Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Safımızı belirlemek ve zafer

"Zaferin ne zaman geleceğine kafa yormak yerine, hak-batıl çizgisinde nerede durdurduğuna odaklan!"

İnsanların büyük bir kısmı yaptığı işte, uğraşında sonuca odaklanır. Çoğu zaman sürecin sonuçtan daha önemli olduğunu unutur. Bunu ifade ederken sonucun hiçbir önemi yoktur demiyoruz. Odaklanma konusunda önceliklerimizi belirlemeye gayret ediyoruz. Zira sadece sonuca bakarak değerlendirdiğimizde birçok peygamber başta olmak üzere Kur’an’da anlatılan birçok kıssada sonucun çok iç açıcı olmadığını görmek mümkündür. Eğer meseleye sadece sonuç odaklı bakılacak olursa maalesef durum budur. Ancak mü’min açısından durumu değiştiren şey sonuca giden yolda gösterdiği çabadır. Eğer bu süreçte insanlar üzerlerine düşen görevi yapar nerede ve kimin yanında duracaklarını iyi belirlerlerse kazanacak olanlar onlardır. Her iki duruma da Hz. Peygamber ile aynı dönemde yaşayıp aynı çağrıya farklı tavır sergileyenler üzerinden birer örnek verelim:

Hz. Peygamber tebliğ görevine başlayıp hakikati insanlara duyurmaya başladığında insanların bir kısmı bu çağrı karşısında şöyle dediler: “Rabb’imiz! Biz, “Rabb’inize iman edin!” diyerek imana çağıran bir davetçinin çağrısını işittik ve derhâl iman ettik. Rabb’imiz, günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi yok et. Bizleri, iyilik ve erdem sahibi kullarınla yaşat, onlarla canımızı al.”[1] Sonuçta zafere ulaşıp ulaşamayacaklarının ve bu uğurda nelerle karşılaşabileceklerinin hesabını yapmadan saflarını belirleyip Hz. Peygamberin yanında yer aldılar. Bu teslimiyeti gösterenlerin bir kısmı Mekke’nin fethedildiğini göremeden vefat ettiler veya şehit oldular. Sadece ve sadece şu ilahi müjdelere inanarak üzerlerine düşen görevleri yapmaya gayret gösterdiler: “…Kim de Allah’a ve Elçisine itaat ederek hicret etmek amacıyla evinden çıkar, ancak amacına ulaşamadan vefat ederse, onu ödüllendirmek Allah’a düşer. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”[2] ve “Rabbimiz Allah'tır deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu, işte onların yanına melekler inip: “Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vâd edilen cennetle sevinin!” derler.”[3] Bu kişiler dünyalık hiçbir hesap yapmadan üzerlerine düşeni yapıp saflarını belirledikleri için ilahi müjdelere nail oldular.

Hz. Peygamberin yapmış olduğu çağrıya farklı tepkiler gösterenler de oldu. Bir kısmı hepten reddederken bir kısmı da dünyevi çıkar kayıplarına uğrama ve rahatlarının bozulması endişesiyle ve kendilerine verilen rızıkların ve güven ortamının kimden geldiğini unutarak şöyle dediler: “Eğer biz seninle doğru yolu tutarsak, yerimizden yurdumuzdan oluruz.”[4] Gazze’de sergilenen katliama sessiz kalıp gösterilmesi gereken tavrı göstermeyen müslüman ülkelerin tavrına ve söylemlerine ne kadar da benziyor değil mi? İsrail’e müdahale edersek şu olur, ABD bize şöyle yapar, çıkarlarımız zarar görür, yaptığımız anlaşmalara ters falan filan… Aslında meselenin özünde bedel ödemekten kaçmak ve bu uğurda sıkıntıları göze alamamak yatmaktadır. Buna dünya sevgisi, rahat ve konforumuzun bozulmasını da eklemek gerekir. Zira birçok kişi zorlu, meşakkatli bir iş olduğunda sıvışmanın ve kaytarmanın yoluna bakmaktadır. Dün Tebük seferinde olduğu gibi bugün de Gazze’de ve  halkı mazlum olan diğer coğrafyalara müdahale edip zulmü engellemek adına çaba ve tavır koymada benzer durumlar yaşanmaya devam etmektedir.

Halbuki vahiy Hz. Peygamberin diliyle dünkü iman edenlere de bugünkilere de şu çağrıyı ve uyarıyı aynı ağır ve yüksek tonda yapmaktadır. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, bağlı olduğunuz sosyal çevre veya içerisinde yetiştiğiniz vatanınız, devletiniz, milletiniz veya aşiretiniz, kazanmış olduğunuz mallar, kesintiye uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler; eğer size Allah’tan, Elçisinden ve O’nun yolunda mücadele etmekten daha sevimli ise, o zaman, Allah hakkınızdaki emrini gönderinceye kadar bekleyin; çünkü Allah, bilerek ve isteyerek yoldan çıkan bir toplumu, asla doğru yola ve başarıya iletmez!”[5]

Bu tür hesaplara girişmeden Allah yolunda mücadele eder, mazlumlara umut olursak, dünyada da ahirette de kazananın biz olacağımızı, tarih boyunca da “Allah’ın, bize birçok savaş alanında yardım edip bizi zafere ulaştırdığını.”[6] unutmayalım!

Bir şeyi daha unutmayalım: “Müslüman sefer odaklıdır, zafer değil!” Mazlumların diyarına doğru sefere çıktığımızda “Zaferlerin Sahibi Olan” nusretini, lütfunu ve zaferini ihsan edecektir. Zira bize gerçekleşmesi mutlak olan bir vaadi vardır:

“… İnananları desteklemek-onlara yardım etmek, bize düşen bir sorumluluktur.”[7]

 

[1] Al-i İmran 3/193

[2] en-Nisa 4/100

[3] Fussilet 41/30

[4] Kasas 28/57

[5] et-Tevbe 9/24

[6] et-Tevbe 9/25

[7] Rum 30/47