Hasan Ebu Talib
TT

Gazze’nin yerle bir oluşunun ertesi günü ne olacak?

26-27 Ekim günü ve gecesinde Gazze Şeridi’nin kuzeyinde ve Gazze Şeridi’nin ortasındaki üç noktada olduğu gibi Gazze’ye yönelik kara işgali fiilen başladı. Operasyon, yoğun hava bombardımanı ve İsrail’e, belki de başka bir uyruğa ait donanma ile destekleniyor. İşte bitti. Gazze’yi yıkmak için gerçekleştirilen ve ABD ile diğer Batılı ülkeler tarafından İsrail’in kendini savunma hakkı gerekçe gösterilerek desteklenen sistematik bir operasyonla karşı karşıyayız. Açıklanan hedef; İsrail ordusu sözcüsünün ifadesiyle ‘rehineleri kurtarmak için ulusal bir görevi yerine getirmek’, Hamas hareketini tamamen bitirip Gazze Şeridi’ndeki hâkimiyetini sona erdirmek, İsrail Savunma Bakanı Galant’a göre İsrailliler için yeni bir güvenlik yapısı inşa etmek ve Gazze Şeridi’nin sorumluluğunu başkalarına, belki Birleşmiş Milletler’e ya da diğer ülkelere yüklemek. Hedefler tümüyle gerçekleştirilemez, sadece Gazze Şeridi’ni yıkmaya dönük hedefe ulaşılabilir.

ABD’nin yavaş davranıp, önce rehinelerin kurtarılmasına odaklanma yönündeki tavsiyelerine rağmen İsrailli savaş seçkinleri kararını verdi ve genişletilmiş kara operasyonunu başlattı. Bunun için önce elektriği ve iletişimi kesti. Bu yüzden karada ilerleyen tankların sayısını ve kapsamını, hangi eksenlerde ilerlediğini, gerçekleşen yıkımın boyutunu, şehitlerin sayısını, kaç rehinenin kurtarıldığını, kaç Hamas savaşçısının yakalandığını ya da öldürüldüğünü soruşturmak mümkün değil.

Bu noktada kesin olan şu ki tüm bu bilgiler daha sonra netleşecek. Gazze Şeridi’ndeki sağlık hizmetlerinin tamamen çöktüğünü ve Filistin sivil savunma yeteneklerinin tükendiğini düşünürsek kesin olan bir diğer şey de siviller ve savaşçılar arasındaki çocuk, kadın ve erkek çok sayıda Filistinli şehidin, 27 Ekim gecesi saldırısında ve sonrasındaki diğer intikam saldırılarında kullanılan ve tümü Amerikan yapımı olan yakıcı beyaz fosfor bombaları ve tünel veya derinlik bombaları gibi bombalar yüzünden tamamen yıkılan binaların enkazı altında kalacak olması. Bu insanların cesedinin ne zaman bulunacağını, kimliklerinin nasıl belirleneceğini, bu ve bundan sonraki saldırılarda onları esir alanlarla birlikte öldürülen İsrailli esirlerin cesetlerinin nasıl tespit edileceğini kimse bilmiyor. Zamanla cesetler çürümeye başlayacak, mikroplar ve salgın hastalıklar yayılacak, Gazze Şeridi ya da geniş alanları, rüzgârın etkisiyle kaçınılmaz olarak İsrail bölgelerini etkileyecek bir sağlık ve çevre felaketine dönüşecek.

Bu arada en önemli soru kendini göstermeye devam edecek: Rehineler, Amerikalı uzmanlara danışarak yürütülen türde bir askerî operasyonla mı kurtarıldı? Birçoğunun kara operasyonundan önce veya sonra öldürüldüğü kesin. Karanlıkta helikopterle tahliye edilen İsrail askerlerinin ve tanklarının sebep olduğu ve olacağı kayıplar da yaşanabilir. Bu, İsrailli savaş seçkinlerinin ilan ettiği en önemli hedeflerden birinin tam anlamıyla hezimete uğradığı anlamına geliyor. Bu seçkinler, artık esirlerin ailelerinin duyduğu öfkeyle baş etmek zorunda. Zira aileler, esirleri kurtarma operasyonu için koparılan gürültüye rağmen savaş seçkinlerinin bu esirlerin hayatını dikkate almadığından emin oldu. Hayatta kalması takdir edilen kişiler de Hamas hükümeti aracılığıyla takas edilecek ki bu, İsrail içinde ve dışında yankıları olacak bir diğer hezimettir. Hamas da eski Hamas değil artık; büyük Amerikan ve Batılı yaptırımların takibine uğrayacak. Liderleri de değişebilir. İşgale karşı direnme düşüncesi ve ilkesi ise silinmeyecek. Enkaz altından sağ çıkması takdir edilen kişiler de ne affedecek ne de geri adım atacak.

Ortaçağ öncesine ait bu manzarada neyin ne olduğunu sadece günler gösterecek. Öyle bir zaman ki medeniyetler, insanlığın en iyi ve en yüksek temsilcisi olduklarını düşünüyor ve insan hakları konusunda sahte dersler vermekten yorulmuyor. Ama aynı zamanda esaretin pençesinden kurtarmaya çalıştığını iddia ettiği esirler de dahil olmak üzere canlara kıymaya hiç ara vermeyen cehennemî bir ölüm makinesine her türlü desteği de gösteriyor. Bu, sistematik cinayet dursa bile unutulmayacak ve gözden kaçmayacak bir meseledir. Meşru müdafaa bahanesiyle gerçekleşen yıkımın ve cinayetin gerçekleri, her bir medeniyetin gerçek özünü ortaya çıkarmak için yeterli: Bu; ikiyüzlü, kötü huylu, hilekâr ve bozguncu bir medeniyet mi yoksa barışta ve savaşta yaşam ahlakına bağlı kalan insani bir medeniyet mi? Bizim Arap dünyasında ve başka birçok onurlu toplumda pratikte ispatlanmış ön cevaplarımız var. Önemli olan, Batı’nın kendi medeniyetinin içyüzünü anlaması, kendini ahlaki açıdan sorgulaması ve ahlaki, manevi ve insani olarak kaybettikleri ışığında yeni bir değerlendirmede bulunmasıdır.  Bunun zor bir iş olduğu ve Araplarla aralarındaki boşluğun daha da genişleyeceği ortada.

İnsan hayatının önemli bir parçası olan savaşın, kendine has bir ahlakı ve kuralları vardır ve bu kurallar, iki bin yıldır korunuyor; Cenevre anlaşmalarından iki bin yıl önce de korunuyordu. Savaş Sanatı adlı kitabın yazarı Çinli düşünür ve savaşçı Sun Tzu da bunu şöyle ifade etmiştir: “Bir ülkeyi barışçıl bir şekilde ele geçirmek, onu yıkmaktan iyidir. Düşman generali esir almak, onu yok etmekten iyidir. En iyisi, yüz savaşta yüz zafer kazanmak değil, düşmanı savaşmadan boyun eğdirmektir.”

İsrail’in kendini savunduğu gerekçesiyle yaptığı şeylerin neresinde bu ilkeler? Gazze’nin yerle bir edilmesinden ve öldürmek, aç bırakmak ve yerinden etmek suretiyle halkına kıyılmasından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunu ABD Başkanı Biden ve İsrailli savaş seçkinleri de teyit etti. Ancak şu soru halen cevaplanmayı bekliyor: Olaylar ne yönde ilerleyecek? İsrail içinde bir sorgulama olacak ve bazı yüzler ortadan kaybolurken başkaları gelecek. Yeni yüzler muhtemelen şu dersi almamış olacak: İşgal etme, yerleşimler kurma ve başkalarının hakkını gasp etme eylemleri var olduğu sürece direniş, herhangi bir isim altında varlığını sürdürecek. Bu da Gazze’nin yıkılıp halkının katledilmesini, bir varoluş mücadelesinin yalnızca bir turu haline getiriyor. Bu turu, sonsuza kadar başka turlar takip edecek. Bunlardan bazısı, kontrol edilemeyebilir ve bu da büyük küresel çıkarlar da dahil olmak üzere bir bütün olarak bölgenin kaderini muallakta bırakabilir.

Gazze’nin yerle bir olmasından sonra Washington’ın ve Başkan Biden’ın Amerika’nın gücünü ve küresel rolünü, savaşları ve yıkımı teşvik ederek değil de iki devletli çözümü sağlayan siyasi bir çözüm arayarak ne kadar kanıtlayabileceği ortaya çıkaracak. Biden ve Dışişleri Bakanı bu çözümü, en sağlıklı yol olarak tanımlamaktan geri durmuyor. Ancak Siyonist lobinin desteğinin kaybedilmesinden de endişe ediliyor. Dolayısıyla iş, yürekleri ferahlatmaya yönelik sembolik bir öneride bulunmaktan öteye geçmeyecek ve bu da bölgeyi birbiri ardı sıra gelen daha büyük yıkımlara sürükleyecek.