sağlanması için bir taraftan ABD’ye, diğer taraftan Çin’e arabulucu ve hakem rolünü verdi.
Washington’la ilişkilerdeki iyileşme Çinlileri endişelendirmemeli. Zira Suudi Arabistan’ın, petrolünün en büyük alıcısı olarak önümüzdeki yıllarda stratejik olarak Pekin’e ihtiyacı var ve Çin de Suudi Arabistan’ın büyük petrol tedarikini garanti etmesini istiyor.
Suudi Arabistan neden Çin’e savunma uzlaşmaları vermiyor? Aslında Pekin bundan kaçınıyor. Petrolün en büyük alıcısı olmasına ve ihtiyaçları artacak olmasına rağmen, geçmişteki İngiltere ve şimdiki ABD’den farklı olarak Körfez bölgesindeki çıkarlarını korumak için askeri güç politikası izlemiyor. Bölgemizde ne savaş gemileri, ne uçak gemileri, ne de çok sayıda askeri üssü bulunuyor. Hedeflerine ulaşmak için sahip olduğu muazzam ekonomik güçle yetinerek bölgesel çatışmalara dahil olmaktan kaçınıyor.
Şu anda Körfez bölgesinde nadir görülen bir durum yaşanıyor ve bu, Çin ve ABD’nin karşı karşıya olup askeri yığılma ve karşıt ittifakların yapıldığı Güney Çin Denizi’nde olanlarla karşılaştırıldığında göze çarpan bir paradoks teşkil ediyor. Zira Çin ve ABD, Körfez’de Suudi Arabistan ile iyi bir ilişki içerisinde birlikte nefes alabiliyor.
Tarafların, çıkarların savaş sebebi olmak yerine birleştiği Riyad aracılığıyla denge ve uyumu koruyup geliştirme konusunda çıkarları var.