Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan savaşındaki değişiklikler

Sudan, geçtiğimiz aydan bu yana hızlı ve büyük gelişmelere sahne oluyor. Bu gelişmeler, sekizinci ayına giren savaşın gidişatında değişimlerin habercisi. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) üç önemli şehri Nyala, Zalingei ve el-Cüneyna’daki askerî birlikleri ele geçirdi. HDK’nın Darfur’da elde ettiği kazanımlardan ve şu an el-Faşir şehrine saldırı planlandığına dair konuşmalardan sonra ordunun sadece askerî cephede değil, aynı zamanda diplomatik cephede de stratejisini savunmadan saldırı yönünde değiştirmeye karar verdiğini gösteren işaretler belirdi.

Askerî düzeyde bu karar, ordu güçlerinin başta Omdurman olmak üzere başkentin milliyetçi bazı mahallelerinde yoğun bir şekilde konuşlandırılmasında, HDK’nin şehrin bazı noktalarından uzaklaştırılıp, başka bazı noktalarında da kuşatılmasında açıkça görüldü. Bununla aynı zamanda Nil’in batısında yer alan Omdurman ile doğusunda yer alan Bahri’yi (Hartum Bahri) birbirine bağlayan Şambat Köprüsü’nün ayaklarından birini hedef alan kısmi patlamadan sonra, başkentte HDK’nin kanallarını ve ikmal hatlarını engellemeye dönük operasyonlar gerçekleştirildi. Bu patlamanın ardından yapılan büyük tartışmaları ve patlamayı gerçekleştiren tarafa dair karşılıklı suçlamaları bir kenara bırakarak söyleyelim: Fayda sağlayan taraf orduydu, çünkü sonuç olarak HDK’nin ana tedarik yolu kesildi ve Nil’in iki yakasında izole edildi. Ordu ayrıca, yakın vadede Omdurman’ı ele geçirmesini öngörülür kılan emarelerle operasyonlarını genişletti. Bilindiği kadarıyla Omdurman’ın bazı mahallelerindeki yerleşim yerlerini terk eden çok sayıda vatandaş, HDK’nin buradan çıkarılmasından ve göç ettikleri yerlerdeki geçim sıkıntıları nedeniyle şehre geri dönmeye başladı.

Bir yandan ordu başkentteki operasyonlarını artırırken, diğer yandan da Orgeneral Abdülfettah el-Burhan, bu hafta Kenya ile Etiyopya’ya gerçekleştirdiği ilgi çekici ziyaretleriyle diplomatik ‘atakta’ bulundu. Sudan’ın bu iki ülkeyle ilişkisinde savaş yüzünden bir gerginliğin yaşandığı malum. Zira Hartum’a göre bu iki ülke HDK’nin tarafını tuttu. Bu gerginlik, geçtiğimiz temmuz ayında Sudan hükümetinin, Kenya Devlet Başkanı William Ruto’nun açıklamalarına öfkeyle karşılık vermesiyle gözler önüne serildi. Ruto açıklamasında, Sudan’daki durumun, karşı karşıya kaldığı felaketten kendisini kurtarabilecek yeni bir liderliği gerektirdiğini söylemiş, HDK’ye verdiği destek ve kendisini bu güçlerin liderliğiyle ilişkilendirdiğini söylediği çıkarların varlığı nedeniyle savaşı durdurma çabalarına katkı sağlamaya uygunluğunu sorgulamıştı.

Sudan hükümeti ayrıca, Sudan’da ‘liderlik boşluğu’ olduğuna dair açıklama yapan ve uçuş yasağı getirilmesi ile ağır topların kaldırılması yönünde çağrıda bulunan Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’e de saldırdı. Hükümetin gözünde bu çağrı, Sudan ordusunu hedef alan açık bir tutum ve devam eden savaşta onu en güçlü silahlarından mahrum etme girişimi olarak algılandı. Sudan hükümeti, Ruto ile Abiy Ahmed’in tutumlarına saldırmakla yetinmeyerek, aynı zamanda Doğu Afrika Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi’nin (IGAD) Sudan krizini ele almak üzere oluşturduğu dörtlü mekanizma tarafından ortaya konan girişimi de reddetti ve IGAD’dan çekilme tehdidinde bulundu.

Bu zemin çerçevesinde Orgeneral Burhan’ın bu hafta Kenya Devlet Başkanı’nın davetiyle Kenya’yı, sonra da Etiyopya’yı ziyaret etmesi dikkat çekiciydi. Bu iki durakta Sudan’daki savaşa acil çözüm ihtiyacı konusunda fikir birliğine varıldı. Saldırı eylemlerini durdurmak, insani yardımları kolaylaştırmak ve ülkedeki siyasi krizi aşma hedefi ve tüm tarafların katılımıyla kapsamlı bir Sudan diyaloğunun çerçevesini belirlemeye çalışmak amacıyla Cidde müzakerelerine hız kazandırma yollarını tartışmak üzere IGAD liderleri için acil bir toplantı düzenlendi.

Böyle bir zamanda bu iki ziyaretin önemi gözlerden kaçmıyor. Demem o ki bu iki ziyaret, Darfur’da yaşanan gelişmelerden, ordunun başkentte stratejisini savunmadan saldırıya çevirmesinden ve bu çerçevede geniş çaplı operasyon beklentilerinden sonra gerçekleşti. Özellikle Darfur’daki gelişmeler, tüm felaketleriyle birlikte bu savaşta büyük bir dönüm noktasıydı. Zira orada işlenen ve birçok yerel ve uluslararası kuruluş tarafından belgelenen suçların yansımaları olacak. Çünkü bölgede daha önce yaşanan ve o dönemde uluslararası müdahaleyi gerektiren katliamları ve etnik soykırımı hatırlattı. Bu yüzden son günlerde Avrupa Birliği, ABD ve uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan ve Darfur’da işlenen cinayetleri kınayan ve bunların sorumluluğunu HDK’ye yükleyen güçlü açıklamalara şahit oluyoruz, ki bu, uluslararası toplumun Sudan’daki savaşa karşı tutumu açısından dikkate değer bir gelişme sayılır.

Orgeneral Burhan’a Kenya ve Etiyopya ziyaretlerinde Darfur bölgesi valisi ile Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Minni Arko Minnavi’nin eşlik etmesi de dikkat çekiciydi. Bu katılım, görüşmelerde ve söz konusu iki ülkeye güncel gelişmeler ile HDK’ye yöneltilen suçlamalar hakkında sunulan özetlerde bölgede yaşanan hadiselere de yer verildiği anlamına geliyor. Minnavi’nin bu iki gezide bulunması, daha önce savaşta tarafsızlığını ilan ettiği halde halkı katliamlara, etnik temizlik operasyonlarına ve kıyımlara maruz kalırken, artık tarafsız kalamayacakları bir durumla yüzleşen Darfur silahlı hareketlerinin tutumlarındaki değişikliğin işareti de olabilir.

Şurası muhakkak ki; Sudan hükümeti şu an bir yandan başkentteki askerî operasyonlarını artırırken, diğer yandan IGAD cephesine yönelmek suretiyle diplomatik açıdan durumu HDK için tersine çevirmeye çalışıyor. Hedefi ise HDK’yi düşman konumundan etkisiz bir duruma getirmek. Burhan’ın Kenya ve Etiyopya ziyaretleri, daha önce Güney Sudan ve Eritre’ye gerçekleştirdiği ziyaretlerden ve geçtiğimiz cuma günü Riyad’da düzenlenen Suudi Arabistan-Afrika zirvesi vesilesiyle bu ülkelerin liderleriyle görüşmelerden bağımsız değil.

Diğer bir husus da bu adımların, ülkedeki siyasi krizi atlatmak için kapsamlı bir Sudan diyaloğunu hedef almış olmasıdır. Savaşın patlak vermesine yol açan bu krizi bitirmeye dönük her türlü çaba, krizi masaya yatırarak ortaya konmalıdır.

Bu çerçevede dillendirilen kilit ifade, diyaloğun ‘tüm tarafları kapsayıcı’ olması gerektiği, yani hiçbir tarafın dışlanmamasıdır. Bu, siyasi ve sivil güçlerin oyun sahasına bir yakar top bırakıyor. Ülkeyi bu yıkıcı savaşın ateşine sürükleyen ve devam etmesine katkı sağlayan dışlayıcı söylemden ve sıfır toplamlı denklemden geri adım atıp atamayacaklarını test ediyor.