Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, pazartesi akşamı Mısır, Suriye, İran ve Filistin liderleriyle yaptığı telefon görüşmelerinde, Gazze Şeridi'nde sivil kayıpların sayısındaki feci artıştan duyduğu endişeyi dile getirdi. Putin, İsrail ile Hamas hareketi arasındaki çatışmanın ilerlemesinden ve yaşananların bölgesel bir savaşa dönüşmesinden duyduğu derin kaygıyı ifade etti.
Putin'in Ortadoğu kriziyle ilgili duyguları hakikati yansıtıyor mu?
Elbette insanların vicdanlarını ya da sırlarını araştıramayız. Ancak ideallere ağırlık vermeyen siyasi pragmatizm açısından olayları ve durumları tahmin edebiliriz. Çünkü ‘Platon'un ahlaki bir geçmişi varsa, Machiavelli'nin de siyasi bir geleceği vardır.’
Öyle görünüyor ki şu anda Rusya'ya hizmet eden siyasi ve askeri yollar bulunmaktadır. Ortadoğu krizi kötüleştikçe, özellikle de Hamas ve İsrail arasındaki çatışma geniş kapsamlı bölgesel bir çatışmaya dönüşürse, bu yollar daha da derinleşecektir. Moskova yönetiminin hayalini kurduğu en büyük ödüle, yani ABD’nin batmasına gelince, kuşkusuz bu şu anda bilfiil gerçekleşmektedir. ABD, İngilizce gramer kurallarına göre geçmiş zamanda var olan Vietnam'dan ve sürekli geçmişte yer alan Irak'tan daha fena bir Ortadoğu-Körfez bataklığının içinde.
Rusya, ilk başta hamlesini siyasi olarak yapacak. Öyle ki Hamas ve İsrail arasındaki Sisifos olayını, ABD’nin Camp David’den bugüne kadar hâkim olduğu bir bölgedeki dış politikalarının gerilemesi olarak göstermeye çalışacak.
Bölgedeki ‘merkezi suçlu’ olması, özellikle de Tel Aviv'le olan organik ilişkisi yüzünden İsrail’in Filistinlilere her sabah ve akşam azap kadehini tattırmasına izin verdiği için Washington yönetimine karşı Rusya tarafından pek çok ses yükselecek. Washington yönetiminin müttefiklerini daima hayal kırıklığına uğrattığının fark edildiği Arap Baharı dediğimiz dönemden beri Rusya’nın derinleştirmeye çalıştığı bir şey var. O da şu: Rusya, bölgede yeniden konuşlandırılmasının her yönden kendisine fayda sağlayacağını umuyor. Bu da Henry Kissinger'ın şu sözünü hatırlatıyor: “Washington yönetiminin düşmanları ondan korkmalı, dostlarıysa daha fazla korkmalı.”
Askeri çatışmaların başlamasının üzerinden iki hafta geçmeden Rusya tarafından genel olarak Batılı çevrelere, özel olarak da ABD’ye yönelik suçlamalar gelmeye başladı. Moskova yönetimi, Ukrayna'nın işine gelmiş olsa da Batılı çevreleri Ortadoğu'daki çatışmaları görmezden gelmekle suçladı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı da NATO'yu ve diğer birimlerini; ABD, Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletler (BM) ve Rusya'dan oluşan sözde Ortadoğu Dörtlüsü’nün çabalarını engellemekle suçlamaktan geri durmadı. Sanki buradaki asıl mesele Rusya'nın Ukrayna'daki askeri operasyonunun ardından onu izole etme ve dışlama girişimiymiş gibi gözüküyor. Oysa bedel ödeyen ve ödemeye devam eden taraf, toprakları işgal edilen, boynu bükük Filistin halkıdır.
Rusya eski Devlet Başkanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev ise ‘Filistin-İsrail çözümü üzerinde çalışmak yerine, (kendi deyimiyle) bu aptalların Rusya'nın işlerine karışarak ve Ukrayna'ya destek vererek, iki yakın halkın karşı karşıya gelmesine neden olduklarını’ ifade etti.
Yukarıdaki satırlar, gerçek siyaset dünyasında ve zıt kutupların mücadelesinde yeri olmayan bir Rus ütopyasını ifade ediyor.
Her ne kadar ürkekçe de olsa, püritanizm kisvesi altında gizlenen gerçekler var gibi görünüyor. Bölgede artan şiddetin hakimiyeti ışığında, devam eden İsrail-Filistin çatışmalarına ilişkin haberler gün yüzüne çıkıyor. Ufukta, yaklaşmakta olan bölgesel çatışmalar görülüyor.
Bunların bir kısmı, acı çeken Doğu'daki silah şakırtılarının sesinin Ukrayna krizinin sesinden daha yüksek çıkacağıyla, Gazze trajedisinin görüntülerinin Kiev, Zaporijya ve çevresindeki benzerleriyle rekabet edeceğine dair uluslararası haber gündemiyle bağlantılı. Yani Moskova yönetiminin, dikkatleri Ukrayna ile olan savaşından başka yöne çekeceğini tahmin ettiği olaylar silsilesidir.
Putin, savaşın derinleşeceğini ve Ortadoğulular arasında kök salacağını tahmin ediyor olabilir. Putin, bu yaşananlar çerçevesinde işlerin gidişatının değişeceğini düşünerek, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy'i himaye edenlerin kararlılığının kırılacağını hesaplamakta. Böylece Putin, Ukrayna’ya verilen desteğin dağılarak güçlerinin kaybolacağını düşünüyor.
Wall Street Journal gazetesinde ABD’li gazeteci Walter Russell Mead'in dikkatini çeken bir başka ayrıntı da Ortadoğu'da büyük bir askeri çatışmanın patlak vermesinin Rusya Devlet Başkanı Putin için paha biçilemez bir nimet olmasıdır. Çünkü bu olaylar petrol fiyatlarında artışa yol açacak ve Avrupa'ya zarar verecektir. Bu durum, petrol gelirleriyle kasası dolacak olan Moskova'nın çıkarınadır. Aynı zamanda Avrupa ülkeleri üzerindeki baskıyı da arttıracaktır.
Putin, başta USS Gerald R. Ford ve USS Dwight D. Eisenhower olmak üzere vurucu güce sahip uçak gemileri aracılığıyla Akdeniz sularındaki son Amerikan askeri hareketlerini kartal gözleriyle izliyor. Putin, büyük bir savaşın patlak vermesinin, elindeki mevcut silahları Ukrayna ve Ortadoğu'daki müttefikleri arasında bölüştürmek zorunda kalacak olan ABD’nin dikkatinin dağılması anlamına geldiğinin farkında.
Yeni bir Körfez ya da Ortadoğu bataklığı Rusya'nın rüyasıdır. Bu aynı zamanda en pragmatik müttefiki Çin’in de işine geliyor. Çünkü bir yandan Pasifik Okyanusu sularında üzerindeki ABD baskısını azaltırken, diğer yandan Güney Çin Denizi sularında Çin’in demir pençesini güçlendirmekte. Çinliler, şüphesiz kendi yararlarına olmak üzere Tayvan bölgesinde ve bu iki deniz arasında güç dengesini değiştirmek için geniş bir alana sahip olacak.
Moskova neredeyse sevinçten havalara uçuyor. Çünkü Washington iki ayrı savaşta iki müttefikini destekleyerek, dünya genelindeki askeri varlığının ve siyasi nüfuzunun etkinliğini ölçen zorlu bir sınavla karşı karşıya.
Bu durum, Gazze savaşının Ruslara altın tepside sunduğu kutupsal pragmatizmdir.